Kadın kapıdan çıkarken döndü arkasına ve sessizce mırıldandı,

“Sensiz öyle bensizim ki…”

                                                   *

Yürekleri zırhlı, kulakları tıkalı insanların diyarından geliyorum. Gözlerim Nerede, Molly?

                                                                                                    MOLLY 

                                                                                 Çok yakında tüm kitapçılarda

     Kar yağmaya başladı sevgilim. En çok bu mevsimi severdin. Mevsimin en çok da bu halini. Yer, gök, ağaçlar, evlerin çatıları, ağaca yaslanmış bisikletin silueti, park halindeki araçların üzeri ne kadar beyaza bürünürse o kadar yüzün gülerdi. Elin, yüzün tıpkı bir çocuk gibi kara bulanır, ıslak ellerinle yüzüme dokunmaya çalışırken ne de muzip olurdun. Benim soğuğu sevmediğimi pekâlâ bilirdin ve sırf bunun için benimle kartopu oynamaya bayılırdın. Kırmamak adına, ellerim ayaklarım buz kesse de, sırf yüzündeki o mutluluğun silinmemesi için saatlerce oynardım. Mutluluğun örselenmeye başlardı nedense bir zaman sonra. İçine bir şey otururdu. Hissederdim. Gözlerin dolar, ağlamaklı yanıma koşardın. 

“Çok mu üşüdün?'' diye sorarken, nefesinin ısısıyla tüm bedenim yanmaya başlardı. Elimi, yüzümü, burnumu, üstümü başımı temizler, sanki saatlerdir oynayan sen değilmişsin gibi hiç üşümeyen sıcacık ellerinle ellerimi tutardın. Soğuk ellerimi ısıtmaya çalışırken hiç irkilmez, üşümezdin. 

”Beni çok mu seviyorsun?” diye sorardın ardından. 

“Biliyorsun…”  dediğimde, yine o şımarık tavrını takınır, yüzünü buruşturur; “Bilmiyorum” deyip sırtını bana dönerdin.

 Ellerim ellerinden uzaklaştığı anda, vücut ısım tekrar düşmeye başlar, mıknatıs gibi sana doğru çekilirdim. 

“Bildiğini biliyorum” der tekrar elimi elinin üstüne yapıştırırdım. Ellerimizi gösterip; “Biz buyuz işte” derdim. Anlamazlıktan geldiğin hallerin her şeklini kafama kazımıştım. Hatta gözü kapalı tüm tavırlarını, mimiklerini bilebilirdim. Sen, benim en iyi ezberlediğim şeydin.

Masanın üzerindeki elime gözüm takılıyor. Tek başına duran soğuk elime. Masayı büyük bir özenle hazırladığım, şamdanları yerleştirip, kadehleri büyük bir itinayla tabakların yanına yerleştirdiğim elime… 

Üşümüş gibiyim. Cebimden kibriti çıkartıp mumları teker teker yakıyorum. Kokulu mum bulamadım. Biliyorum sen kokulu olanları seversin. Özellikle de vanilya ve tarçınlı. İnan aradım. Her zaman aldığımız yere baktım. Artık gelmiyormuş. Vanilyalı ve tarçınlısı pek tercih edilmiyormuş. Kayısılı, şeftalili, portakallı var dedi. Bu sene en çok bunlar gidiyormuş. Almadım elbette. Sen sevmezsin ki! Bulana dek kokusuz olanlarla idare edeceğim artık. Zaten sen yokken kokulu mumun ne anlamı olacak ki? 

Kar hızını arttırdı. Cama değen her beyaz, senin... İçerde yanan tüm mum ışıkları senin… Gözümdeki yaşların hepsi senin… Elimde tuttuğum, sana vermeyi bir türlü beceremediğim kutu da senin. Yarım kalan her şey senin… Olsun… 

Ne dememi istiyorsun? Evet. Seni çok seviyorum. Olsan da olmasan da. Sevsen de sevmesen de. Dönsen de dönmesen de. Çalan müziği unutmuşum, elbette o da senin.  Gel, gel de geçsin üşümelerim…

Sevda Kaçsın Çayınıza.