Safranbolu deyince aklımıza gelen neredeyse tek şey o muhteşem tarihi evleridir. Benim de daha önceki Safranbolu ziyaretim 20 sene önce sadece bu evler içinde ve kimse bize başka bir yerin varlığından bahsetmemişti o dönemlerde. Ama bu gelişimizde ilk girişte gördüğümüz modern şehir şaşırttı beni. Nerede benim yıllar önce gördüğüm o tarihi evler? Burası neresi? Yanlış mı geldik acaba? Ama yok işte tabelada Safranbolu yazıyor!!
Birileri çalışmış gerçekten, o tarihi dokuya zarar verilmeden, başka değerleri de öne çıkartılmış Safranbolu’nun. Biz o tarihi evleri görüp yola devam edecektik aslında ama onları ararken Kristal Teras diye bir tabela gördük, e hadi bir bakalım dedik. Biz kahverengi tabelaların peşinden gitmeyi severiz.
Aslında Safranbolu'da nereye teras yapmış olabilirler ki de demedik değil. Meğerse burada kocaman bir kanyon varmış.

Terasdan bakınca da aslında minicik bir yeri görünüyormuş. Biz şöyle bir baktık terastan aşağı, safranlı dondurmalarımızı da aldık fotoğraf da çektik e hadi dönelim dedik. 

Tam dönerken uzaktan bu kemeri gördük. Tarihi İncekaya Sukemeri , eski şehre su getirmek için kanyonun üzerine inşa edilmiş ve 116 mt uzunluğundaymış. Su buradan şehre götürülüp orada Asmazlar Konağı’nın altındaki su terazisinden heryere dağıtılırmış.
O arada aşağı Tokatlı kanyonuna inen yolu da gördük. Gişedeki delikanlı çok ilgilendi bizimle, “236 basamak sizi zorlar ama kapıyı açayım da fotoğraflarını iç terastan çekin, çok güzel görünüyor” dedi. Biz o kadar basamağı duyunca kesin gitmeyelim, inmek dert değil de nasıl çıkacağız diye düşündük ama... 
Ama o manzarayı görünce dayanamadık, çıkarız yavaş yavaş dedik ve indik.

Kristal terasa bir de aşağıdan bakınca, “neee az önce bunun üstünde miydik, hayır olamaz oraya nasıl geri çıkarız” diye soğuk terler dökmeye başladık bile:)
Ama gene de iyi ki inmişiz, doğa muhteşemdi. Bir de aşağıda kocaman ağaçlrın dallarına kurulmuş iki salıncağı görünce dayanamadık, çocuklar gibi eğlendik.
Doğanın içine doğayla yapılmış köprüler görüp üstlerine tırmandık. Tamam bazılarımız yanından geçti:)
Mağaralara girip Allahım bizi çok gezdir, gezilebilecek bütün mağaraları görelim !! diye dualar ettik.
Daha ne fotoğraflar çektik , sıkılmayın diye hepsini buraya koymadık. Oraya indiğimize hiç pişman olmadık, yukarı çıkarken de basamakları saya saya, manzara seyredip fotoğraf çekerek nasıl olduğunu anlamadan vardık yukarı. Gerçekten çok eğlendik. 
Zaten bu bizde alışkanlık haline geldi, Tokatlı Kanyonu’ndan sonra. Artık çok merdivenli bir yer görürsek saya saya çıkıyoruz, nasıl olduğunu anlamadan çıkıveriyoruz  Eğer eziyet haline getirmek isterseniz çok zor değildir, ama işin zevkini çıkartmak isterseniz en büyük zorluk bile eğlenceli hale gelebilir.
Oradan çıkınca (galiba dualar tuttu!!) bize dediler ki Mencilis mağarasını da mutlaka görün. Akşam oldu dedik. Olsun açıktır dediler.
Yolda buz gibi bir çeşmeden sularımızı doldurduk, yaşlı bir nine akşama bu suyla mutlaka bi çay demleyin pek güzel olur dedi, güzel oldu gerçekten de.
Arabayla tırmandık, tırmandık hava kararmaya başladı, aman mağara kapalıysa orada çadır kurarız dedik ve bir dağın tepesinde sonunda Mencilis tabelasını gördük.
Kapanmamış,“gezebilirsiniz zaten içeride aydınlatma var” dediler. Nerede mağara deyince bize bu merdivenleri gösterdiler!!!!

Saymadım, sayamadım kaç basamak daha vaaaar !!! Hayıııır gene mi merdiven sızlanmalarım arasında Halûk hadi hadi diye çekeleyerek çıkardı beni. Mağara çok güzel ama elektrik ve aydınlatma sistemi için bence Gökgöl mağarasına dokunan eller buraya ve diğer mağaralara da bir el atmalı.

Kapalı bir bölüm vardı çıkınca birtek oraya giremedik, dışarı çıkınca sorduk yarasaların üreme mağarasıymış. Şimdi üreme mevsimi olduğundan  rahatsız oluyorlarmış, özel hayata saygı tabi :) Artık 2020 de görürüz onları da napalım!
Mağaradan çıkınca işletmecilerin 4-5 yaşlarındaki iki kızının hayali maceraları eşliğinde köfte ekmek ve Safranbolu gazozuyla akşam yemeği işini de hallettik. 
İzin aldık ve çadır kuracaktık ama koşuşturan 3 köpek, aşırı rüzgâr ve çevreden gelen sesler bizi daha doğrusu Halûk’u biraz endişelendirince!!?? Arabada kalma kararı verdik. Sonuçta bizim arabamız yataklarımızın sığdığı büyüklükte ve güvenli.
Safranbolu Evleri’ni görmeye gelip onları göremeden ne doğa harikaları gördük. Sabaha da Mencilis mağarası önünden ormanın içinden günaydın dedik. Oksijen fazlasından mı, yoksa doğanın seslerinden mi, ya da her ikisi birden mi bilemem ama kamp yaşamında gün ağarırken uykunuzu almış ve enerji dolu uyanıyorsunuz. Biz uyandığımızda daha çalışanlar gelmemiş, bekçi bile gün ağardı diye kestirmeye gitmişti. 
Kahvaltıyı aşağı inerken yol üstünde bir yerde yaparız dedik, ama hiç bir yer açık değildi, bizim de bugün çay yapasımız yoktu. 
İyi ki de kapalıymış her yer, aşağı inip evler göründükten sonra kenarda minik bir köy kahvesi gördük. İzin alıp yanımızda getirdiğimiz nevalemizi çıkarttık, oradan aldığımız sıcacık çayların eşliğinde , köy halkının Karadeniz şivesiyle siyaset yorumlarını, birbirleriyle tatlı tatlı atışmalarını, mahalle dedikodularını gülümseyerek dinledik.
Sakın erkekler dedikodu yapmaz demeyin, inanın âlâsını yapıyorlar sadece kadınlar duymuyor. Herkesi nasıl çekiştirdiklerine inanamazsınız.

Biz eski evlere geldik diyorduk ama burası eski Safranbolu'nun  yazlık evlerinin olduğu bölgeymiş meğer. Ama çok da uzak değillermiş birbirlerinden. Eski şehir az aşağıda dediler.

Unesco miras listesinde bir şehrin tabi ki Unesco'lu zanaatkârları olur. Dükkanları seyre doyamadım, herşeyi almak istedim hiç bir şey almadım. Çünkü bazen içinde yatmak istediğimiz için arabamız büyük ama içinde yer yok fazla.

Eh kaç gündür yollardayız, köy berberinde traş olmadan olmaz dedik. Ben seviyorum bu doğallığı, insanların samimiyetini. Bahaneyle berber müşteri muhabbeti dinleyip, usturayla tıraş nasıl olunuyormuş onu izledim. 

Oraya gitmişken Kaymakamlar Konağı’nı da ziyaret ettik.

Kaymakamlar konağı çok güzel düzenlenmiş, her oda da ayrı ayrı ortamlar oluşturulmuş, bazıları hareketli. Yıllar öncesinin günlük hayatını gözünüzde canlandırmanızı kolaylaştırmışlar. 
Kaymakamlar konağının bahçesinde , Safranbolu lokumu eşliğinde kahvemizi de içtik. Tabi ki lokumlarımızı da aldık. Burası Safranbolu tarihin canlandığı yer.
Öyle çok gezecek yer var ki, Cinci Han, Demirciler Çarşısı, Arasta, Köprülü Mehmet Paşa Camisi, müze bunlardan sadece birkaçı.
Biz tam gün gezdik, artık ayaklarımız sızlarken yeter dedik. Tarihi yaşamayı sevenler için burada kalıp hiç olmazsa sindire sindire iki gün gezilmeli derim.
Yeter dedik ama gene de dayanamayıp müzeye girdik. Müze Safranbolu’nun yakın geçmişindeki toplumsal hayatı konu almış. Hareketli mankenler yine hareketli araçlar gerçekten ilgi çekici ve hayal gücümüze yol gösterici oluş. Müzenin alt katına da bilişim tarihi bölümü açılmış. İlk defa her yerini fotoğrafladığım bir müze bölümü oldu. İnsanın hayatında iki tane bilgisayar mühendisi olunca başka çare yok galiba.
Bölümlerin üzerlerine yazılan yazılar çok eğlenceliydi.
Halûk meslek hayatının ilk bilgisayarlarını görünce dayanamadı eski dostlarla bir fotoğraf istedi hemen. Bir de “Eksik Parçayı Tamamlamalı.” Dedi ve yerini aldı. 

Ben de ilk bilgisayarımı gördüm orda. Üniversite günlerimi yad ettim. Ama artık gerçekten ayrılma vakti geldi Safranbolu’dan.

Nerede kalınır? 

Safranbolu’nun o tarihi dokusunu sonuna kadar yaşamak isterseniz mutlaka eski şehirde butik otele çevrilmiş butik otellerde kalmanızı salık veririm. Ama bunu biraz pahalı bulursanız, artık çok fazla otel ve pansiyon var çevrede seçin beğenin.

Ne yenir?

Safranbolu’da adı üstünde safranıyla meşhur. Safranlı dondurma, zerde, safranlı dondurma ve en önemlisi lokum çeşitlerini tatmadan ayrılmayın derim ben. Yöresel yemek olarak da kuyu kebabı, bir mantı çeşidi olan perohi, cevizli erişte, ve pide kavramınızı değiştirecek olan bükme tadına bakılabileceklerden. Mutlaka yanında tadına doyamayacağınız %100 şeker pancarından üretilen Safranbolu bağlar gazozundan da için.