Bir seçim sürecini daha geride bırakırken ortaya çıkan durumdan hoşnut olan da var olmayan da,  lakin zaman neyin iyi neyin kötü olduğunu bizlere gösterecektir. Toplum olarak ortak paydamız bir arada yaşamaktır. Amacımız, demokrasi ve hukuktan ödün vermeden kazanımlarımızı genişleterek yolumuza devam etmek olmalıdır. Fakat gelinen nokta hem ülkemiz hem de bölgemiz açısından da bakılınca hiç iç açıcı görünmemektedir. Temennimiz bu kargaşa ortamından ve kutuplaşmaya giden yoldan bir an önce uzaklaşmak olmalıdır. Yüce Türk milletinin bunu başarabilecek dinamikleri vardır ve mutlaka başarmalıdır. 17. ve 18.  yüzyıllardaki varılmak istenen hedefi görmemek için kör olmak gerekir. Güzel bir söz vardır: “Görünmeyeni göremiyorsan, duyulmayanı duyamıyorsan ne görüyorsunuz ne de duyuyorsunuz demektir”.  Duvara toslayınca ancak geçmiş olsun demekten başka ne söz olabilir ki. Puzzle parçaları yavaş  yavaş yerini almaktadır. Önemli olan ise bütün taşlar yerine oturmadan tahmin edebilmektir.
Saddam’ın Kuveyt’e girmesiyle başlayan Ortadoğu’daki yaşanan sürece parçalar halinde bakmak yerine fotoğrafın tamamına bakmakta fayda var. Her şeyin bir plan dâhilinde işlediğini görmek gerekiyor. Donald Rumsfeld’in 1997’de Dick Cheney, Paul Wolfowitz, Richard Perle ve William Kristol öncülüğünde oluşturduğu ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin (PNAC) bir alt unsuru olan ‘Yeni Dünya Düzeni’ projesidir. PNAC daha sonra çerçevesini genişleterek büyük bir Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi olarak karşımıza gelmiştir ve BOP olarak lanse edilmeye başlanmıştır. 
Dünya petrol rezervlerinin  % 64 ve dünyada kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin % 34 olması yine bu bölgededir. Gelecekte suyun da önemi işin içine gireceğinden bu gücü elde tutmak isteyen ABD için Ortadoğu’nun ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bu da ABD’nin dünyaya hükmetme isteği anlamı taşımaktadır. Kuzey Afrika’yı da dâhil edersek diğer bir deyişle Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus’u da eklersek bu bölge dünya rezervlerinin  %70’ini oluşturmaktadır. 
İşte dünyaya egemen güçler bu gücü ne pahasına olursa olsun bırakmak istememektedirler.
Ortadoğu ve Afrika’da demokrasiyle yönetilen tek ülke olan Türkiye’nin önemi bir kat daha artmaktadır. Bu direnci kırmak, kabile reisliği veya diktayla yönetilen ülkelere model olabilecek olan Türkiye’ye uygulanmaya çalışılan ve uygulanacak projelere bu gözle bakmaktan ve iyi bir analiz yapmaktan geçmektedir. Ilımlı İslam ve safsatalarla halkın dini duygularını kullanmak istemektedirler. Kendilerine biat edecek halkı dönüştürecek politikalar uygulanmaktadır. Diyalatik diller ve mezhepler üzerinde çıkarılmaya çalışılan iç kargaşadan halkı fikren bölerek fiziki olarak bölmenin yolları aranmaktadır.
Ortadoğu’da her ülkeye dinamikleriyle oynanmak suretiyle ayrı stratejik yollar denenmektedir. Ne var ki Suudi Arabistan’a baktığımızda demokrasi getirelim diyen yok, çünkü orası petrol zengini olmasına rağmen halkı fakir ve orada ne ayaklanma var ne de başkaldırı. Çünkü iş başındaki kral tam biat etmektedir. İran,  ABD karşıtı bir ülke ve adı da Radikal İslam. Arabistan’da İran’dan daha katı bir rejim olmasına rağmen ABD politikalarıyla uyuştuğu için ılımlı. Türkiye demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olmasına rağmen neymiş ılımlı İslam modeli istiyorlarmış. Hani siz yakıp yıkıp geçtiğiniz yerlere demokrasi getireceğiz diyerek giriyordunuz.  Bu ne lahana turşusu böyle! Demek ki neymiş hangi rejim veya sistemle yönetildiğiniz değil, biat edip etmediğin önemli. 
Başa dönersek Saddam’ın Kuveyt dansıyla başlayan süreç Irak’ın kuzeyini korumak amacıyla oluşan 36. Paralel olayı, sürekli uzatılan çekiç güç ve 1. Ve 2. Körfez savaşlarıyla başlayan süreç bizi buralara kadar getirmiştir. Artık Ortadoğu’yu kontrol etmek zor bir hal almıştır. Terör örgütlerinin cirit attığı bir yer haline dönüşmüştür. Eskiden Türkiye,  Ortadoğu’da sözü geçen tarafı tutmadan her iki taraf arasında arabuluculuk yapan saygın bir ülke durumundan topraklarında kaç çeşit terör örgütü olduğunu dahi hesaplayamayan bir ülke haline dönüşmüştür. 
Yapıyı ayakta tutan kilit taşı çatlamıştır,  yerinden oynamıştır.  Etrafımızdaki istikrarsızlık sadece o ülkelere değil, bizi de doğrudan etkilemektedir. Komşunun evi yanıyorsa yansın bana ne demeye benzer bir durumla karşı karşıyayız. 
Her şeyin farkında olanlar ve her şeyi planlayanlar daima azdır,  lakin her şeyin farkında olup hiçbir şey yapmayan bir kalabalık grup vardır. Aynı zamanda hiçbir şeyin farkında olmayan muazzam bir kalabalık da vardır toplumlarda. Halkları felakete götüren ise işinde gücünde olan sıradan halklar değil,  bir şeylerin farkında olup da karşı koymayan halkı bilgilendirmeyen,  yetki bilgi ve güç sahibi insanların hiçbir şey yapmadan beklemeleridir.  Bilgi ve gücü kullanmadığınız sürece yok hükmündedir.
Başarı,  bir amaç uğruna cesaretle ölümü göze alabilmektir.  Korkmadan konuşabilmek, yazabilmek ve eyleme geçebilmektir. Bunu göze alamayan toplumlar her daim başkalarının kölesi olmaya adaydırlar.
Saygıyla Kalınız.