Milli şairimiz, Mehmet Akif Ersoy’un buyurdukları gibi, “şayet ders almasını bilseydik” hiç böylesi durumlarla karşılaşır mıydık!... 
Terör faciasından vatandaş kaybımız (102’ye) çıkmış. Ama, bizler hâlâ “sen-ben” kavgasını sürdürüp gitmekteyiz!... 
Sayın Parti Başkanlarımızdan birisi, Başbakanımızın görüşme davetini kabul etmeyip, gerekçe olarak; “Davutoğlu’nun terörle mücadeledeki zafiyette sorumluluğu olması” iddiası gösterilmektedir. 
MHP’nin: “Tren Garında, 100’e yakın ölü ve 400 yaralı” varken, İç-İşleri Bakanı’nın: “Herhangi bir güvenlik sorunu yok” açıklaması tam bir Deve-Kuşu politikasıdır.” deyimi ise, üzerinde hassasiyetle durulması icap eden bir faktördür!.. 
Ancak, hangi ortamda, hangi şartlarda olursa olsun, Başbakan’ın davetine icabet etmek ve meşru gördüğü mücadelesini bu şekilde yürütmeye çalışmak, en tabii olanıdır. Zira; senin Devleti’ni temsil eden bir makamın, davetini reddetmek; bizzat kendi Devletini tanımamak, daha doğrusu reddetmek manasına gelir ki, böyle bir durum, siz haklıyken, haksız duruma düşmenize sebep olur!... 
Hemen her ülkede “Parlamento” müessesesi bunun için vardır ve meşru mücadele bu mukaddes mahalde sürdürülür. Dolayısıyla, siyasî hareketlerde bu hususu bilhassa dikkate almak elzemdir!... 
Sayın Cumhurbaşkanımız, Recep Tayyip Erdoğan, her geçen gün, biraz daha risk almakta ve biraz daha eleştiriye tabi kılınmaktadır. 
10 küsur yıl iktidarda olmakla, TCBMM’nin kitabını yazabilecek derecede, Parlamento bilgisi bulunan Sayın Cumhurbaşkanımız: Türkiye’nin “Irak’ı, Pakistan’a, Suriye’ye, Afganistan’a” dönebilme ihtimali üzerinde muhakkak ki, durmaktadır!... Ve zaten bunun aksini düşünmek, ülkemizin tamamen yalnızlığa itilmiş, yoklara doğru kayan bir konumda olduğu intibaını bırakır ki, böylesi bir durum sadece kağıt üzerinde dahi düşünülmüş olsa, hemen hepimizi tedirgin etmeye yeter de artar bile!... 
Üzerinde hassasiyetle durulması icap eden bir diğer husus da şudur: “Ölüler üzerinden siyasi sörf yapmak.” Adı ve şekli her ne olursa olsun, sanat alemi veya ünlüler tarafından vak’anın kınanması, bazı ünlülerin liderlere çağrı yapması vs. bir fantezi olmaktan ileri gidemez ki, böyle durumlara hiç de lüzum yoktur. 
Bir ülkenin eğitim ve kültür açısından ne derecede zengin olduğu; “Siyasetçinin siyasetle, zenaatkâr’ın zenaatıyla, san’atçı’nın da san’atıyla meşgul olduğunun çoğunluk teşkil edildiği ülkeler: Elbette ki, kültüren ve ilmen ileri olan ülkelerdir.” 
Kaldı ki, bizdeki çoğu “sanatçı”, aslında hak ettiğinin çok fevkinde şöhret yapmış, pek talihli birer naylon şöhretlerdir... 
Gönül isterdi ki, hiç olmazsa bu faciada olsun, sessiz kimlik gösterebilsinler. Meselâ; “Cümle sanatçılarımız, tüm konserlerini iptal etmişlerdir!” haberin gazetelerde neşredilmesi tamamen yeterli sayılabilirdi. 
Tarih araştırmacısı Sayın Murat Bardakçı, “HABER TÜRK”deki sütunlarında, “KLİŞE SÖZLER ETMEK YERİNE SEBEBİ BULMAYA MECBURUZ!” başlığı ile mezkur konuya eğilerek şu enteresan yorumu sunmuşlar ki, hayli enteresan bir görüş olduğu için, aynen sütunuma alarak, siz değerli okuyucularıma sunuyorum efendim: 12 Ekim 2015 Pazartesi. 
(VAHŞET AMA HAKİKAT! 
Başka memleketlerde de canların alınmasına, toplu cinayetlere, katliamlara şahit oldum ama önceki gün Ankara’da yaşadığımız ve sebebi tam olarak anlaşılamayan hadisenin benzerine hiç bir yerde rastlamadım... 
İnsanoğlunun birbirini katletmesi tâââ Habil-Kabil hadisesinden bu yana durmadan devam etmiş, can almanın sonu gelmemiştir ve işlenen cinayetler ne kadar tiksindirici olursa olsun, ardında muhakkak sebepler vardır. 
Meselâ, Endonezya’da 1960’larda yarım milyon sivil katledilmiş; Kamboçya’dan milyonların canı alınmış, Afrika’da 1990’larda on binlerce masumun kanına girilmiştir ama bunlar iç savaşın, ihtilallerin yahut asırlardır devam eden kabile ve boy çekişmeleri neticesidir. 
Dolayısı ile “Ortadoğu artık Türkiye’de” yahut “Bu işe biz de bulaştık” gibisinden klişe sözleri bir tarafa bırakıp, Ankara’daki katliamın niçin yapıldığını ortaya çıkarmaya çalışmamız gerekir. 
Zira, mensubu olduğumuzu bir türlü kabullenmediğimiz Orta-Doğu’da böylesine cinayetlerin ve vicdansızca yapılmış katliamların örnekleri çoktur ama mutlaka bir sebebe dayanırlar ve bu sebepler insanlık ile alâkasız bir vahşet bile olsalar maalesef mevcutturlar. 
Ankara’daki katliamın sebebini ortaya çıkartmadığımız taktirde, Allah hâlimize acısın!) 
Murat Bardakçı üstadın gayet enteresan makaleleri, gerçekten de cümlemizi derin, derin düşündürebilecek özelliklere sahip diyebiliriz. Değerli Üstadın ellerine sağlık. Cidden, hemen, hemen bir çok münevveri derin, derin düşündürebilecek kapasitede bir makale!... 
Katliam Meydanı’na “Barış Meydanı” ve ayrıca mezkur meydana: “Emek, Barış ve Demokrasi” anıtı yapılması hakkında TBMM’ne kanun teklifi verilmiş, ilk imzaları CHP’li Özgür Özel ve Veli Ağbaba’nın attığı teklif, Meclis Başkanlığı tarafından işleme konulmak üzere kabul edilmiş. 
Bütün bunlar, yani vefalı duygular, tek kelime ile taktire şayan düşüncelerin ürünüdür. Ancak, biraz olsun geriye bakacak olursak, hiç de hak edilmeyen bir trajedinin zuhuru ardında, siyasî görüşlerin ayrıcalığı sebebiyle aziz Milletimizi temsil eden “Siyasî Partilerin” adeta dış düşmana karşı mücadele veriyormuşçasına; siyasî inancı değişiktir diye hasım gördüğü diğer siyasî kuruluşa karşı aman tanımaz sözlü saldırılarla, ağıza alınmaması icap eden galiz deyimlerle yek diğerine saldırmaları ve TBMM’inde birlik ve beraberlik yerine düşmanlıkların kol gezmeye başlaması ve bu durumun durmak bilmez gidişi... Ülkemiz içinde huzur bırakmamış, tek kelime ile Türkiye adeta yaşanmayacak bir ülke haline gelmişti... 
Manzaray-ı umumiye böylesi bir çıkmaz içinde karmakarışık görünümler sergilemeye başlayınca, ülkemiz düşmanları mevcut durumdan istifade ile aziz ülkemizin tarihi boyunca karşılaştığı en büyük katliamı böylece meydana getirmiştir!... 
Demem odur ki, “Barış Meydanı”, “Emek, Barış ve Demokrasi” heykeli düşüncesi içinde biraz da “günah çıkartma” düşüncesi yer almamakta mıdır?... 
Bizim siyasilerimiz öylesine bir kör döğüşüne girişmişlerdi ki, adeta çöl fırtınasına kapılmış, göz gözü görmez bir ortam içinde sözde “Milleti ve Vatanı” savunuyorum sanmıştı. 
Halbuki, kontrolsüz bir siyasî hareket, yerini kişisel hesaplara dahi kaydırabilmişti... 
Bizce, nahak yere kurban giden canım insanlarımıza en büyük saygı: TBMM. Parlamenterlerimizin bir an evvel kendi aralarında barışı ve kardeşliği gerçekleştirmesi olmalıdır!... 
Saygıdeğer okuyucularım! Şu husus kesin bilinmelidir ki, ülkemizde “İç Barış” sağlanmadıkça, Türkiye huzur yüzü göremeyecektir!.. 
Saygı, sevgi ve hayır dualarımla, cümlemize mutlu yarınlar diliyorum, cümle kurbanlarımız nur içinde yatsınlar efendim!