Yunus olmak gerek, 

Yunus gibi sadık olmak gerek,

Yunus gibi fedakâr olmak gerek,

Yunus gibi sebatkâr olmak,

Yunus gibi çilekeş olmak gerek.

Yavuz olmak kolay, asıl mesele ve erdem Yunus olmada.

Kırmak değil, birleştirmek,

Yıkmak değil, yapmaktır. 

Yunus Emre gibi hatadan dönmeyi gururuna yediren ve teslim olmayı başaranlardan olmalıyız.

  Zaman gösterdi ki aynı fikirde olanlarla anlaşmak değildir.
ERDEM.
  Asil mesele farklı fikir ve düşüncelerle bir arada kalabilmek ve tahammül edebilmektir.
Katılmadığın görüş ve fikirlere de saygı duyabilmektir. Farklılıklar ayrışmamıza vesile değil tam aksine zenginliğimizdir. 

Bu görüşleri zamanımızdan asırlar önce ortaya koyan Yunus Emre aslında çağımıza şimdilerde daha net bir şekilde hitap etmektedir.

Bazen öyle çok hayat gailesinin içinde boğuluyoruz ki, insan olarak yaşadığımızı bile unutuyoruz. Bir telaş, bir umut, bir hırs veya bir kararsızlık içinde koşuşturup duruyoruz. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecek gibi ahirete çalış demişler, demişler ya... 

Pekiyi ölen kim?

Çalışan ne? 

İnsan nedir? 

Bize derlerdi ki: Şu nefes alıp veren mi ya da ortada dolaşan et ve kemik yığını mı, yoksa başka bir şey mi?

İşte ruhunu hayatı içtimaiyenin içinde iken öldüren Yunus Emre Hazretlerini kendimize örnek almalıyız.

"Anadolu’nun iç aydınlığı" bütün Anadolu'nun sevgilisi, insan sevgisinin, hoşgörünün sınırlarını,

“Yaradılmışı hoşgör

Yaradan’dan ötürü

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil.”

  Gibi söyleyişlerle kimseye nasip olmayacak ölçüde genişleten Yunus Emre (1240-1320) bir başka dünyanın insanıdır. O bu dünyaya, insanlara, insani temsil kabiliyetini öğreten bir şahsı kebirdir.

  “Kişi kendin bilmek gibi devlet olmaz” der. Gerçekten de bütün kâinatın sahibi ve Yaradan’ı adına idarecisi olan insanoğlu öyle zamanlar olur ki kendi varlığından bi haber, kendi değerinden habersiz, bulunduğu sultanlık makamından azade dolaşır durur... 

Çoğu kez kendini hiç yerine koyan nice süper insanların yaptıkları hatayı anlayarak, pişmanlık gözyaşlarına tarih şahittir... Bunlardan biri de Yunus Emre Hazretleridir. 
Tapduk Emre’nin dergâhında yıllarca hizmet eder, çileye girer, çileden çıkar ama bir türlü kendi kendinin gönül makamına kalbinden iman edemez. 

Yunus, Emre’sinden habersiz gönlünden geçirir durur. Dergâha dümdüz odunlar getirir. 

Odun nedir? 

Ormanda düz odun olur mu? 

Yoksa bu odunları düzeltir de mi getirir? 

Yoksa odun bir sembol müdür? 

Bunlar bilinmez. Ama canından çok sevdiği Tapduk Hoca’sının karşısına odun dahi olsa, eğri büğrü olanları çıkarmaktan ar edinir. Önce onları lisan-ı hal ile düzeltir, sonra hocasının divanına getirir. Lâkin yine de kendinden habersiz yaşar dururmuş. Ermek istermiş, oysa ham meyve dahi erip olgunlaşmak için bahar güneşinde hatta bazıları yazın kavurucu güneşinde pişerken, kavrulmadan pişmek imkânsızmış. 

Yunus bu konuda bir dilekte bulunsa "Sen hâlâ dünya kokuyorsun" deyip savuşturur.

Yunus da yıllarca hizmet ettikten sonra, kendisinin bir türlü olgunlaşamadığını, hâlâ ham olduğunu “zan” etmiş. Bir gece ansızın gönül dergâhından firar etmeye karar vermiş. Öyle ya, ham kaldıktan sonra güneşin yanında olmanın ne manâsı varmış ki?

  Yunus "Herhalde benim nasibim burada değil, bir başka şeyhin kapısında" diyerek Tapduk'a dahi haber vermeden dergâhı terk eder. Ama dergâhtan uzaklaştıkça içini bir hüzün kaplar. Tapduk Emre'nin kapısında en basit işleri yaparken bile gönlünde bir aydınlık, bir ferahlık, bir yumuşaklık gider. Dergâhtan ayrılalı gönlü kararmış, katılaşmıştır, uzaklaştıkça içini Tapduk'a ve dergâha karşı bir hasret kaplar.

Bu yolculuk sürerken bir akşam vakti yedi kişilik bir başka yolcu grubuna rastlar. İçini kaplayan hüzün ve hasrette belki bir hafifleme olur diye kendi de onlara katıldı. Yol arkadaşları ermiş kılıklı, yaşlıca insanlardı. 

Güven veren halleri vardı. Birlikte sürdürülen bu yolculuk sırasında bir an geldi ki hiçbirinin çıkınında (azık çantası) bir şey kalmadı. 

Bir yerde mola verdiler, açlık canlarına tak etmişti. Bu yedi arkadaştan biri ellerini kaldırıp Yaradan'a niyazda bulundu. Bu dua ve yakarmanın akabinde önlerinde türlü yiyeceklerle donanmış bir sofra peyda oldu. Yediler içtiler Rablerine şükrettiler. Bundan sonra bu yedi yolcudan her biri yolda acıktıkça dua etti ve yemekleri ilahi bir lütuf olarak ikram edildi. Sonunda dua sırası Yunus'a gelmişti.

Yunus soğuk terler döküyordu. İşin içinde mahcup olmak vardı. Yol arkadaşlarının her biri Allah katında makbul kişilerdi ki duaları kabul görüyordu. Kendinin böyle bir imtiyazı yoktu. Ama duayı yapacaktı, çaresi yoktu. Bütün varlığı ve içtenliğiyle Allah’a yalvardı:

  "Ya Rabbi, şu yol arkadaşlarım sana kimin yüzü suyu hürmetine yalvarıyorlarsa ben de onun yüzü suyu hürmetine yalvarıyorum, beni mahcup etme..." 

Bu duanın arkasından öncekilerin iki katı yiyecek içecek lütfedildi. Şaşkınlık sırası yedi yolcudaydı.

 Sordular:

Ey arkadaş, sen kimin hürmetine dua ettin? 

Yunus,

Önce siz söyleyin dedi. 

Açıkladılar:

Biz Tapduk Emre'nin dergâhında Yunus adında çok makbul ve muteber bir derviş varmış onun hürmetine Allah'a yakarmıştık.

Yunus esas şimdi mahcup olmuştu. Yunus'un kendisi olduğunu açıklamaya utandı. 

Tapduk Emre'ye karşı da kalbini bozmuştu. 

Yunus perişan, 

Yunus mahçup, 

Yunus pişman vaziyette Tapduk Emre’nin kapısına varmış...
Hocasının kapısını çalacak cesareti bir türlü kendinde bulamamış. Hocasının eşi “Cici ana”ya derdini anlatmış, pişmanlığını arz etmiş. Ana da hocasının, Yunus’un hasretiyle ağlamaktan gözlerinin kör olduğunu dile getirmiş. 

Yunus, “Peki hocam beni af eder mi?” demiş. Cici ana, Tapduk Emre’nin kapısın eşiğine yatmasını hocasının ayağının takılıp da “Kim bu?” diye sorduğunda, ben “Yunus” derim.

Hocan “Bizim Yunus mu?” derse bil ki gönlünden silmemiştir.” 
Yok eğer “Hangi Yunus?” derse, sen var git, başka bir efendi bul kendine, demiş. Planı kurmuşlar...
  Tapduk Emre “Bizim Yunus mu?” dediğinde bütün dünyalar Yunus’un olmuş. Yunus artık Emre’sine kavuşmuş. Hâlbuki Tapduk ona Allah yolunda epeyi dereceler kazandırmıştı. Büyük bir pişmanlık içinde, bedeninden sıyrılmış bir ruh gibi akarak Tapduk dergâhına döndü ve şeyhine bu defa kendini kayıtsız şartsız teslim etti.”

Yunus gibi olmak nefsine dur deyip yeniden hocasının kapısında hizmetkâr olmak öyle kolay değil. Keşke Yunusta bulunan o nefsi terbiyenin yüzde biri bizde olabilse.


Bizleri de “Bizim Yunus” diye bağrına basacak gönül dostlarına selam olsun!...