SAMUEL HUNTİNGTON’UN DÜŞÜNCE SİSTEMATİĞİ NEDİR?

NEREDE HAKLI NEREDE HATA YAPIYOR?

SÖYLEDİKLERİNİN HEPSİ YANLIŞ OLABİLİR Mİ, ÜZERİNDE KAFA YORDUK MU?

("Clash of Civilizations", of a post-Cold War new world order.)

(10)

Samuel Huntington’un medeniyet ve kimlik üzerine yaptığı analizler doğrudur. Bir tarihçi ve sosyolog olarak ileri sürdüğü tezlerin pek azına itiraz edilebilir. Ancak birbirine zıt değerleri taşıyan medeniyetlerin çatışacağını/mutlaka çatışması gerektiğini ileri sürmek mümkün değildir. Medeniyetler birbirlerine karşı:  Savunma, geri çekilme, kabul etme, uyum sağlama (asimlasyon), saldırıya geçme gibi farklı refleksler gösterebilir. Aynı medeniyet unsurları birbirleriyle çatışabilir, başka medeniyet unsurlarıyla ittifak yapabilir. Bunun tarihte birçok örnekleri vardır. Aynı medeniyetin kendi içindeki çatışması farklı medeniyetlerin birbiriyle çatışmasından daha fazla olduğu söylenebilir. Son iki asırda Almanya, Fransa ve İngiltere arasındaki rekabet; 1. ve 2. Dünya Savaşları bunun açık delilidir. Son 50 yılda vuku bulan Arap-İsrail Savaşları, Irak-İran Savaşı, ABD’nin Irak’a girişi, Güneydoğu Asya’ya yapılan Amerikan müdahaleleri (Vietnam Savaş), Hindistan-Pakistan Savaşı, İngiltere ile Arjantin arasındaki Falkland Savaşı, Yugoslavya’daki iç savaş, Rusya’nın Afganistan’a müdahalesi tek başına medeniyetler çatışması tezi ile açıklanacak olgular değildir.

Samuel Huntington’un geliştirdiği tezlerin tutarsız tarafı yok mudur? Bütün söyledikleri doğru mudur? Şüphesiz ki çoktur ve medeniyet tarifi ve bununla ilgili olarak yaptığı sosyolojik tanımların hepsi doğrudur, Türkiye’nin kültürel kimlik yapısı ile ilgili değerlendirmeleri, Kemalist reformların tutarsızlığı ve başarısızlığı ile ilgili olarak yaptığı analizlerin tamamı doğrudur.

Öncelikle Huntington’un savunduğu ve doğru olduğunu değerlendirdiğimiz görüşlerine bir bakalım:

Samuel Huntington, bir insanın ‘Sen kimsin?’ sorusuna verdiği cevapta en çok “din, dil ve tarihin” (Liderlik, ideoloji ve teknolojiyi de ilave etmek gerekir.) belirleyici olduğunu belirtiyor. Örneğin bir Batılının aşağıdan yukarıya doğru, “Romalı, İtalyan, Katolik, Hıristiyan, Avrupalı ve Batılı” olarak tanımlanabileceğini söylüyor. Medeniyet algısının manevi kültürü kapsamadığını, daha çok mekanik ve teknolojik gelişmeleri medeniyet olarak gören, materyal eksenli bir bakışa sahip olması analizin bir yönünü eksik bırakıyor. 

Mesela Samuel Huntington’un Türkiye’de de insanlar dinin kişisel bir konu olduğuna, laik bir devlet tarafından yönetildikleri için de uluslararası ilişkilerde dinin bahis mevzuu olmayacağına inandırıldılar yıllar boyunca. Bunun doğru olmadığını yeni yeni fark ediyorlar. Değerlendirmesi doğrudur.

Türkiye, henüz farkında olmasa bile bir İslam ülkesidir. Medeniyeti de, köklü bir İslam medeniyetidir. Kişinin dindar ya da ateist olmasının bu konuyla ilgisi söz konusu değildir. Hatta Türkiyeli bir ateist, İslam medeniyetini dindar bir Müslüman vatandaşa göre kendi medeniyet değerlerini çok daha derin bir şekilde özümsemiş olabilir. Bu onu Müslüman yapmaz belki, ancak ait olduğu medeniyetin İslam medeniyeti olduğuna şüphe yoktur.

Huntington’ın defalarca belirttiği, medeniyet ithalinin dünyada bugüne kadar başarılı olabildiği tek bir ülke bile yok. Aksine, medeniyet ithali, şizofren toplumlar oluşturuyor. Değerlendirmesi doğrudur. Ancak Huntington hangi kültür değerlerinin kuvvetli kültür normları olduğu, hangisinin teknoloji ve maharet ihtiva ettiğini söylemiyor. O sadece fotoğraf çekiyor. Kültür değişmelerinin nasıl yapılması gerektiğini söylemiyor, bu konuya girmiyor. O Kemalist devrimlerin başarılı olamadığını ve şizofren bir kültür yarattığını söylüyor. Şu değerlendirmeleri yapıyor.

Türkiye bugün itibariyle İslami bir temel üzerine bina edilmiş, üzerinde fazlasıyla eğreti duran bir Batılı görsel kültüre sahiptir. Batının kimliğini, tarihini, düşünce tarihini ve paradigmalarını içselleştirmiş olması elbette söz konusu değil. Dahası, bu teknik anlamda dahi pek mümkün değildir. Medeniyet ithalinin Türkiye’ye hiç benzemeyen (daha da kötüsü, başka bir ülkeye de benzemeyen) Fransa’dan yapılmış olması da ayrı bir cahilliğin sonucu…

Türkiye, her ne kadar yıllardır üzerine zorla tutturulsa da, bir türlü bünyesiyle tam anlamıyla uyum sağlamayan kimi Batılı özellikleri eninde sonunda atacak, bir kısmını ise tutacaktır. Bu, elbette Kemalist dayatmalar sona erer ermez kendiliğinden gerçekleşecek olan doğal bir sonuçtur. Ancak bundan sonra Türkiye’nin eski kimliğine dönmesi söz konusu olamaz. Çünkü bu da ayrı bir medeniyet ithali olur. Türkiye Batılı olmadığı (ve olamayacağı) gibi, artık Osmanlı da değil. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, 14. 16. ve 18. yüzyıl Osmanlısı da aynı Osmanlı değildi. Değişim her zaman kaçınılmazdır. Ancak 20. yüzyılda bunun dayatmayla gerçekleşmiş olması acı sonuçlar doğurdu. Çünkü toplum şizofrenleşerek, hem kendini algılama, hem de değişme ve gelişme yeteneğini kaybetti. Bu nedenle Türkiye’nin yapması gereken şey eskiye kimliğine geri dönmek değil, aslıyla yüzleşmek. (Kendi kimliğine saygı duymak, kendisi olmaktır.)

Evet, Huntington bunları söylüyor: Soruyorum; bu söyledikleri yanlış mı?

Medeniyet dayatması ‘yanlış bir ülkenin medeniyeti dayatıldığı için’ Türkiye’yi şizofrenleştirmedi. Sadece ve sadece ‘medeniyet dayatıldığı için’ Türkiye’yi şizofrenleştirdi. Bir medeniyetin bir diğerine göre Türkiye’nin yapısına daha uygun olduğu elbette iddia edilebilir. Ancak bu, o medeniyetin Türk halkına dayatılmasını mazur göstermez. Çünkü eğer bir değişim yaşanacaksa, aslolan, o değişimin halk tarafından benimsenerek, özümsenerek, içtenlikle gerçekleştirilmesidir. 

Anglosakson geleneğin çoksesliliğe, çokkültürlülüğe çok daha açık olan yapısının Osmanlı siyasal geleneğiyle daha uyumlu olduğu elbette söylenebilir. Ancak buradan hareketle medeniyet ithalinin Fransa yerine İngiltere’den yapılmış olması durumunda Türkiye’nin şizofrenleşmemiş olacağını varsaymamız gerekmiyor. Muhtemelen ülkenin sürüklendiği psikoz bu denli vahim boyutta olmazdı. Ancak yine de ‘kararsız ülke’ konumunda olması kaçınılmaz olurdu.