Bir psikiyatrist geçenlerde anne babalara tavsiyede bulunuyor:
“Çocuğunuz sizin denginiz değildir. Dolayısıyla hayır diyorsanız, hayır olsun. Kesinlikle fikir değiştirmeyin. Cevabınızın nedeni hakkında sonu gelmeyen tartışmalara girmeyin. Aranızdaki tartışma uzadıkça, çocuğunuz hayır cevabınızı bir karardan çok soru gibi algılayacak. Çocuğunuz ağlayıp sızlayarak ya da yalvararak kararlılığınızı sınayabilir. Böyle bir durumla evde karşılaşırsanız ne yapabilirsiniz?
Loving Without Spoiling adlı kitapta şöyle deniyor:
‘Eğer böyle ağlayıp sızlayacaksan tamam, sen bilirsin, ama ben bunu duymak istemiyorum. Odana git. Ağlaman geçene kadar orada kalabilirsin.’ Böyle kesin bir tavır almak ilk başta sizin için zor olabilir, çocuğunuz da bu tavrı kabul etmekte zorlanabilir. Fakat sizin ne kadar kararlı olduğunuzu fark ettikçe büyük ihtimalle inadı kırılacak.”
* * *
Hayır demek bazen kolay, bazen zordur.
Yani karşınızdakinden bazı çıkarlarınız varsa zor, hiçbir müdaneniz yoksa kolaydır.
Bu dostluk ilişkisinde de böyledir, iş ilişkisinde de…
Bu konuda en acınası durumda olanlar ise siyasilerdir.
Her “Hayır”ı bir oy kaybı olarak düşündüklerinden ağızlarından o kelimeyi çıkarmaktan korkar, “bakarız, düşünelim, inceleyeceğiz, neden olmasın, bugün git, yarın gel” gibi bahanelerle talebi savuşturmaya çalışır.
* * *
Bu ekonominin sürdürebilir olmadığını, sendikaların her talebinin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını her Kıbrıs Türkü gibi ülkeyi yönetenler de bilir.
Ülkeyi yönetenler, gereksiz müşavirlerin ülkeye verdiği yükün farkındadır.
“Beş saat çalıştır, gerisini mesai öde” sistemin “error” verdiğinin farkındadır…
Üretmeden tüketmenin diğer ülkelere bağımlılığı artırdığının farkındadır, ne var ki, bu al gülüm -ver gülüm ilişkisinden ötürü boyunları kıldan incedir.
Dünya Bankası Raporlarına göre KKTC’de, bir öğretmene düşen öğrenci sayısı ve ders yükü çok az olarak belirtilirken, bazı öğretmenlerin tayine ayak diremesi yüzünden birçok okul öğretmensizlikten ders yapamıyor.
Bizim kuzu hükümet “tayin ettim, ister git, ister gitme” diyemediği gibi, “senin haftalık çalışma saatin şu kadar, eksik çalışıp tam maaş alamazsın” gibi basit bir cümleyi dahi kurmaktan çekiniyor.
Sendikaların, “Kamuda ifa ettikleri görev sebebiyle kamu görevlilerine verilen tahsisatlar aynı görevi ifa eden KTHY eski çalışanlarına da verilmelidir” sözlerine, “tahsisatın, mesainin anlamını biliyor musunuz? Çalışmayana tahsisat nasıl verilir, bunun kılıfı, meali nedir” diye de soramıyor hükümetimiz.
Arada Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, “nerden bulursan bul diyorsunuz, nereden bulunacak; Türkiye’den isteyeceğiz” sözleriyle “Türkiye ne paranı, ne seni” diyen sendikalara hatırlatmada bulunsa da ciddi bir kararlılık gösterilemiyor sendikalara karşı.
Özetle, siyasiler sendikalardan korkuyor bu ülkede.
Hem de fena korkuyor…
O yüzden, oy hesapları doğrultusunda hareket etmeyen, ülkenin çıkarını kendisinin ve partisinin çıkarının önünde gören, günü kurtarma değil, geleceğe imza atma derdinde, elini masaya vuracak, reformist, tarihe adını yazdıracak korkusuz liderlere ihtiyaç olduğunu söylüyor, Anavatanı örnek gösteriyoruz.
- Öneriniz ne? 29.01.2023
- BM Barış Gücü’nü niye istemiyoruz? 06.10.2022
- MACRON VE BİZİM LİNOBAMBAKİLER 04.09.2022
- Bugün siz susacaksınız, bedel ödeyenler konuşacak! 14.08.2021
- Küresellik zinciri kırılıyor mu? 20.03.2020
- ‘Kıbrıslıtürk’ün bir üst sürümü: Kıbrıslılık 24.02.2020
- İstemezler Korosu 16.12.2019
- Bağdadi ne kadar teröristse PYD/PKK elebaşıları o kadar terörist 29.10.2019
- Türk’ün Arap’la imtihanı 20.10.2019
- KKTC doludizgin 24.09.2019
Yorumlar