Evet! Sadizmin binbir çeşidi vardır ama, TV-Dizileri’ndeki sadizmin hemen hiçbir benzeri yoktur ve öyle sanıyorum ki, TV-Dizilerini hazırlayanlar; senaristinden, sahneleyenlerine varıncaya kadar hemen hepsi de irili, ufaklı sadistlerdir!... 

Şayet öyle olmazsa; seyirci tam dizi’nin havasına kapılmışken, tepeden inme gibi “reklâmlar” araya girmez ve de seyircinin seyrine tuz-biber ekmezdi!... Dahası, ayrıca Dizi’nin hemen bir çok sahnesinde “şerit reklâm” yer almazdı!.. 

Ayrıca, beyin yıkama ameliyesinde uygulanan olağanüstü taktiklerde, ele alınan sayısız usullerin en güçlüsü, TV dizilerinde varlık göstermekte ve de seyircide inandığı bütün mukaddesatına olan güvenini temelden sarsmaktadır... 

Dizilere bakılacak olunsa: Bakan gayrimeşru işler peşinde koşmakta, Savcı bir başka şekilde ihanetler, cinayetler vs. umum pislikler içinde yüzmeyi becerebilmekte. Polis teşkilâtı ise çoktan karmaşık duruma gelmiş, para karşılığı yetkisini kötüye kullanmaya meyilli bir çok elemanı ile birlikte sözde kanunların bekçisi olmakta, suç işleyenleri yakalayıp kanuna teslim eder görünmekte ve de bu keşmekeş içinde namuslu ve vazifeşinas polislerin çoğu da bir şekilde susturulmaya çalışılmaktadır... 

Yukarıda kabaca çizdiğim tablo, günümüz Türkiyesi’nin hazin durumunu göstermeye çalışan bir panorama olmaktadır!.. 

Bu ne dereceye kadar doğru ve inandırıcıdır?.. Bilemiyiz? Zira, bu gibi meseleler ayrıca tetkike muhtaç unsurlardır!... 

TV’nin “Haberler saatinde” ise; ne haberler ve ne de dünya havadisleri bulamazsınız. Zira, “Otomobil, Otobüs, Kamyon vs.” muhtelif görüntülü kaza haberleri, Dış dünya’dan da haber derken, muhtelif felaketler bir diğerini izlemekte ve siz doğru düzgün bir haber saati bulamamanın sıkıntısı içinde başka kanallara bakmaya mecbur kaldığınızda da; ya reklamlar veya kafa karıştırıcı oturumlarla karşılaşmaktasınız. Keza Sinema Filmi izlemek isterseniz vurdulu, kırdılı vahşet sergileyen bir yapımla karşılaşıp, TV’yi hırsla kapatmaktasınız!... 

Hele, hele Parlamento yayınlarımız evlere şenlik! İktidar’la, Ana-Muhalefet Partileri arasında bir türlü son bulmayan çatışmalar ki, bu çatışmanın ana mihrakı Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan ile Ana-Muhalefet Partisi Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu teşkil etmektedir. İkisi arasında sürüp giden fikri de değil, yekdiğerini itham çatışması, sözde “Parlamento Haberi” olup çıkmaktadır!... 

Dış politikamızda ise: ABD Devlet Başkanı Sayın Obama şöyle dedi, biz böyle dedik gibi söylemlerle geçiştirip durmaktayız!... 

Yani, sizin anlayacağınız kuru gürültüden başka, elle tutulur tek bir haber dahi bulamazsınız!... 

Yazılı Medya’ya gelince: Açıkca taraflı Köşe Yazarları’nın her biri adeta ahkâm kesmekte, Okuyucusunun da bir fikri, bir görüşü olduğunu hiç mi hiç kâle almadan, kendince, mensubu bulunduğu kesimin borozancı-başısı kesilmektedir. 

Yazılı Medya’nın diğer sütunlarına gelince: “muhtelif felâket haberleri yanı sıra: Alçakca işlenen cinayetler, ırza tecavüz ve yoğun bakım hastaları, evlerinden atıldıkları için sokakta sabahlayan aileler vs.” Siz bunlardan başka haber bekliyorsanız o da var: Renk, renk reklamlar, çift sayfa olarak sülale boyu reklam ile Medya’nın ödül almış Yazarları’nın merasim esnasındaki fotoğrafları vs. 

Bu da yazılı Medyanın sırıtan yüzü deyip geçemezsiniz. Zira, Medya’nın Patronları, sizlere(!) darılabilirler. Çünkü, onların en sadık borozancıları, Gazetelerinde çalıştırdıkları “kiralık kalemlerdir!” 

Sadizmin en âlâsı ise “Yazılı Medya”dadır. Çünkü; en yakın arkadaşını Patron aşkına satan, kendi menfaati için, karşısındakini hiç acımadan harcayan, iblislerin çeşitlisi, Yazılı Medyada’dır!.. 

Mükemmel bir vücudu olmasından başka hiçbir meziyeti olmayan; ses-sanatçıları, Dizi aktristleri, Roman Yazarları ve top-Modeller vs. Bir anda, ülke çapında “san’atçı” olup çıkarlar ki, bunların içinde aklı biraz çalışanı, yaşlılığı için dünyalık ayırmasını becerir. Diğerleri ise pırıltılı, gürültülü bir sahte parlaklık içinde kayar gider...

Görüntülü Medya, Yazılı Medya diye diye mezkûr kuruluşları, ülke içinde başlıca otorite olarak kabullendirildik!...

Peki ülkemizin asıl koruyucusu Devlet ve yan kuruluşları ne güne?.. Cevabı hazırdır: “Biz Devletimizi, Cumhuriyetimizi, Atatürk çizgisinde korumaktayız!” 

Peki öyle olsun ama günümüzde gençlerimizin giydikleri kılık-kıyafet, Atatürk çizgisinde midir?.. Daha kalanına temas etmiyoruz zira yazımızın başlarında bu konuya nisbet dahilinde detaylı şekilde temas etmiştik. 

Evet soruyoruz: giyim, kuşam, yüz tualeti, saç-sakal görüntüsü, gerçekten Atatürk Çizgisinde midir?.. 

Kendimizi hiç kandırmaya çalışmayalım. Zira, anlayabildiğim kadarıyla günümüzdeki gençlik, Gazi Hazretleri’nin değil, kendi çizgilerinde yürümektedirler!.. 

Ve de onları bu hale getiren; saçı-sakalı ağarmış enternasyonal kafalı sözde aydınlarımız olmuştur. Bu tespitimizi çürütmeye kalkanlarımız varsa, buyursunlar, benim sütunum emirlerine amadedir. 

Fakülteler arası sokak çatışmalarının yeniden baş gösterdiği bir dönem içinde yaşamaktayız! Velâkin hâlâ uyan babaya gelmiş değiliz!.. Bana öyle geliyor ki, şairin dediği gibi: 

“İKİ TARAFIN FANATİKLERİ EKSİLMEDİKÇE, 

BU MESELE ASLA ÇÖZÜLEMEYECEKTİR!...” 

“Demokrasi fikir hürriyetinin beşiğidir” denir lâkin, gördüğüm kadarıyla bu tespit yanlıştır. Çünkü; Demokrasi’nin sağladığı imkânlardan en çok faydalanan, ülkesinin kanunları meşru olduğu halde, karşı mücadele açan kimselerin işlerine yaramakta olan bir garip doktrindir!... 

Düşünün, muhtelif rejimler, muhtelif Krallıklar, İmparatorluklar’ın yoklara karışmasındaki, bunların hemen hepsi “despotizm” değildi. Lâkin, hepsi de bir nevi “despotizm” olarak tarihçilerin kayıtlarına geçmiştir!... 

Çok enteresandır: “Faşizm, Nasyonal Sosyalizm” son derece sakıncalı rejimler olarak, Milletler arası varılan kanunlarla kesin yasak edilmiş. Ve fakat, “Komünizm ile Beynelmilel Sosyalizm” haklarında hemen hiçbir işlem yapılmamış ve onların da verdikleri oylarla mezkûr karar alınmıştır!?.. 

Geçenlede, Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan’ın, Birleşmiş Milletler’in vardıkları kararı protesto etmelerinde ve Veto hakkının bütün Milletler arasında müsavi olmasının hak olduğunu savunmaları, kısa zamanda ve sessizce gündem dışına itilmiş ve böylece, Sayın Cumhurbaşkanımızın değerli iddiaları, unutulup gitmişti veya Dünya Milletlerinin gözlerinden uzak tutulabilmiş ve de geri plandan müzakereler devam edip gitmektedir!.. 

Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan bilhassa Süper Devletler tarafından dikkatle izlenen ve de yalnızlığa itilebilmesi için, var güçleriyle çalışmalarını sürdürmektedirler. 

TV’lerimizdeki boş ve cıvık yayınların yanı sıra “vahşetin, Sadizmin ve acımasızlığın” muhtelif çeşitlerinin bir arada sunularak, Halkları değil; Müslim ve Gayr-ı Müslim, yekvücut olması icap eden Milletimizin, yan yana gelmeyip, parçalanabilmesi için büyük çapta çaba sarfetmektedirler. 

Bütün bu akımlarda tek hedef, Sayın Tayyip Erdoğan’ı tamamen yalnızlığa itilmesini sağlamaktır. Son zamanlarda Sayın Cumhurbaşkanımızın, bilhassa İslâmi kesim üzerinde durması ise; onların işini kolaylaştırmaktadır. 

Dolayısıyla, İktidar Partisi’nin bilhassa bu noktayı dikkate alarak, fanatikliğin kendilerine hemen hiçbir kazanç sağlayamayacağını kesin anlamak mecburiyetindedir!... 

Şu husus kesin olarak bilinmelidir ki; İslâmi kesime her ne kadar yakınlık gösterilirse gösterilsin, olumlu bir karşılık alabilmek mümkün olmayacaktır. Çünkü, İngiltere’nin Lozan’da “Halifelik Makamının” kaldırılmasını şart koşması ve Mısır Haham-Başısı’nın da İngiliz isteğine ortak koşmasıyla birlikte Orta-Doğu’da hâkimiyetin tamamen İngiltere’nin eline geçmesi, İslâm Devletlerin birlik içinde olabilmesine hemen hiç imkân bırakmamıştır!.. 

İngiliz Subayı Lavrens’in Arapları baştan çıkarmış olduğu masalı ise, ancak buna inanmak isteyenlerin hanesini dolduran bir husustur. 

Lavrens, Arapları aldatmış değildir. Sadece onların isteklerine ortak olmuş ve onların elde etmek istedikleri topraklarını, İngiliz menfaatlerine uygun şekilde olmasını sağlamış ve Araplar aldatıldıklarını anladıklarında ise, iş işten çoktan geçmiştir!.. 

Bizim, yâni Türk Devlet yapısının dünyevi meseleleri kendi istedikleri şekilde görmeye alışkın olduklarından, bir çok Dünyevi meseleyi yanlış değerlendirmiş ve böylece yanlış yargılara varılmıştır!... 

Ülkemizin günümüzde sadizmin pençesine düşmüş olduğunu görebilmekten dahi yoksun hareket etmekteyiz!... Zira, bizlere küçük yaşlardan itibaren; “Türk en üstün ırktır, Türk olmayanın lafı bile edilemez” ve bu böyle gider. 

Ne acıdır ki, bir milleti yalnızlığa itmekten gayrı hiçbir işe yaramayan bu İttihatçı zihniyeti, Osmanlı’dan, Cumhuriyete geçebilme şansını elde edebilmiştir!... 

Saygıdeğer Okuyucularım, şayet nasipse önümüzdeki Pazar bu konu üzerinde duracağım. Zira, Milletler arası sosyetede yer almamıza her daim diken gibi bir mani teşkil eden bu illet, Türkiye’nin en büyük derdi konumundadır ve de (Hilâl-Sâlip çatışması) diye bir problem dünlerde olmamış, günümüzde de olmaması lâzımdır. Milletlerarası menfaat çatışmalarının adı ne Haçlı ve ne de Hilâl’dir. Meseleye bu açıdan bakılmasını tezgâhlayan dün, Siyonistlerdi, bugün de onlar olmaktadır. Her ne ise yeni makalemde buluşmak üzere cümlenize sıhhatli ve mutlu haftalar diliyorum efendim.