Fantastik şeyler oluyor. Ülkedeki okur yazarlık oranının en yüksek olduğu yaklaşık yirmi il içerisinde bulunan on sekiz il referandum için TÜİK verilerince de doğrulandığı üzere açık ara fark ile bu anayasa değişikliğine karşı çıkıyor iken, ülkece haritada yerini bile hatırlamayacağımız Bayburt ilinin başını çektiği yeni Türkiye modeli ölü bir biçimde doğuyor!

Anayasayı anlayabilmek için bırakın da en azından okuyabiliyor olalım. Bilimi, sanatı ve bilumum uğraşın varlığını zaten geçtik, ama düşünür müsünüz lütfen; böylesine kritik bir seçim gününde kıl payı kadar bir fark ile uzun bir süredir mühürsüz oyların kabul edilmeyeceğini hatırlatıp, duran Yüksek Seçim Kurulu işler tersine döndüğünde mühürsüz oyların da sayılacağını söyleyebiliyor. Çünkü onlar da biliyor ki; bu oyu verenler işin ciddiyetinde ve bilincinde olan muhalif kesim değil. Bizatihi, zerre düşünmeden, etmeden, yalnızca fanatiklik derecesinde o sandığa giden bir kitlenin de bu olayda başını çektiğini biliyor. Sorun keşke bu olsa, ama farkında iseniz; Yüksek Seçim Kurulu'na bile güvenimizin olmadığını söylüyorum. Şaka değil, Türkiye'nin en büyük yargı kurulundan bahsediyoruz. İnanabiliyor musunuz? Dün söylenseydi açıkcası hep beraber gülerdik. Ki görülen o ki; herkes kafasına göre bir takım şeyler yapıyor. Tabiî, sonuç itibari ile kalkıp, biri de itiraz etmiyor mu? Ediyor, ama kimi kime edeceğini bilemiyor. Bu daha acınası bir durum.

'Sandıklar açılıyor!' dendiğinde; evdeki sandıkları da açtılar diye korkup, durduk. Nitekim öyle değilmiş! Yani, o kadar da abartmamışlar, tabiî, ama kazandığını sananların kaybettiği bir seçimde, tarih bize tekrar ve tekrar şunu hatırlatıyor; seçimlerin sonucunu oy kullananlar değil, oyları sayanlar belirliyor! Şu da bir gerçek ki; yalnız değiliz! Gerçekten de değiliz! Hâlâ cumhuriyete, ülkeye, bayrağa, ilke, inkılaplara bağlı, geleceği düşünen aydınlık zihinler var. Seçimlerde demokratik bir eylemdir. Ve nihai olarak karşı görüşü savunan bir diğer taraf elbette olacaktır. Ki ona sözümüz yok. Ki olamaz da, ama herkesin de düşündüğü söylemenin kimseye bir zararı olduğunu düşünmediğim için saklama gereği duymadığım bir gerçek var. Ve bu da ülkeyi iki ayrı kutba bölmenin vereceği memnuniyetsizliktir. Hali ile memnuniyetsizliğimiz bugün itibari ile her şeye yansayacaktır. Ki şuan dışarıda sevinç çığlığı atan da, silah sıkıp duran da benim ile aynı haklara sahip. Ve bundan son derece rahatsızım. Yarından itibaren ise bir vatandaş olarak daha fazlasını yaşamayacağıma kim garanti verebilir?

Şahsım adıma pişmanlıklarım da var. Örneğin; bu çağda yaşamayı istemezdim. Bugünleri görmek ya da şahit olmak başlı başına bir talihsizlik. Gördüklerimiz kesinlikle bir fanatizmin göstergesidir. Geleceğimiz hakkında karamsarım. Bu ülkenin bir vatandaş olarak da pek tabiî bu benim hakkım! Ve açıkcası da yüzde ellilik bir dilimin homojenliği de tartışılabilir bir konu başlığı, ama bu konuya hiç girmek istemiyor, onun yerine bu konuyu bir bataklık olarak atfetmek istiyorum, çünkü kesinlikle başka bir açıklaması yok!

İşin garibi, bu sonucun bir de sosyolojik etkisi mevcut. Ve işte tam da bu noktada insan çeşitli şüpheye düşüyor. Referandum sonuçlandı. Ve ne olduğunu bile anlatamadıkları bir şeyi oylamamızı istediklerinde oy çokluğu ile reddedilen, ama hepimize ait olan devletin kaynaklarını sonuna kadar kullanarak çeşitli şekilde manipüle edilen, sabır, tahammül sınırını aşan, akla ve mantığa uygun olmayan bir şekilde tüm bunlar da yetmiyormuşcasına iradenin alenen gasp edildiği bir güne şahitlik edip, gönül rahatlığı ile uyumamızı istiyorlar. İnan, insanın uykusu kaçıyor!

Caddede, sokakta, bakkalda, manavdaki insanların üslubu malumunuz. Pekiyi. geleceğin flulaşması, daha da bir kararması ve her gün gökyüzünün göğüs kafesimizde sıkışmışlık hissi yaratmasının hesabını kim verecek? Kimin ile konuşuyorum. Elbette ki kimse! Diyeceğim çok şey olsa da; Tanrı devletimize, cumhuriyetimize, yurttaşlarımıza ve vatanımıza zeval vermesin!