SAFİYE EROL üzerinde araştırmalar yapan geleceğin yıldız romancısı
SEVÂL GÜNBAL ile SAFİYE EROL üzerine…


GİRİŞ:

Bugün, gelecek vaad eden genç bir bayan yazarımızla, bir başka yazarımız hakkında konuşacağız.

Salon romanları yazan birçok bayan yazarlarımızı hesaba katmaz isek, Türk romancılığı bayan yazarlar bakımından hayli kısırdır. Bunların içerisinde sacayağı oluşturan üç isim vardır ki; onlar romanlarında tarihimizi, kültürümüzü, edebimizi, irfanımızı; güzel Türkçemizi kuyumcu titizliği ile işleyerek; dünü ve yaşadıkları günü geleceğe taşıyan ölümsüz eserler kaleme almışlardır: Sâmiha Ayverdi, Safiye Erol ve Münevver Ayaşlı.  

 
Yazar Safiye Erol, Edirne’nin Uzunköprü ilçesinde 2 Ocak 1902 tarihinde doğdu. 62 yaşında iken 7 Ekim 1964 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Anne ve babası, Makedonya’dan göç etmişlerdi. Aile, 1906 yılında İstanbul’a taşındı. Üsküdar’da Selimiye Mahallesi’ne yerleştiler. 1911 yılında, 9 yaşında iken ‘Yedi İklim’ başlıklı yazısını yazdı. Yazıda, içerisinde 5 yıl yaşadığı evi şöyle anlatıyordu: ‘O ev hâlâ duruyor. Biraz eskimiş, havaî mavi yağlı boyası aşınmış, fakat hâlâ gözümü, gönlümü okşuyor. Her zerresinden güzellik, mubâreklik sızıyor. Hareminden nağmeler, besteler dalga dalga havalanıyor. Kapısı dibinde kümelerle gece safâsı bitmiş.’

İstanbul’da Duyun-ı Umumiye İdaresi’nde çalışan babası Sâmi Bey, kızındaki edebiyat cevherinden haberdardır. O’nu İlkokuldan sonra, batı eğitim sisteminde yetişmesi için Fransız Mektebi’ne verdi. Liseye Haydarpaşa’daki Alman Lisesi’nde başladı, Beyoğlu’ndaki Alman Lisesi’nden diploma aldı.
 
Liseyi bitirdikten sonra Almanya’ya tahsile gitti. Doktora tezini verdikten sonra 1926’da İstanbul’a döndü.    Kitapları, 2001 yılında hakkında düzenlenen bir toplantıdan sonra yayınlanmaya başladı. Böylece Türk Edebiyatı Dünyası, Safiye Erol’u, 50 yıl sonra keşfetmiş oldu. Ciğerdelen,  2001 yılında yayınlandı. Ardından her yıl iki tanesi olmak üzere diğerleri tâkip etti: Dineyri Papazı, Ülker Fırtınası, Kadıköyü’nün Romanı, Makaleler ve Çölde Biten Rahmet Ağacı.

Safiye Erol, Türk Edebiyatı’nın mühim bir ismi olmanın ötesinde, bir seviyedir. Eserleri yalnızca dikkatli edebiyat severler tarafından okunmak için değil, üniversitelerde lisan üstü çalışmalara malzeme olacak değerdedir.  Bu uyanık ve tahlilci kafa, ele aldığı bir meseleyi didikleyip teşrih masasına yatırdıktan sonra öyle bir terkibe götürür ki, artık önünüzde parçalanmış meselelerin yerine, toparlanmış bir bütün görürsünüz.

OĞUZ ÇETİNOĞLU


Oğuz Çetinoğlu: Safiye Erol’a ilginiz hangi etkenlerle oluştu?
Sevâl Günbal: Romanlarını okumakla oluştu. ‘Ciğerdelen’ romanı beni diğer romanlarına götürdü. Zengin kültür ve bilgi birikimini eserlerinde bir kanaviçe gibi işlemesinden çok etkilendim. Bazı şiirlerin bazı yaşları beklemesi gibi bazı kitaplar da okuyucusunu bekler; ama bazı yaşlar ve okur da bu arada boş durmaz tabi, arar o kitabı. Canıyla, kanıyla, dipdiri yaşarken arar. Tam da bu noktada karşıma Safiye Erol çıktı. Onun eserleriyle tanıştım. Safiye Erol’u tanımak, benim için sadece bir yazarın gerçek hikâyesinin derinini bilmek değildi. Kaldı ki onu tanımak, bir yerde bir dostu tanımaktı. Bu yüzden Safiye Erol’la ilgim hayranlığın bir adım ötesinde.
Çetinoğlu: Safiye Erol ile ilgili çalışmalarınızdan söz eder misiniz? Neler yapıyorsunuz,     çalışmalarınız ne safhada, hangi yolla ve ne zaman gün ışığına çıkacak?
Günbal: Safiye Erol hakkında özellikle son üç yıl içerisinde çok yoğun araştırma yaptım. Çok güzel kaynaklara ulaştım ve birçok insan tanıdım. Hakkında yazılan kitaplara ve tezlere, yeğeni Aydın Erol ve eşi Güngör Hanım’a, doğduğu yer olan Edirne’ye kadar uzandı bu araştırmalar. Çalışmalarımda çok zorlandığım zamanlar oldu. Güngör Hanım’la bir görüşmemizde bana; “Onun ruhu, onu sana bitirtir” demesi çalışmalarımdaki manevî gücümü daha da artırdı. Bir şekilde Safiye Erol beni çekiyordu. O’nun beslendiği ve çok sevdiği eserler, aynı zamanda benim de sevdiğim eserlerdi. Bu süre boyunca aklımda bir roman düşüncesi vardı. Zihnimdeki karakter ile Safiye Erol’un hayatı arasında çok büyük paralellik vardı. Romanımın kaynağına ulaştığımı sezdim. Böylece kaynağını onun hayatından aldığım bir roman yazmaya başladım. Çünkü o beni çok etkilemişti. Çalışmalarım ise bitmek üzere.
Çetinoğlu: Bu çalışmalarınızdan nasıl bir sonuç elde etmeyi, hangi hedefe ulaşmayı tasarlıyorsunuz?
Günbal: Sadece manevî borcumu ödemek istiyorum. İnsanların arasında maddî kıymetlerle ölçülemeyecek şeyler vardır. Bu insan artık hayatta olmasa bile size tesir ettiği kadarıyla anılmayı hak ediyordur. Tabii bir de içinizde olanı paylaşıp rahatlama ihtimali var. Bu da az şey değil.

SAFİYE EROL’UN ARDINDAN YAZILANLAR:

‘O’nun muhteşem bir kuyruklu yıldız gibi ufkumuzu, hem de sessiz sedasız terk ediverişini kabullenmek çok güç. Fakat bana asıl, Safiye Erol gibi değerli bir kadının dünyamızdan çekilişine karşı gösterdiğimiz inanılmaz kaygısızlık, lâkaydi ve bîgânelik güç geliyor.’
*   *   *   
‘Bir gün, eserlerini ve hayatının derin köşelerini incelemek fırsatını bulanlar onun gizli bir hazine olduğunu görecekler, fakat buna şaşmayacaklar. Edebiyatımızı âdil bir anlayışla tetkik edenler ise, onun Ciğerdelen adlı romanındaki üç efsanenin nasıl olup da mektep kitaplarına, Türkçenin en güzel örneklerinden biri olarak geçmediğine hayret edeceklerdir.’
*   *   *   
‘Yunan, Hint, İslâm felsefesini kusursuz bir vukufla tetkik etmişti. Bu üç felsefenin terkibini modern felsefenin ışığı altında tarifsiz bir ustalıkla yapardı. Mesnevî hikâyelerini modern psikolojinin mefhumlarıyla anlatmasında ve bu hikâyeleri günümüzün vâsıl olduğu gerçekler içinde izahında O’nun terkipli ve müstesna zihin yapısını görmek mümkündü.

Evet... Yapardı, ederdi, derdi... Safiye Erol'u bu dünya plânından alıp götüren gerçek, ölüm adlı o büyük vaiz, bütün bunlara son verdi. O’nunla başlamış olan bir harikalı rüya yine onunla bitiyor. Safiye Erol çağımızın âvâre ve vefasız çocukları için fazla gelen bir dozdu. Bunu çok iyi bilir, anlar ve müsamaha ile karşılardı. Esasen O’nun en büyük hasletlerinden biriydi bu engin müsamaha... Bütün ifratlar, şedit hükümler, müsamahasız görüşler O’nu her yerde ve her şartta incitiyordu. Ve zannediyorum, bu O’nu, hayatta her şeyden fazla incitiyordu.’
*   *   *   
‘Vefatından üç gün evvel yapacağımız bir kış çalışmasının plânını yapmıştık. Her sefer olduğu gibi, o gün de kendisinden pek çok şey öğrenmiştim: ‘Bütün bildiklerimi sana aktarmak istiyorum. Her şeyi bildiğim kadar öğretmem mümkün. Bir tek istisnası var bunun: Aşk! Evet! Kardeşim, aşk... İşte o, söz ile, saz ile öğretilmez. O, yaşaya yaşaya canını adaya adaya öğrenmen gereken ve varlığının bütününü esirgemeden içine atacağın bir ateştir. Belki de dünyaya gelişimizin tek sebebi, tek hikmeti... Ancak bunu gerçekleriyle yaşadığın zaman insan, arzuladığımız insan olmak mümkün! İşte o imkânı yaşamış ve elde etmiş insandı... Yazık oldu.’
NEZİHE ARAZ
 
 
‘O İslam-Türk medeniyetinin nankör ve bedbaht yıkıcılıklara, köksüz ve anlayışsız zorlamalara yenilmeyen kadın mümessillerinden biri idi. Safiye Erol bu yalan dünyadan, bir varmış bir yokmuşlar âleminden göç etti ve biz bir ‘hanımefendi’yi kaybettik. ‘Hanımefendi’nin taşıdığı mânâyı bilenler, Safiye Erol'u tanımasalar da bu ölüme, O’nu tanıyanlar kadar yanacaklardır.’
*   *   *   
‘O’nun Ciğerciden ve diğer eserleri her Türk'ün evinde bulunması gereken kitaplardan biridir. Bana kalırsa yazarlığının tek sebebi tadına ve değerine vardığı medeniyetimizden aldıklarını yayabilmek arzusu idi.’
*   *   *   
‘Safiye Erol artık yok ve biz üzgünüz. Fakat ben inanıyorum ki O, hayatın kendisine eşit tuttuğu İslâm-Türk dünyasından ve iyi insanlar kadar sevdiği kedilerinden ayrılırken üzgün değildi, dudaklarında o hanımefendi gülümseyişi vardı. Çünkü O, Âdem ile Havva'dan beri istisnasız olarak sürüp gelen, gene istisnasız olarak kıyamete kadar sürecek olan insan macerasını pek güzel ve en doğru şekilde hükme bağlamıştı. Çünkü o bir Müslüman-Türk hanımefendisiydi.’

TARIK BUĞRA

‘Safiye Erol’un Ciğerdelen adlı romanı, dehânın yanından sıyrılıp geçen çok kuvvetli bir eserdir.’
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ


Çetinoğlu: Araştırmalarınızın sonucunda elde ettiğiniz bilgilere göre; Safiye Erol nasıl bir insandı? İç dünyasını, hedeflerini, hayallerini, başarılarını ve diğer hususiyetlerini anlatır mısınız?
Günbal: Gerçek anlamda yaşamış biri. Bir kere hayat dolu bir kadın, yaşamayı biliyor. Gün ağarmadan yürüyüşe çıkıyor, eve dönüşte balkonunda sabah kahvesini içiyor. Aynı zamanda sporcu da. Başarılı bir yüzücü. Tenis oynamayı seviyor. Hayatının tadını çıkarmayı biliyor yani. En yakınındakiler onun hep neşeli olduğunu ve sürekli okuduğunu söylüyor. Yazdığına hiç şâhit olmamışlar. Gecenin bereketinden istifade ile gizlice yazdığını düşünüyorum. Yakınları da böyle söylüyor. Doğu ve batı edebiyatında çok yetkin. Fransızca, Almanca, Farsça ve Arapçaya hâkim ve bu dillerde yazılmış eserlerle de bağı çok güçlü. Özellikle makalelerinde Hindistanlı şair Tagore’den alıntılara çok sık yer verir. Türk Halk Edebiyatı, masallar ve Yunus Emre’nin izi de eserlerinde görülür. Âşıkların deyişlerine yer verir. Bir ozan edasıyla kendi türküsünü yazar Safiye.
Almanya’da doktorasını yapıp, Türkiye’ye döndüğü zaman bazı mecmualarda köşe yazıları yazar. Bir süre siyasetle de uğraşır. Bütün yaşama sevincine rağmen, bir münzevinin yürek yangınını duyarsınız romanlarında. Edirne ve atalarının mirası O’nun hayat dinamikleri arasında. ‘Dineyri Papazı’nda, Gülbün’ü yeniden hayata döndüren bu güçtür.
Çetinoğlu: Safiye Erol’u en çok kimler tanımalı, O’nu tanımakla kazanımları ne olacak?
Günbal: İnsanların ortak acıları vardır. Dünyanın herhangi bir yerinde aynı acıları yaşayan onlarca insan bulabilirsiniz. Eserlerini okuduğumuzda kendi acılarımızın da kaynağına vardığımızı görürüz. Bir nevi iyileştirici güçtür o.
Çetinoğlu: Safiye Erol’un romanlarındaki ana temalar ve makalelerinde ele aldığı konular hakkında bilgi verir misiniz?
Günbal: Batıda eğitim görmüş, manevî değerlerini muhafaza eden, ülkesine hizmet etme amacı taşıyan idealist kadın karakterlerin, genellikle toplumun kabul etmeyeceği bir ilişkiyle sarsılıp, ilahî bir aşkla yeniden dirilişini anlatır. İnsan iki yokluk arasında ister istemez üreyen bir varlıktır.
Makaleleri de konuları itibariyle romanlarının özünü oluşturur. Kâh aşktan, kâh yolculuklarından, mûsikîmizden, âşık edebiyatından kendi sarsıcı üslubu ile bahseder. Safiye Erol’un üzerine aşk öyle bir sinmiş ki elini değdiği her işten alnının a(ş)kıyla çıkmış.
Çetinoğlu: Bayan edebiyatçılarımızın sacayağı oluşturan isimleri; Sâmiha Ayverdi, Safiye Erol ve Münevver Ayaşlı’dan sonra edebiyatımızın seviyesi hakkındaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Günbal: Her zamanki gibi iyi, kaliteli ve bir üslup sahibi olanlar göz ardı edilmekte. Görünürdekilerin durumu malum.
Çetinoğlu: Safiye Erol, yazı hayatında ve günlük yaşayışında hangi düşünce, duygu ve kavramları merkeze yerleştiriyordu?
Günbal: Aşk.
Çetinoğlu: Safiye Erol’un kullandığı Türkçenin özellikleri nelerdi?
Günbal: Bir röportajında “Yeni dil ile aranız nasıl?” sorusuna; “Tanımıyorum öyle bir şey, benim bir anadilim var, başkasını bilmiyorum,” diyor. Bu aslında O’nun romanlarında kullandığı dilin özelliklerinin de hangi yönde olduğunu açıklıyor. Dilden kelime atmaya inanmıyor. Annesinden, babasından duyduğu kelimeler var dilinde. O dilin içerisinde Farsça, Arapça kelimeler var. Almanya’da eğitim görmüş olduğu için Fransızca ve Almanca kelimelere de çok sık rastlıyoruz. O’nun dili bütün bu dillerden soyutlanmamış, aksine zenginleşmiş ve özünü yitirmemiş bir Türkçe. Bütün bunlara rağmen çok anlaşılır, akıcı ve yalın bir dili olduğunu söyleyebiliriz Erol’un.
Çetinoğlu: Günümüzde; Safiye Erol’un çizgisini devam ettirmek isteyen yazar adaylarına rehber olmanız istenirse, neler söylersiniz?
Günbal: Hazırlansınlar.
Çetinoğlu: Safiye Erol ile röportaj yapma imkânınız olsa idi, kendisine nasıl bir soru yöneltirdiniz?
Günbal: Eğer Almanya’da tanıştığı genç ile Hindistan’a gitseydi, hayatı ne yönde değişirdi?
Çetinoğlu: Hayatını, romanlarını ve makalelerini incelemek suretiyle tanıdığınız Safiye Erol, bu sorunuzu nasıl cevaplandırırdı?
Günbal: ‘Hallerimiz hep nasip meselesidir.’
Çetinoğlu: Sizce yazı sanatının harcını ne ile karmak gerek?
Günbal: Sabırla.
Çetinoğlu: Bu röportajı siz yapsaydınız, nasıl bir soru sorardınız?
Günbal: ‘Neden Safiye Erol?’
Çetinoğlu: Sorduğunuz sorunun cevabını da lütfeder misiniz?
Günbal: Hayat…
Çetinoğlu: Teşekkür ederim.
Günbal: Ben teşekkür ederim. Kolaylıklar dilerim…



SEVÂLGÜNBAL:
1985’de Ankara’da doğdu. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Ardından İstanbul Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydoldu. Tahsile devam ediyor. Varlık, Yasak Meyve, Akatalpa, Deliler Teknesi gibi çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. dünyabizim ve sanatalemi.net gibi kültür haber sitelerinde köşe yazıları ve haberler yazdı.

İlk romanına hazırlanıyor.