Susurluk kazasına iyi bakın.

Abdullah Çatlı’ya bir istikamet verildi. Ve o istikamette seyrederken, petrol istasyonunda beklediği anlaşılan bir kamyon, otomobilinin önüne çıkarak, katliam yaptı. Çatlı’nın öldürülmesiyle bir dönem karartılmış oldu.

Denizli Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Alper ile koruma polisinin, cezaevine giderken vefat ettiği kazaya bakın.

 “Cezaevinde isyan var” dendi, Savcı cezaevine giderken elim bir kaza geçirdi. 

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, “kazanılamayacak bir ilçede” mitinge ikna edilirken bir “hava yolu rotası” çizilmişti. 

Helikoptere bindi ve yere inemedi. çünkü “Türk siyasetini yeniden dizayn etmek isteyen dış güçler” ondan çok rahatsızdı.

Recep Tayyip Erdoğan’a yakın durmak da neydi!

Bu kadar keskin milli duruş onlara için zarardı!

Seçimden sonra, sistem revizyonu için biraraya gelmemeleri gerekiyordu. Yazıcıoğlu’nu katlederek zaman kazandılar.

… 

Eşref Bitlis Paşa’nın terörü bitirmek için çalıştığı, bağlantıları deşifre ettiği ve artık son hamleyi yapacak duruma geldiği biliniyordu. Hangi saatte nereye ve ne amaçla uçacağı da biliniyordu.

O hamleyi yaptırmamaları gerekiyordu. 

Havalandığında “Terörü bitirecek olmanın keskin kararlılığını yaşıyor” olmalıydı. Düşürdüler. 

Çünkü terörist, terörün bitmesini istemezdi! 

Öldüğünde suikast ihtimali üzerinde durulmamıştı ama; MHP Lideri merhum Alparslan Türkeş’in katıldığı son davet, sonradan programa alınmıştı. Üstelik, yıllardır süregelen “ikram almama kuralı” bozularak!

Birlikte çalıştığı bir MYK Üyesi “Rahmetli Başbuğumuz bizi sıkı sıkı tembih eder, Fetullah Gülen grubuyla sakın dost olmayın. Ama sakın düşmanlıklarını da kazanmayın, altından kalkamazsınız” derdi” diye anlatmıştı.

Türkeş’in ölümü üzerindeki sis perdesinin de aralanması gerekiyor.

Hadi bir örnek daha verelim;

Hak-İş Genel Başkanlığı, Kocaeli Milletvekilliği, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapmış olan Necati Çelik rahatsızlığı nedeniyle gittiği hastanede, “hastane virüsü” kapıp vefat etmişti.

Ak Parti’nin önemli isimlerinden biriydi. 

Virüsün “kapma” değil yüksek ihtimalle “enjekte yönetimiyle” verildiği şüphesi üzerinde pek durulamadı.

Durulmak istese de; Merhum Cumhurbaşkanı Özal’ın, “kabrinin açılıp alınan örneklerde olduğu” gibi “karartma” uygulanabilecek kabiliyette bir güç vardı ortada!

Üstelik, “atılı suçlarla” dolu bir örgütte üretmişlerdi; sıkışırlarsa “Ergenekon yaptı” diyebileceklerdi.

Uğur Mumcu’dan bahsedilmezse olmaz.

Ne tür bilgi ve belgelere ulaşmıştı, basıma hazır kitabında ne gibi “hayati” konular vardı?

Terörü ve destekçilerini köşeye sıkıştıracak hangi bağlantıları deşifre etmişti? 

“Her suçu da bunlara atıyorsunuz” diyenler, “muarız muhalif duruşlarından” olsa gerek “Türk gladyosunun FETÖ olduğu” gerçeğini de görmemek için kendilerini zorluyor.

Hala FETÖ’yü savunmaya çalışanların, halk arasında “Darbeyi NATO’cu subaylar yapmaya kalktı, faturasını bize ödetiyorlar” dediklerini duyuyoruz.

“NATO’cu subay” olmanın birinci şartının FETÖ’cü olmaktan geçtiği yazılmıştı daha önce. 

Karanlık bir nokta kalmayıncaya kadar, aydınlatma hareketinin devam etmesini sağlamalıyız.

Zira aydınlık bizi, kısılıp kaldığımız demir dağdan çıkaracak.

Yoksa Allah muhafaza…

Dikkat edin; FETÖ mensubu azgınlar güruhu, Savcının şehadetinden sonra sevinç naraları atmaya başladılar.

Öyle ki, FETÖ konusunda kararlılık gösteren savcılar için aleni tehditler savurmaya kadar vardırdılar işi.

Mesajlarında “Üzerimize geleni Denizli savcısı gibi yok ederiz” demeye getirdiklerini görmemek mümkün değildi.

İyi de; devlet ne yapsın! 

 “Referandumdan ‘evet’ çıkarsa NATO’nun Türkiye’ye müdahale etme hakkı doğar” diyenler ferasetlenmedikçe, her adımda “önüm, arkam, sağım, solum sobe” diyerek ilerlemek zorundayız!

Bu da güç kaybettiriyor, zaman alıyor.