Türkiye’de sağlık denilince inanıyorum ki herkesin aklına gelen ilk şey artık şiddet… 

Son on yılı aşkındır ülkemizde sağlıkta dönüşümün çarkı içinde savrulup duran sağlık çalışanlarıyız bizler…

Topluma yansıyan ise Kamu hastanelerinde günler sonraya alınan poliklinik randevuları, kuyruklar, kargaşa ve hekime ulaşamıyor olmak.

Peki, bunun suçlusu kim? Hekimler ilk başta göz önünde olan çalışan grubu, daha sonrada diğer çalışan sağlık personeli… İlk başta görünen vitrin bu…

Samsunda görev yapan bir hekim olarak hele de acil de görev yapan bir hekim olarak yaşadığımız şiddeti, nasıl bu boyutlara da geldiğini yazmak zorunda hissettim kendimi.

Samsun; sözde ‘’Sağlık Şehri-Merkezi’’ olacaktı ama maalesef şiddetin merkezi haline geldi. Bu şehirde geçtiğimiz yıllarda iki meslektaşımızı şehit verdik.  Canımız, canlarımız yandı. Dr Kamil Furtun ve Dr Aynur Dağdemir’i saygıyla anmadan geçemeyeceğim.  Her gün bir hastaneden hekime ya da sağlık çalışanına şiddet haberleri ile güne başlar olduk. Gerçi sadece bunların sağlıkta olmadığı, terör ve şehitlerimizin de olduğu; huzurun kalmadığı bir ülke olduk çıktık. 

Daha çok yeni, geçen hafta bir kadın hekim arkadaşımıza hasta yakını tarafından şiddet uygulandı. 

Günümüzde toplumsal şiddet artış göstermiş ve bunun da bir sonucu olarak her meslek grubu şiddet olaylarıyla karşı karşıya kalmıştır. Ancak sağlık alanında yaşanan şiddet diğer alanlardan belirgin bir farklılık göstermektedir. Sağlık çalışanları diğer meslek gruplarına göre daha fazla şiddete uğramaktadır.

Sağlıkta dönüşüm dedik de bu neydi? Burada asıl amaçlanan, sosyal devletin halkına ücretsiz olarak vermesi gereken sağlık hizmetinin özelleştirilmesi idi. Aynı eğitimde de olduğu gibi…

2007’li yıllarda ‘’Aile Hekimliği’’ ve Genel Sağlık sigortası denilen iki terim sürekli gündemimizde oldu. Bende bir pratisyen hekimim. Çalışma hayatımın bir dönemi, sağlık ocağında yani birinci basamakta çalıştım. Bizlerin sağlık ocaklarında tedavi edici hizmet vermemiz; birçok koruyucu hekimlik hizmetlerimizin yanında çok alt sıralarda yer alırdı. Ülke pilot uygulamalarla yavaş yavaş aile hekimliği uygulamasına geçti. Aile hekimi ya da pratisyen hekim yine bizler iş yapacaktık ama işimizin önceliği değişti. Asıl amaç aile hekimliği finansmanı idi ama deneme yanılma yolu ile yapılan iş; sigortacılığı tam devreye sokamadığı gibi ülkede sağlıkta olan maliyeti daha da arttırdı. 

Sağlıkta harcama ve maliyet arttı ama harcamaların yönü değişti. Devlet tarafından yapılan ödemeler Kamudan daha çok özel sektöre doğru aktı. Bu dönüşümle beraber özel hastane sayıları da arttı ve zincir hastaneler oluştu. Bu arada devlette çalışırken artık bitme noktasına gelen birçok meslektaşım; iş güvencelerini bırakıp özel sektöre geçtiler. Bende bunlardan biri oldum. Devlet Hastanesi acil polikliniğinde, aile hekimliğine geçiş sürecinde bizler aile hekimliğini seçmemiş ikinci basamakta çalışan pratisyen hekimlerdik. Meslektaşlarımın maddi getirisi fazla diye aile hekimliğini seçtiği dönemlerde, bizler binleri bulan hasta sayısı ile acil poliklinikleri beş altı hekim çevirir hale gelmiştik.

2004-2005 yılı performansa dayalı döner sermaye iş barışımızı da bozdu. Bizler sanıldığı gibi çok büyük paralar asla kazanmadık. Döner sermaye ise çalıştığımız sürece aldığımız bir ek gelirdi. Yıllık izin ve rapor kullandığımızda döner sermaye alma şansınız olmuyordu.

Bütün bunlar olurken muktedir güç, iktidar sürekli sağlık çalışanları zedeleyici açıklamalarda bulunmaya devam ediyordu. Muayenehaneler kapatıldı. Hekimler yeterli ücret almış olsa zaten muayenehane açmazlardı. Ama bu kapama süreci de hekimleri yıpratıcı söylemlerle oldu. 

Mesleğimiz hala bizlere göre çok kutsal ve çok değerli ama değersizleştirme politikaları hiç durmadı. 

Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin birinci basamağı şu an aile hekimliğidir. Ama meslektaşlarımla konuştuğumda yapmadıkları işin kalmadığını biliyorum. Nüfus ve coğrafi bölgelerine göre değişen ama günlük bakılmaması gereken sayıda hasta bakmaktalar. Ne kadar insan yani nüfus o kadar para… Ama esas olan koruyucu sağlık hizmetlerine ayıracak vakit olmadığından, bulaşıcı hastalıklar artmakta, gebe takipleri yapılamamakta, aşılama hizmetleri ASM’lere ulaşanlarla sınırlı kalmaktadır.

Kamu hastanelerinin durumu hiçte yönetenlerin söylediği gibi değil. Poliklinik randevuları günler sonrasına veriliyor. Devlette sıra alamayan hastalar eğer paraları varsa özel hastanelere gelebiliyorlar. Özel hastaneler SGK’nın ödediği ücretlerle sistemi çeviremedikleri için, ek olarak fark ücretleri almaktalar. Şu an devletin resmi alabilirsin dediği fark, SGK ödemesinin yüzde iki yüzü oranında bir fark. 

Aciller de, acil olmayan hastalar da dâhil en büyük yığılmalar yine sağlıkta dönüşüm politikaları sonucunda oluşmuştur. Şu anda acil çalışanları özellikle devlet hastanelerinde bitmiş tükenmiş durumdalar. En büyük sağlıkta şiddet olayları acillerde yaşanmaktadır. Bizim; ‘’Doktor doktor gezin’’ diyen Sağlık Bakanımız, ‘’Aciller o kadar huzurlu ki; artık oralara insanlar kız bakmaya gidiyorlar’’ diyen başbakanımız oldu.

Türkiye Acil Poliklinik başvuru sayısının en fazla olduğu dünyada nadir Ülkelerden biri haline yine bu dönemde geldi. Eskiden bıçak parası denilen para şimdi insanlarımızın cebinden dört katı oranında ve yasal yollardan çıkar hale gelmiştir. Oysaki sağlık Sosyal bir haktır ve satın alınmaması gerekir.

Sağlıkta şiddet yine sağlıkta dönüşümle en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Uygulanan sağlık politikaları, sağlık çalışanlarının itibarsızlaştırılması ve hedef gösterilmesi balıca nedenlerdendir. Artık çalışma alanlarımız olan ASM’ler, hastaneler hayatımız için tehlike oluşturmaktadır. Kelle koltukta, canımızı kurtardığımız her an şükreder hale geldik.

Sağlığı piyasalaştıran, hastaneleri ticarethane, hastaları müşteriye dönüştüren; karlılığı arttırmak için kısa sürede çok hasta bakmak, gereksiz tetkik istemek anlamına gelen sağlıkta dönüşüm artık işlemez durumdadır ve tıkanmıştır. Bu sistemde beklentileri yükselen ancak nitelikli bir sağlık hizmetine de ulaşamayan hastalar, tek sorumlu olarak sağlık çalışanlarını görmektedir. Toplumsal ilişkilerdeki iletişimsizlik ve hoşgörüsüzlüğün de etkisiyle sağlık alanındaki şiddet olayları gün geçtikçe artmaktadır. Hizmet alan ve veren için de içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Hastanelerde yaşanan yoğunluk ve bu yoğunluğun yarattığı şiddet içinde boğulan sağlık çalışanları ve vatandaşlarımızın hali bunun en belirgin göstergesidir. 

Şehir Hastaneleri kuruluyor ya onlarda yap, devret, işlet modeli… Aynı köprü misali… Şu kadar hasta bakılacak ve ödeme yapılacak… 

Çalışanların ücretlerinin performans sistemine bağlandığı, sağlığın özel ya da kamu ayırt edilmeksizin işletme mantığıyla yönetildiği, sağlık çalışanlarının, meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin uyarılarına taleplerinin dikkate alınmadığı, kamu sağlık hizmetlerinin popülist bir anlayışla yürütüldüğü bu düzenin şiddete yol açması kaçınılmazdır. 

‘’Paran varsa sağlık satın alabilirsin’’ mantığından, sağlık çalışanlarının yaşamlarına mal olan Sağlıkta Dönüşüm Programı’ndan vazgeçilmeli; insanı odağına alan, ücretsiz, nicelikten çok niteliği önceleyen, basamaklandırılmış bir sağlık sistemi hayata geçirilmelidir.

Yoksa hepimiz ‘’Sağlıkta Dönüşüm Çarkı’’ içinde yok olup gideceğiz.