“Seçilmişler de seçilmemişler de (tâyin edilmişler de) bu milletin evlâtlarıdır ve bu vatanın sahibidirler. Aksi sabit olmadığı müddetçe, ne vatanı sevmekte, ne millete bağlılıkta, ne de devlete sahiplenmekte aralarında fark vardır (yâni yoktur). Taraflardan her biri, diğerine karşı, ne samimiyette, ne ahlâkta ve inançta, ne de hak ve vazifede kendisini bir adım ilerde veya bir adım geride görmemelidir.

     “Seçilmişlerle seçilmemişler arasında, üstün olmak ve olmamak değil, aşağıda ve yukarıda bulunmak değil, ilerde ve geride kalmak değil, sadece platform farkı bulunduğuna inanılmalıdır. Bu konuda hiç kimsenin komplekse girmesine ve kıskançlık duymasına, bu duygularla hareket edip haddini hududunu aşmasına gerek yoktur...

     “Her iki taraf da haddini bilmek, Anayasa ve kanunlar içinde kalmak mecburiyetindedir. Dürüst olmakta, ahlâk ve karakter bütünlüğüne sahip bulunmakta, bilgide, tecrübede, çalışkanlıkta hiç kimse diğerinden geri kalmamak durumundadır....

     “Seçilmişler, hayat ve hareketlerinin hemen her yönden sınırlı ve projektör altında olduğunu bilmeli ve bunu kabul etmelidirler. Dolayısı ile de mütevazi olmayı, gösterişsiz, hoş görülü ve dengeli davranışları benimsemeyi, dikkatli, iffetli ve perhizkâr yaşamayı, seçilmişliğin ön şartı olarak kabul edip prensip hâline getirmelidirler....

     “Devlet adamları tarafından, politika yapmanın zorluğu, sıkıntılı oluşu, politikanın imkân sağlamak yeri olmayıp, hizmet etme ve itibar edinme yeri olduğu, insanın kendisi için değil, başkaları için, millet, memleket ve devlet için çalışması gerektiği kabul edilmeli ve buna mutlak olarak inanılmalıdır.

     “Seçilmemişler...Her şeyden önce vatanın tek bekçiliğinden, milletin hakikî sahipliğinden ve devletin haklarının temel  savunuculuğundan vaz geçmelidirler...Alışkanlıklar ve saplantılar bir tarafa bırakılmalı, fertten başlayarak millet, vatan ve devlet sıralaması ile devlet, iktidar ve hükümet sıralamasında kimin nerede, neyin ne şekilde olması gerektiği, herkesin kendi vicdanında yeniden gözden geçirilmelidir. Herkes ne istediğini, ne isteyebileceğini ve nasıl istemesi gerektiğini idrak etmeli, en büyük vatanperverliğin, kendi vatanperverliğinin sınırlarını doğru bilmek olduğuna inanmalıdır. Herkesin vicdanında hak ve vazife dengesi iyi kurulmalı, eşitlik ve hiyerarşi gibi, hürriyet ve disiplin gibi kavramlar arasındaki dengelerin demokrasideki yerine riayet edilmelidir.

     “Seçilmişler ve seçilmemişler, karşılıklı olarak, seçilmiş olmanın ve olmamanın dışında, kendilerinden istenen ve beklenenlere dikkat etmek mecburiyetindedirler. Gerekli vasıflara sahip olmak ve gerektiği gibi yaşamak; tarafları birbirine yaklaştıracak, aradaki bağları kuvvetlendirecek ve politik istikrarı sağlayacaktır...

     “Eğer demokrasiye samimi olarak inanıyorsak, eğer bizim dediğimizin dışında demokrasi yok demiyorsak, eğer doğruların tek olduğunu kabul etmiyorsak, seçilmişlerin de, tayin edilmişlerin de kendi platformlarında belli yerleri vardır, herkes için müşterek olan temel hak, hukuk ve hürriyetlerin dışında herkesin bilinen hakları, hukukları, vazife ve mes'uliyetleri vardır ve bunlar bellidir. Bunların herbirinin ağırlığı belli bir yerde  vardır ve sözü belli bir yerde geçerlidir. Bunları da herkese millet vermiştir. Son söz seçilmişlerin derken bunun seçilebilme gücünden ve seçilmiş olma ayrıcalığından kaynaklanan kanun yapma hakkından doğduğunu bilmek, buna dikkat edip önem vermek ve saygı göstermek gerekir. Aksini düşünmek, en azından demokrasiyi benimsememek ve millete saygısızlıktır. Asker ve sivil hiçbir aklı başında Türkün buna karşı çıkacağı düşünülmemelidir ve düşünülemez.

     “Son olarak politika meraklısı ve politik konuşmaları alışkanlık haline getiren bazı üniformalılara da bir çift sözümüz var: Türkiye'de politika arenası herkese açıktır, partilerin kapısı da...Ya üniformayı soyup politikayı tercih etsinler, ya da üniformanın gereğine uyup askerliği seçsinler. Büyük Atatürk'ün dediği gibi, ya o ya bu...İkisi bir arada olamaz...” (Mehmet Turgut, Başkanlık Sistemi, Ordu ve Demokrasi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1998, s. 138-141)