Sen bilirsin ama o bilmez... Sen seversin ama o sevmez... Çeşitli duygular biriktirirsin içinde özlem, acı, sevinç, heyecan gibi...

Bir aşk büyütürsün ki; için artık içine sığmaz...

Platonik aşk...

Aşkın türlü hallerinden biri... Acı vereni... Dile getirilemeyeni... Dile gelemeyeni...

Aşkın gizli hali.. Bazen uzaktan bir bakışa, bazen rastgele bir gülümseyişe seni hayran eden...

Adını bile bilmediğin, her sabah durakta gördüğün bir esmer genç adam mı o?

Arkadaşının aşkı mı?

Yaşı geçkin, hayatı demlemiş, aranızdaki uzun yıllara, aşılmaz yollara “rağmen” sevdiğin fakat seni bir sevgili gözüyle göremeyecek olan üniversite hocandır o belki ...

Belki en yakın arkadaşın...

Belki iş arkadaşın...

Belki patronun...

Kim bilir kimdir senin ulaşamadığın ya da ulaşılmaz sandığın yıldızın...

Kim bilir kimdir, yaşadığın aşk ve engeller nedeniyle o, insan üstü payeler verip, hayranlığını gün be gün arttırdığın...

Bir beyaz güvercin misali masum ve bir o kadar ürkektir duyguların...

Gözünü açarsın ilk aklına gelen o...

Gün biter... Gece yastığa başını koyup gözlerini kapadığın, anda aklına gelen ilk yüz, ilk an, ilk sözler de yine o...

Üstelik yaşa başa da bakmaz ummadığın bir anda çalar kapını oyalar aklını...

Acaba o da beni düşünüyor mu?

Acaba o da beni seviyor mu?

Acaba bir gün o da beni sevebilecek mi?

Aca bir gün o da beni fark edecek mi?

Acaba ona olan hislerimi söylesem mi?

Acaba söylersem onu tamamen kaybeder ya da komik durmamı düşerim?

Gözlerini düşünürsün en çok...

Hele gülümseyişini...

Merhaba deyip öylece  yanı başından geçip gidiverişini...

Platonik aşkta hayaller vardır... Düşlersin gün içinde onu, bir şarkı duyarsın içinde o, biri geçer yoldan sanki o... Uzaktan sevdiğin bazen pek de iyi tanımadığın bir adama ya da kadına olan gizli bir hayranlık, onu istemek, arzulamak, onun tarafınmdan sevilmek isteğiyle insanı yanıp tutuştıran bir haldir bu aşk denir mi? Denilebilir mi? Kimine göre denmez... Denmemelidir... Çünkü; Bu duyguyu yaşayan kişinin sevilmeye, aşka olan ihtiyacı onu hayal alemine sürüklemiştir...

Bence; Platonik aşk ya da karşılıksız aşk bir insana en çok acı veren duygulardan biridir...

Belki o kadına ya da adama gerçekte hiç dokunamadın fakat hayallerinde, düşlerinde kaç kez tuttun ellerini, kaç kez dokundu o, saçlarına ve kimbilir kaç kez öptü seni?

Bir insanın senin aşkına karşılık vereceğini bekleyerek kaç gün geçer? kaç ay? kaç yıl?

İfade edilmemiş duygular unutulur mu, öldürülebilir mi  zamanla? Kimimiz için lise yıllarını anımsatan, başımızda kavak yellerinin estiği yıllardan kalma, masum, ürkek bir beyaz güvercin olan aşkların en güzeli... Kimimiz için ise takıntı...

Platonik aşk, karşılıksız aşk ya da gizli aşk adına her ne diyorsak işte “Rağmenlere, rağmen sevmeye  imkansız bile olsa kavuşmaya dair olan büyük bir beklentide taşır...” Bir gün sevilme beklentisi... Bir gün fark edilme beklentisi... Bir gün elde etme beklentisi... Bir gün karşılaşma beklentisi...”

Bu açıdan bakıldığında masum ve temiz bir yanı olan bu aşkın karanlık ve hiç masum olmayan yüzünü görmek aslında hiç de zor değildir...

Platonik duygular beslediğin o adam ya da o kadın bir başkasına sırılsıklam aşık ise senin onunla düşlerinde sevişmen hoş olmayacaktır...

Senin, duygularına gem vuramadığın her an zamanla  sana kendini gurursuz ve değersiz hissettirecektir... Duygularını bastıran ve bastırdıkça ızdırap çeken kişi zamanla hırçınlaşabilir... Bastırılan o masum aşk, o ürkek güvercin, bir gün büyür, büyür, büyür ve kişinin engeleyemediği büyük bir tutkuya hatta saplantıya da dönüşebilir...

O aşkın en tutkulu ve en karanlık türüdür... Aşk kavuşunca biten ve zamanla yerini sevgiyi bırakan bir şey ve kavuşulamayan aşklarda gözünde büyütme kuşkusuz vardır. Kavuşamadığın aşk hayalgücüne bağlı olan üretkenliğini arttırır. Bunca aşk, hasret ve ayrılık şarkıları neden yazılmış sizce? Platonik duygularda kişinin fantezileri ve düş gücüyle orantılı kusursuz bir dünya vardır ve o dünyanın merkezinde aslında bir arzu nesnesi olan adam ya da kadın...

Yaşamın bir döngüsü var ve bu döngü içersisinde kimse kolay elde ettiğini, bedel ödemediğini hayatında anlamlı bir yere koymuyor... Koyamıyor... Başlangıçta masumane yaşanan duygular zamanla bedbaht, yorgun, gurursuz bir insana dönüştürebiliyor insanı. Yani o güzel Nazım şiirinde ki gibi olmuyor Tahir ve Zühre'lerin aşk hikayeleri bazen...

Bir insanı sevmekle ve tanımakla başlardı her şey... En kusursuz gülümseyen oydu... En güzel sözler onun... En güzel ses onun... Tanımıyordun onu oysa ki... Büyüyen göz bebeklerinden... Titreyen sesinden.... Kokusunu daha fazla duymak için bir adım daha yaklaşmandan daha derin nefes almandan.... Sırf  onun avuçlarının sıcaklığını hissetmek istediğin için tokalaşmandan...

Aşkın gizlisi olur mu? İyi bir gözlemci için hayır...

O, hisseder...

Bilir...

Anlar...

Aşkın saplatılı ve asla masum olmayan bu halini yani gizli aşkı ancak tecrübe  sobeler...

''Hayat insana asla yapmam diye başlayan cümleler kurmamayı ve kendine sınır koymayı öğretemiyor.'' Özellikle duygular söz konusu olduğunda...

Aragon şu dizeleriyle dile getirmiş aslında söylemek istediğim her şeyi...

''İnsan elinde tutamaz hiç bir şeyi, ne gücünü,ne  güçsüzlüğünü ne de yüreğini..''

Bir aşk'a kavuşamamak sanatsal anlamda üretken işler çıkarabiliyor çoğu zaman bu doğrudur.

Zamanla gözünde büyüttüğün kişiyi tanıdıkça hayal kırıklığı da yaşıyabiliyorsun; ki bu da çok doğrudur... 

Aslında o, senin sandığından bambaşka biridir. Bunu fark edebiliyorsun da sonunda; Ki bu sadece şanslı bir azınlık  için geçerli bir seçenek olsa da...      

Üretilen her şey buna aşkta dahil bir insanla paylaşınca güzel...    

Belirli bir yaşta daha çok ilk gençlik yıllarında hakikatten platonik duygular masum aşklar yaşamak olağanüstü.... 

Çok temiz...

Özel...

Özlenilen hatta...

Ancak; Yaşı ilerledikçe bencilleşiyor insan oğlu...

Karşılık beklemeden hiç bir şey almamayı, vermemeyi, istediğine sahip olmayı, elde etmeyi, kaybetmemeyi en temel amacı haline getirebiliyor...

Dolayısıyla Platonik aşk ,patolojik bir aşka dönüşüyor...

 Ve... 

Bazen bu durum en çok duygular üzerinde yıkcı, hırçın, tahrip edebilen, tehlikeli tutkulara sirayet edebiliyor...

Aman etmesin...

Paylaştıkça...

Konuştukça....

Tanıdıkça...

Anladıkça...

Dokundukça... Anlam kazanır,Artar,büyür,çoğalır duygular...

Yaşamda öyle büyük acılar var ki; Etrafınıza daha dikkatli bakınca şu yaşlı gezegenin her bir karış toprağında ne büyük acılar yaşanıyor, yaşatılıyor daha bir farkındalıkla görüyorsunuz... Ve bu acıların karşısında kavuşulmamış ya da ifade edilmemiş bir duygunun hezeyanı inanın çok ama çok karikatür kalıyor...

Uzun bir süredir gökyüzünde ki yıldızlara baktığımda 17 yaşımda olduğum zamanlarda ki gibi sevdiğim bir erkeği düşlemiyorum ...

Kendi adıma bunu açıkça söyleyebilirim...

Gökyüzüne ve o yıldızlara baktığımda hırsı, savaşları, tecavüze uğramış kadınları, kimsesiz çocukları, çocuğunu karnı doymadan uyutmuş olan anaları, çaresiz babaları, apartman bodrumlarına, metruk binalara sığınmış evsiz çocukları,taciz edilen çocukları, her gece bir sarhoşun ya da sosyopat esrar keş bir babanın dayaklarına maruz kalan kızlarını düşünüyorum...

Sadece tavana bakabilen yatalak hastaları...

Yaşamlarının baharında olan evlatları şehit ya da gazi olmuş, uzuvlarını ve geleceklerini kopan kolları ve bacaklarıyla yitirmiş olan genç askerleri... Onkoloji servislerinde şifa bekleyen hastaları...

İşte bunları düşündüğüm vakit biliyorum ki; “Aşk nefes almamızı sağlayacak tek şey...”

Onun tutku boyutunu sadece  iki kalp, iki beden, iki ruh bir arada olunca yaşamak güzel...

Gerisi ızdırap ve o, çivisi çıkmış bu dünyada ziyadesiyle var zaten...