Mısır’ın Abbasi’ye Hastanesi’ndeki ve teller arasındaki feci manzarayı tarif edebilmek benim iktidarım dışındadır, diyordu Eyüp Sabri Bey: İngilizler, Ermeni doktorları serbest bırakmıştı. Bunlar da ellerinde “miller,”  kolları sıvalı, sabahtan akşama kadar ameliyat yapıp Türk Askeri’nin gözünü oyuyordu. Tahminen iki binden az olmamak üzere iki ve bir kısmından askerimizin bir kısmının bir gözü oyulmuş, birçoğunun da ayakları ve kolları kesilmiştir. Esirlerimiz güneş altında çalıştıklarından kızgın kumun tesiri ile göz ağrısına tutulur, mecburen doktora müracaat ederlerdi. Doktor eline bir av geçirmiş gibi sevinir, bunları hastaneye yollardı. Mehmetçik hastaneye gönderilmemesi için yalvarırsa da zorla oraya gönderilir on gün sonra gözsüz olarak dönerdi.
Kör edilen askerimizin hali ıstırap vericiydi. Otuz kırk asker birbirlerini ceketlerinden tuta, tuta,  tuvaletlere de yemek almaya da o şekilde gider gelirlerdi. Sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç yarı tok hayatlarını sürdürürlerdi. Ödemişli Ali Dayı’nın inlemelerine çok ağladım. Biçare elli yaşında olduğu halde silâhaltına alınmış. Ödemiş Belediyesi karşısında ufacık bir attar (güzel koku, iğne iplik vs. satılan yer) dükkânı varmış. Eşyasını satmış bedelini kimsesiz kalan ailesine bırakıp cepheye koşmuş. Bir kaç cephede dövüştükten sonra esir düşmüş. Mısır’a geldiğinde gözünün biri ağrımış, ilaç koydurmak istemiş. Bütün yalvarmalarına karşın hastaneye yatırılmış. Cinayet odasında gözünün biri çıkarılmış. Çektiği ıstırap sebebiyle diğer gözünü de kaybetmiş.
Antep’in Orul Köyünden Şaban Oğlu Mehmet, Maraş’ın Küçüknacar Köyünden Mehmet, Aydınlı Ali Oğlu Mehmet, Konya Beyşehir’den Hüseyin Onbaşı, Afyon’un Çay Nahiyesi’nin Cedid Mahallesi’nden Hacı Oğlu Hasan, Manastırlı Rıza Erzurumlu Süleyman Oğlu Ali ve diğerleri hep bir ağızdan çıkmışçasına şöyle diyorlardı:
-Koğuşlara muayene için geldiklerinde gözümüzde ağrı bile yoktu. Gözümüz sadece birazcık kanlanmıştı. Hastanede koydukları ilaçla gözümüzü kan kapladı. Bizi ameliyathaneye sokup, gözlerimizi çıkardılar. Çok yalvardık ise de fayda etmedi. Ermeni doktorlar hem gözlerimizi çıkarıyor hem zehirli laflarla kin kusup kâfilerimizi de ezip yaralıyorlardı.”
Vefat eden askerlerimiz üst üste eşek arabaları ile mezarlığa naklediliyor, bir defin merasimi bile yapılmaksızın yine birbiri üzerine hendeklere bırakılıyordu. Abbasiye’de kızgın kumlar üstünde birbirlerinin ceketlerine tutunmuş, savrula savrula, sarsıla sarsıla yürüyen gözleri oyulmuş Mehmetçik’in bize ulaşan sesi, yüzyıllar geçse bile unutulmaması gereken bir çığlıktır. Onlar bizim için kör oldular, çolak kaldılar, topal oldular! Hâlbuki bu doktorlar Osmanlı’nın vatandaşı ve de güvendiği doktorlardı! Hem de Hipokrat yeminine canı gönülden inanmış doktorlardı! Yani kendilerine emanet olarak teslim edilen çaresiz hastalara gözlerini kırpmadan ihanet etmişlerdir.
Ya bizler, onların hikâyesini derslerde bile dinlerken bıkkınlık göstermedik mi?