Önce, şu hususu belirteyim, bir fert, bir insan, bir şirket, aldığı kararlar hatalı ise sadece kendini bağlar ve kendisi zarar görür. Hatasının cezasını kendisi öder. Devlet idaresinde ise, keyfiyet değişiktir. Ülkeyi idare edenlerin yaptığı yanlışlıkların cezasını ve günahını millet, vatandaş öder. Bu nedenle, devlet idaresi her boyutuyla yanlış yapmayı kabul etmez. Devleti tecrübeli, bilgili, kaliteli, nitelikli, yanlışa meydan vermeyecek gerçek devlet adamları yönetmelidir. Zaten bunlar işbaşındaysa, bir ülke ileriye gider. Altını çizerek ifade ediyorum, bu konu fevkalade hassastır. 
Son olarak, Türk silahlı kuvvetleri, ata yadigarı ve varlığı uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınmış, Türk toprağı olan, Suriye’deki Süleyman Şah saygı karakoluna bir operasyon yapıyor. Orada bulunan asker- lerimiz, atalarımızın cenazelerini havi sandukalar alınıp, Türkiye’ye getiriliyor ve kalan binalarda tahrip edilerek, ortadan kaldırılıyor. Efendim, İŞİD tehdidi varmış, onları alıp, Suriye Eşmesi denilen bir yere getirmek emniyet sağlarmış. Bu operasyon yapıldıktan sonra, Hükümetin başı yanına Genel Kurmay Başkanını ve Savunma Bakanını alıp, büyük zafer kazanmış, büyük bir komutan edasıyla harekatı sabaha kadar izledim. Şükür namazı kıldım, büyük başarı sağladık, diyor. Bu iş yapılırken, en ufak bir çatışma ve direnme olmamasına rağmen, bir askerimiz şehit oluyor. Hükümet 100 tank ve zırhlı araç, 572 asker ile bu işi yaptık diyor. Cumhurbaşkanı da, Genelkurmay Başkanını bu operasyondaki başarılarından dolayı kutluyor. Kendileri, benim bütün bunlardan haberim vardı, sabaha kadar takip ettim, diyor… bu olay bana göre büyük yanlışlıklarla doludur. Daha çok yakında yetkililer “saygı toprağında bulunan askerlerimizin kılına helal gelirse, gök kubbeyi başınıza geçiririz, tüm hazırlıklarımız tamam, jetlerimiz 50 saniyede orada olurlar” demediler mi? Sonra ne yaptılar? Pılıyı pırtıyı toplayıp, orayı terk ettiler. 
Bakın, Türkiye’nin Türk toprakları dışında bulunan yegane toprağı Süleyman Şah saygı tesisi 1921’de yapılan uluslararası anlaşmalarla Türki- ye’ye verilmişti. Hatta şu hep söylenir, Büyük Önder Atatürk Lozan’dan dö- nen İsmet Paşa’yı kabulünde önce tebrik etmiştir ve şu cümleyi eklemiştir: “İsmet, çok güzel bir iş yaptın, ancak, misakı milli hudutları içinde olan, Kerkük’ü, Musul’u, Telefer’i, Hatay’ı ve de 12 adaları niye dışarı da bıraktın” der. İsmet Paşa, “Gazi hazretleri, bunları talep etmek yeni bir savaşı gerektirir” der. Bunun üzerine Atatürk, o tarihi cümlesini söyler; “Allah ömür verirse, ben bu Türk topraklarını kendi metotlarımla Türkiye’ye katacağım”. Nitekim Atatürk Hatay’ı Türk topraklarına katmış, sıra diğerlerine gelmişken, maalesef ömrü vefa etmemiştir. Şimdi biz bu Türk toprağını boşaltıyoruz ve aynı büyüklükteki bir alana resen, uluslararası bir anlaşma, mutabakat olmadan taşıyoruz. Yani, kendi kendimize orayı bıraktık, burayı aldık, diyoruz. Böyle birşeyi dünyaya kabul ettirmek mümkün olabilir mi? Ben yaptım oldu, emri vakisini dünya nasıl karşılar? Eğer bir uluslararası anlaşma yapılabilirse ta- mam. Ancak, işbaşındaki Suriye yönetimi ile kanlı bıçaklı durumdayız. Böyle bir anlaşma mümkün gözükmüyor şuanda. Esasen bu konuda itirazlarda başlamıştır. 
İşin asıl komik yanı, işgal ettiğimiz yeni toprakta karakol ve türbe inşaatı devam ederken, adı Osman olan bir adam çıkıyor, “Yahu burası benim tapulu arazim, siz ne yapıyorsunuz, bu ne iştir” diyor. Hükümet İŞİD’ten korktuğu için öyle bir hareket yapmıştır. Musul Başkonsolosluğunun başına gelen, buranında başına gelmesin diye pılıyı pırtıyı toplamış, kaçmıştır. Teşhisi doğru koymak lazım. Belki şimdi de yeni bir fırsat çıkmıştır, dünyaya bela olan, kafa kesen vahşet örgütü İŞİD ile mücadelede Türkiye daha serbest hareket edebilir. Amerika ve koalisyon ortakları ile daha kolayca yardımlaşabilir, İŞİD’in günün birinde Türkiye’nin başına bela olmaması için, yok edilmesi gerekir. 
Bu arada, ne yazık ki, ortada savaş yokken iki F4 Fantom uçağımız düşmüş ve 4 kahraman pilotumuz şehit olmuştur. Nedendir bilinmez, TV’ler bu kazayı verirken iki F16 düştü, 4 asker şehit oldu, deyişini sürdürmüştür. Ne 4 askeri, 4 kahraman harp pilotunu kaybettik… 
Özetle ifade etmek gerekirse, Türkiye’nin herkesle arası açıktır. Daha yeni haber Libya Türk müteahhitlerini sınır dışı ediyor. 180’e yakın İş Adamlarımız, 6 milyar dolarlık işi bırakıyor. Mısır’da büyükelçimiz istenmeyen adam ilan edildi, ayrıldı. Suriye ile durumlar yanlış politika sonucu malum. Batı ülkeleri genelde Suriye’de ESAD’ın kalması noktasına meyil ediyorlar. Katar Türkiye’yi bıraktı, Mısır ile ittifak halinde. İran’la durum limoni. İsrail baş düşmanımız. Amerika ile Türkiye tarihinin en bozuk ilişki dönemini yaşıyor. Bakanlarımız Amerika’ya gidiyor, hiçbir Amerikalı yetkili tarafından kabul edilmeden, dönüyorlar. Anlamadığım husus ortada fol yok yumurta yokken, Başbakan Sn. Davutoğlu New York’a gidiyor, bazı temaslar yapıyor, fakat bu temasların içinde Amerika Yönetimi ile görüşme yoktur. Meşru Bağdat Hükümeti ile ilişkilerimiz bozuk. Ancak biz Irak’ta yaşayan ve asıl önem vermemiz gereken Irak Türklerini bir tarafa iterek, ezeli Türk düşmanı Kürt yönetimiyle can ciğer kuzu sarması ilişkiler yaşıyoruz. Tıpkı Hamas gibi, Dünyanın terör örgütü diye tanıdığı insanlarla ne yazık ki yakın ilişkiler içindeyiz. Bunların sözde, başkanları, bakanları gelip Ankara’da itibar görüyorlar. Avrupa Birliği ilişkilerinde ilerleme yoktur. Açılan fasıllar kapatı- lamıyor. Almanya, Fransa başta olmak üzere, AB bizi istemiyor. Onların nezdinde Kıbrıs Rumları daha itibarlıdır. Çin ile füze anlaşması tezgahlanıyor. Bu akla acaba Türkiye NATO’dan uzaklaşıyor mu konusunu getiriyor. İŞİD’e gelip, gidenler Türkiye’yi komşu kapısı yapmışlar, elek gibi, kontrol yok, herkes giriyor, çıkıyor. 
Son olarak ben çözüm sürecinden de fazla bir şey beklemiyorum. Sanıyorum herşey seçimlere endekslenmiş durumdadır. Akla şöyle bir husus geliyor, acaba herkes kötü de, tüm bizim yaptıklarımız mı doğru? Etrafta dostumuz kalmadı, bu nasıl dış politikadır? Bu hususların analiz edilmesi lazım.