Dış politikada etraf ülkeler ile, sıfır sorun siyaseti ile yola çıkan Türkiye, arzu ettiği sonuçları alamadığı bir duruma gelmiştir. Türkiye Arap Baharı denilen, tek adam diktatörlüğüne dayalı yönetimlerden kurtularak, demokrasiye geçmek arzusunda olan Mısır, Tunus, Libya, Yemen gibi ülkelere büyük destek vermiştir. Ancak, gelişmeler eski yönetimleri aratacak biçimde durumlar ortaya çıkarmaktadır. Hatta, halk arasında ‘eski yönetim daha iyi idi’ sızlanmaları başlanmıştır!
Eski liderlerin kendi çıkarlarına öncelik vererek, ülkeyi kendi keyfi düşüncelerine göre yönettikleri doğrudur. Bununla birlikte, eski yöneticiler aşina oldukları, hatta hayranlık duydukları batı tarzı yönetimi ve hayat standartlarını, kendi ülkelerine getirmenin çabası içinde olmuşlardır. Bu amaçtan hareketle, iyi kötü modern bir hayat standardını öngören icraatler yapmışlardır. Çoğu petrol zengini olan bu ülkelerde, kazanılan gelir ülkeyi yönetenlerin hissesi çıktıktan sonra, halka dönük olarak kullanılıyordu. Gelir fazla olduğundan, o da bazı refah standartlarını gerçekleştirmeye yetiyordu. Örneğin, Libya’da sağlık, eğitim, konut ve bir çok sosyal refah standartları halka bedava olarak sunuluyordu. Bu ülkelerde sağlık sorunları ciddiyetle ele alınmış ve fiziksel, malzeme boyutunda dünyanın en ileri düzeyli sağlık tesisleri inşaa edilerek, halkın hizmetine sokulabilmiştir.
Yukarıda ifade ettiğim gibi, diktatör yöneticiler kafalarında bağnazlıktan ve aşırı dincilikten uzak, hayranlık duydukları batı standartlarını ve imar hareketlerini kendi ülkelerine getirme gayretinde olmuşlardır. Diktatörleri devirerek, özgürlük savaşçıları şeklinde ortaya çıkan ve halklara demokrasi ve refah sağlayacağız şeklinde vaatlerde bulunan ve güçle iktidara gelenler, eskiyi aratacak şekilde, halkın demokratik ve özgürlük haklarını kısmaya başlamışlar ve en ağır uygulamaları devreye sokmuşlardır. İşin kötü tarafı, çağdaş ve iyi kötü laik yönetimden uzaklaşılarak, tıpkı İran’da, Şah’tan sonra olduğu gibi, koyu bir taassup, din istismarı ve aşırı muhafazakarlığa dayalı acımasız bir rejim ortaya çıkmaktadır. Ülkeler giderek batılı ileri ve çağdaş standartlardan uzaklaşmakta, adına Müslüman kardeşler denilen aşırı ve tutucu, bağnaz insanların yönetimine girme durumunda kalmışlardır. Bu durum üzüntü vericidir.
Öte yandan, bir zamanlar bizim yöneticilerimizin can ciğer kuzu sarması oldukları Suriye ve Beşar Esad rejimine karşı, Türkiye’nin herkesten fazla kralcı olma ve reaksiyonel hareketleri dikkat çekmektedir. Türkiye, başka işi yokmuş gibi, Suriye halkının haklarının ve sorumluluklarının koruyuculuğuna soyunmuş ve mevcut Esad yönetimi ile köprüleri bir daha tamiri imkansız şekilde atmıştır. Bu durum, Türkiye’nin Suriye ile olan işbirliği ve dış ticaret bağlarını yani, hayati önem taşıyan ihracatı, olumsuz etkilemektedir.
Tüm Arap alemi Suriye’deki gelişmeleri kayıtsız ve kılını kıpırdatmadan izlerken, Türkiye’nin kraldan fazla kralcı ve Suriye’ye demokrasi getirme misyonunu anlamak mümkün değildir. Oysa, başta Kuzey Irak olmak üzere, Irak’ta yaşayan, sayıları üç milyonu aşkın, özbe öz Türk kanı taşıyan kardeşlerimiz vardır. Bunlar yıllardan beri can ve mal güvenliğinden yoksun biçimde, itilip kakılmakta, katliamlara maruz kalmakta ve ne yazık ki, kaderleri Irak Kürt idaresinin takdir ve insafına terkedilmiştir. Türkiye’yi yönetenlerin, kafalarını kaldırıp, Suriye yerine Irak’taki Türk kardeşlerimizi düşünmeleri gerekir. Bu Türkler, Osmanlı Türk İmparatorluğunun bakiyeleridir. Ağırlıklı olarak Kerkük, Musul, Süleymaniye, Telefer bölgelerinde kendi kaderlerine terkedilmiş şekilde yaşamaktadırlar. Diğer taraftan, Iraklı Kürtler kendi idarelerini kurmuşlar, Başkanlar, Bakanlar, Yöneticiler tayin etmişler, Irak Parlementosuna büyük bir çoğunlukla girmişler, Irak’ın Cumhurbaşkanlığını ve Dışişleri Bakanlığına ve birçok teşkilatlarını ele geçirmişler, dış ülkelerde büyük itibarla, muamele görüp, asıl hedefleri olan bağımsız bir Kürt devleti kurma aşamasına gelmişlerdir. Türkiye ve Irak Türkleri bu duruma seyirci kalmamalıdır, kalamaz. Kuzey Irak’ta, Kıbrıs’ta olduğu gibi, derhal bir Kuzey Irak Türk Yönetimi, hatta Kuzey Irak Türk Devleti kurulmalı ve Kürtlerle en azından eşit duruma gelinmesi hedeflenmelidir. Bizim birinci önceliğimiz, Suriye vs. değil, özbe öz Türk olan Iraklı Türklerdir.
Durumlar göstermektedir ki, Türkiye’nin sıfır sorun iddiasıyla çıkan Orta Doğu politikası, giderek bir açmaza yönelmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkileri ortadadır. Türkiye 50 yıldır oyalanmakta, bir arpa boyu yol alamamaktadır! Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmesi için öngörülen 31 sektör başlığından sadece biri kapanabilmiş, 13’ü üzerinde müzakereler umutsuz tarzda sürmekte, diğerlerine ise dokunulamamıştır. Türkiye’den, daha geri ekonomik ve sosyal standartlara sahip olan Estonya, Litvanya, Macaristan, Polonya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeler AB üyesi olmuş, Türkiye bekletilirken, Hırvatistan’ın üyeliği kesinleşmiştir. Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri ümitsiz bir vaka olup, bu durum ne denirse denilsin Türk-Amerikan ilişkilerinde olumsuz rol oynamaktadır. Herkes tarafından bilinmektedir ki, ABD’nin İsrail’den ve Ürdün’den vazgeçmesi mümkün değildir. Aslında, dış politika bir çıkar ilişkisidir. Benim nerede çıkarım varsa, hangi ilişki bana fayda sağlayacaksa ve ülkeme olumlu katkı getirecekse, o ilişkiyi geliştirmek gerekir.
Ne yazık ki, Türkiye son yıllarda, asli menfaatlerinin dışında, her taşın altına elini sokarak, hayati ilişkilerini menfaat sağlayacağı yerde, bozmaktadır. Sıfır sorun politikasının geçerli olmadığı ülkeler arasında, Fransa hatta Almanya bulunmakta, Ermenistan ile sorunlar Türkiye’nin aleyhine olacak tarzda gelişmektedir. Türkiye’nin bir an önce kendi asli menfaatlerini düşünerek, dış politikada doğru yolu bulması şarttır.