Uluslararası siyasette önemli gelişmelerin yaşandığı günlerdeyiz. Özellikle Ortadoğu ve Suriye hakkında geleceği etkilemesi, yönlendirmesi beklenen tasarılar gündemdedir. Suriye konusunda yıllardır uç kutuplarda bulunan Rusya, ABD, İran ve Suudi Arabistan’ın bir masa etrafında toplandığı, BM Güvenlik Konseyi’nde de Rusya ve Çin dahil beş daimi üyenin mutabık kaldığı son derece önemli bir taslağın olgunlaşma sürecine girdiği haberleri sızmaktadır. Bu aşamada Türkiye’de seçim ve koalisyon tartışmaları adeta herkesin gözlerini bağlamıştır. Zihinler, dış politikayı düşünemeyecek şekilde kısırlaşmıştır. Artan şehit haberleri, bombalanan, tahrip edilen kasabalar, şehirler, şantiyeler ile dövizdeki tırmanış da kanıksanmaya başlandı. Hatta toplumsal algı ve ekonominin dinamikleri bu gelişmeleri vaka-ı âdiyeden görmeye başladı.
Ortadoğu politikalarında yakın dönemin en önemli hadisesi şüphesiz ABD (Batı) – İran uzlaşmasıdır. Konu İran’ın nükleer programıyla ilgili olsa da sonuçlar, tarafların bütün dış politik kalemlerini ve bölgeyle ilgili tercihlerini gözden geçirmelerinin yolunu açtı. Örneğin 4 yıldır kapalı olan İngiltere’nin Tahran’daki büyükelçiliğinin yeniden açılmasına karar verilmesini bu kalemler arasında sayabiliriz. Öte yandan uzlaşmadan hemen sonra Obama, “Suriye krizinin Rusya, Türkiye ve İran’ın katılım olmadan çözmenin imkansız olduğunu” açıklarken aslında İran’a başka bir cepheden selam göndermiştir. Bu arada Türkiye ve Rusya’yı zikretmesi sadece dolgu malzemesidir.
Suruç katliamından sonra terörle mücadele çıtasını yükseltmesi zaman zaman tepkilere yol açtığı halde ABD’li yetkililer her fırsatta Türkiye’den övgüyle, vazgeçilmez bir müttefik olması özelliğiyle bahseder oldu. Bu arada İncirlik üssünü istediği şekilde kullanma imkanını elde etti. Şimdi ise Doğu ve Güneydoğu’daki diğer havaalanlarına talip. Perde arkasında Suriye politikaları Ankara’nınki ile taban tabana zıt olarak sürüp gitmektedir. Türkiye’nin tarafsız bölge olarak ısrarla istediği mahalde özerk Kürt yönetimi kurulmasının altyapı çalışmaları çoktan başladı. Tıpkı daha önce Kuzey Irak’ta olduğu gibi şimdi Suriye’nin Kuzeyinde böyle bir oluşum hazırlığı çerçevesinde yedi bin civarında seçme Kürt için ABD’de eğitim başlamış.
Tam da bu günlerde Almanya’nın ve ardından ABD’nin patriot füzelerini sökme kararını ise bir yerlere koyma sıkıntısı yaşanmaktadır. Esasen daha başlangıçta sınır kentlerini Suriye’den gelecek füzelere karşı koruması imkânsız olan bu yatırımın, ABD üssünü İran’dan gelecek füzelere karşı korumak için yapıldığı iddiaları daha anlamlı idi. Şimdi ise İran ile uzlaşıldığına göre füzesavar sistemi ile görevli mürettebatın burada kalmasına gerek kalmadı, demek ki. Aksi takdirde Türkiye’de terörün tırmandığı bu günlerde füzesavarların sökülmesi kararı her türlü kuşkuyu beraberinde getirmekte.
Son olarak TBMM’ye sevkedilen tezkere taslağı, Suriye ve Irak’la ilgili gelişmelerde kapsayıcı politikalardan çok hükümeti yetkilendirme prosedürü özelliği taşımaktadır. Buna göre “Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı ulusal güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, … üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması,” konusunda hükümet bir yıllık yetki istemektedir. Hükümetin, hatta çatışma bölgesindeki güvenlik birimlerinin gerektiğinde hızla karar alma ve uygulama yetkisiyle donanmış olmasına elbette ihtiyaç var. Ancak Suriye’nin geleceği BM ve diğer zeminlerde yeniden kurulurken bu masada mesela İran veya Suudi Arabistan’dan önce Türkiye’nin bulunması gerekmektedir. Türkiye’nin bir anlamı kalmamış tarafsız bölge veya Esad’ın gitmesi gibi bir bakıma demode takıntılarla bu oluşumların dışında tutulması, siyasi hatanın çok ötesinde anlam ifade etmektedir. Bu gelişmelerin muhalefetin gündemine gelmemesi ise durumun vehâmetini artırmaktadır.
Güvenlik ve ekonomide tırmanan felaket, parti ve seçim hesapları yanında gittikçe önemini kaybediyor. Milli mutabakat kavramı diye bir şey bilinmiyor. Daha önemlisi, Ankara, bu felaketlerin kendi kontrolü altında gerçekleştiğini, endişe edecek bir şey olmadığı imajını vermeye çalışıyor. Terör bölgelerinden gelen haberler, bu iddiaları bir dereceye kadar doğrulamaktadır. Şehit cenazeleri arka arkaya dizilirken yönetimin her şeyin kontrolü altında olduğu imajını vermesi son derece tehlikeli bir durumdur. Eğer bu yaşananlar iddia edildiği gibi seçim stratejisinin veya başkalarının anlamasına gerek duyulmayan planların bir parçası ise daha da tehlikelidir. Direksiyon başında kontrollü olarak kamyonu uçuruma doğru çevirebilirsiniz. Ancak bir süre sonra bu kamyonu kontrol etmek mümkün olmayacaktır. Aynı durum dövizdeki tırmanış ve ekonomi için de sözkonusudur.