Şâir, Edip ve Hatip YAVUZ BÜLENT BÂKİLER ile

TÜRKÇEMİZ HAKKINDA ŞAKA İLE KARIŞIK SOHBET…

Oğuz Çetinoğlu: Bazı gençler ‘chımarıc’ hareketler yapıyorlar. ‘Entel özentisidir’ deyip geçiştirilebilir mi?

Yavuz Bülent Bâkiler: Şımarıklığı terbiyesizlik derekesine indirenler, yaptıklarının ne olduğu anlaşılmasın düşüncesiyle olacak, ‘şımarık’ kelimesini ‘chımarıc’ şeklinde yazıyorlar. Kelimeyi bu şekilde yazmak da, bu şekilde yazılan kelimenin ardına sığınarak terbiyesizlik etmek de aslâ affedilecek, mâkul veya mâzur görülebilecek bir hareket değildir. Gençlerimizin özenebileceği milyon sayısında, milyar sayısında hareketler ve işler varken, utanç veren, ıstırap veren rezâletleri tercih etmesi ‘geçiştirilebilecek’ bir durum değildir. Her seviyedeki öğretmenlerimiz, millî eğitim ve kültürle alakalı bütün sorumlular, anneler, babalar, ben, sen… topyekûn millet olarak hepimiz bu felâketli gidişi durdurmak mecburiyetindeyiz.    

Bazı gençlerin bu hareketlerine kat’iyyen tahammül edemiyorum. Entel kelimesi, eğer akıl ile ilgiliyse, entelektüel geçinen kimseler, gerçekten akıllarını ayakuçlarında değil de bütün hâl ve hareketlerinde kullanmak istiyorlarsa, her türlü şımarıklıktan kesinlikle uzak durmalıdırlar.

Çetinoğlu: 'Karşıt’ kelimesine karşı mısınız?     

Bâkiler: Evet! Fakat ‘Karşıt’ kelimesine sâdece ‘karşı’ olmanın yetmeyeceğini düşünüyorum. ‘karşıt’ kelimesini, hayatımızdan çıkarıp tuvalete (helâya mı desek?) atmalı, üzerine üç kova su dökmeliyiz. Bu kelimeyi ağzına alanlardan da köşe bucak kaçmalıyız. Bu kelime, bana göre, Türkçenin güzelliğine uygun değildir. 

Yanıt’ gibi, ‘kanıt’ gibi kelimeler için de aynı düşünceye sâhibim. 

Çetinoğlu: Süper market tercih edilebilir bir alışveriş mekânı mıdır? 

Bâkiler: Kesinlikle değildir. Mahalle bakkalının sıcaklığı, samîmiyeti, ucuzluğu, insana huzur ve güven veren havasını ‘süper market’ denilen yerlerde bulmak mümkün değildir. ‘Süper market’, ismiyle de, insanı israfa teşvik eden durumuyla da bize aykırıdır. Biz israfı haram olarak kabul eden bir kültürün mensuplarıyız. ‘Süper’ kelimesi, ‘güzel’, ‘mükemmel’, ‘fevkalâde’, ‘harikulâde’, muhteşem’ ve benzeri olan onlarca kelimeyi dilimizden fırlatıp atıyor. Dilimizi fakirleştiriyor. ‘Market’ kelimesi de Türkçe değil. Bakkal, kasap, manav, pastahâne (pastane mi demek gerek?), tuhafiye, oyuncakçı, kırtasiyeci, kitapçı hepsi bir arada… Oraya girenler, çoğu zaman ihtiyaçlarını değil, görüp beğendiklerini satın alıyorlar. Şuursuz hareket edenler, ‘günün birinde lâzım olur’ düşüncesiyle Merih gezegeninde yürürken kullanılacak ayakkabı bile satın alabiliyorlar. Üstelik çok kişi farkında değil, peynirden pirince, makarnadan şekere kadar her şeyin fiyatı da çok yüksek.        

Süper market ismini de sevmiyor, tehlikeli buluyorum. Çünkü bu aşağılık ruh, yakın bir gelecekte bizi: ‘Büyük baba’ yerine ‘Grand per’, ‘küçük çocuk’ yerine ‘le pötit anfan!’ şeklinde konuşmaya alıştıracaktır.  

Çetinoğlu:Önemsemek kelimesini ne kadar önemsiyorsunuz? 

Bâkiler:Önemsemek’ şeklinde bir kelimemiz yoktur. Uydurulmuştur. Mânâ itibâriyle de sakattır. ‘Gülümsemek’, ‘hafifçe gülmek’ daha doğrusu ‘tebessüm’ mânâsındadır. ‘Küçümsemek’, ‘Küçük görmek’tir. ‘Önemsemek’; ‘biraz önem vermek’ mânâsında kullanılabilir. Bâzıları ‘çok önemsiyorun’ diyor. Bu ifâde, ‘kuru su’, ‘soğuk ateş’ gibi acaip bir anlatım… ‘Önemsiyorum’ uydurukçasını,  ‘Ciddiye alıyorum’ mânâsında da kullananlar var. ‘Önem’ uydurma kelimesi; ‘mühim, ehemmiyet, mühimmat kelimelerini de dilimizden atıyor.  Böylece dilimiz fakirleştiriliyor.  Netice itibariyle, ‘çok önemsiyorum’ diyenlere hiç mi hiç ehemmiyet vermiyorum, onları asla ciddiye almıyorum. Türkçeyi, ana dilini bilmeyen insan neyi doğru dürüst bilebilir ki? Onları dinlemek bile doğru değildir. Zaman israfıdır.    

Çetinoğlu: Atatürkçü geçinip de Ata Türkçesini değil, Ataç Türkçesini kullananlar ‘olanak’ kelimesini pek severler. Bu kelimenin ‘imkân-mümkün’ mânâsında mı yoksa ‘ihtimal-muhtemel’ yerine mi kullanıldığını belirtmeniz ‘olası’ mıdır?

Bâkiler: Bu güne kadar 24 kitabım yayımlandı. 120 civarında konuşmalarım oldu. Hiçbirinde ‘olanak’ ve ‘olası’ kelimelerini kullanmadım, kullanmıyorum. Çünkü ‘olanak’ kelimesi, Türk dilbilgisi kaidelerine aykırı olarak uydurulmuştur. ‘Olmak’ kelimesinden ‘olanak’ yapılıyorsa, ‘dolmak’tan ‘dolanak’; ‘yolmak’tan ve ‘solmak’tan da ‘yolanak’, ‘solanak’ yapılabilir. Bunu yapanlara da en nezih ifadeyle ancak ve ancak ‘avanak’ denilebilir. ‘Olası’ kelimesi de ancak avanakların diline yakışıyor.  

Çetinoğlu: Kutsal’ kelimesi, bizim mukaddeslerimizi kapsıyor mu

Bâkiler: Kesinlikle hayır! ‘kutsal’ kelimesi, içi doldurulmamış, doldurulması mümkün olmayan dipsiz bir varildir. Babalarımız, dedelerimiz: ‘Bütün mukaddesatım üzerine yemin ederim’ diyorlardı. Topkapı  Sarayında: ‘Mukaddes emanetler’ bölümü var. Annemin dayısının iki kızı var. Birinin ismi: Mukaddes ötekinin ismi Muazzez! Bu güzellikleri de dilimizden söküp attılar. Yazık değil mi? Kazancımız ne?

Zâten bu ‘sel’ ve ‘sal’ takıları, asil Türkçemizin güzel kelimelerini sallara doldurup sellere bırakanların elinde her kapıyı açan maymuncuk gibidir. ‘Târîhî’ kelimesini ‘Türkçe değildir’ bahanesiyle kullanmayanlar, ‘tarihsel’ diyorlar. Arapça olan ‘târih’ kelimesini Fransızcadan aparılan ‘sel’ maymuncuğu ile evlendirip ‘tarihsel’ yapınca Türkçe olur mu? Bu maymuncuğu ancak maymunlar kullanmaya teşebbüs ederler ve tabîidir ki beceremezler. ‘Tarihsel’ uyduruğu, bu kelimeyi ortaya atanlar gibi nesebi gayri sahih bir kelimedir. ‘Kapsamak’ kelimesi de ayrı bir ucubedir.

     

Çetinoğlu:Öneri kelimesini yeğleyip; teklif ve tavsiye kelimelerini tasfiye edenlere öneriniz var mı?

Bâkiler: ‘Önermek’ haddim de değil, harcım da değil. Tavsiyem olabilir: ‘Öneri’ kelimesini matah zannedip, ‘teklif’ ve ‘tavsiye’ kelimeleri ile bunlardan Türk dilbilgisi kaidelerine uygun olarak türetilen kelimeleri, enik gibi sokağa atanlar, iki omzunun ortasında ve üzerinde bulunan ve sâdece diyapazon âleti vazifesi gören organlarının içinde, şâyet varsa, ‘beyin’ denilen bölümü, burunlarından çıkan ifrazat gibi tek kullanımlık kâğıtla birlikte; dezenfekte ve imhâ edilecek tıbbî atıkların konulduğu kapların içerisine bıraksınlar. Sonra da gidip yerine bir maymun beyni koydursunlar. Daha mûteber bir yaratık olurlar.   

Bir târihte İngiltere'ye gitmiştim. Orada bir gemide, kaptanla bir sohbetimiz oldu. Ona dedim ki: ‘İngilizcede belki yetmiş milletin dilinden kelimeler var. Lügatleriniz 700.000’den daha fazla kelimeyle kabardığını söylüyorlar. O bakımdan kütüphanelerinizden İngilizce bir lügat isteyenlere, harfler çok küçük olduğu için, bir de mercek veriyorlarmış. Neden o yabancı kelimeleri dilinizden atarak öz İngilizce ile konuşup yazmıyorsunuz?’  Bana verdiği cevap, kelimesi kelimesine şöyle: ‘Şu dilden veya bu dilden İngilizceye giren, yerleşen, kullanılan kelimeleri, hiçbir İngiliz aydını, dilimizden çıkarıp atamaz. Öz İngilizce diye bir dil olamaz. Bizim dilimiz İngilizcedir.’

Bu bakımdan ben de, dilimize giren, yerleşen, bilinen ‘teklif’ kelimesini ‘Arapçadır’ gerekçesiyle çıkarıp atanlara derim ki: ‘Teklif artık tamamen Türkçeleşen bir kelimedir. Biz, büyük imparatorluklar kuran bir milletiz. Bizim dilimiz, bir imparatorluk dilidir. Bu güzelim dili, bir kabile veya aşiret dili haline getirmeyin!’ 

Çetinoğlu:İçsel’  sözcüğünü içselleştirebildiniz mi? ‘Dışsal’ sözcüğüdilimizden dışlamakta başarılı olunabilir mi?

Bâkiler: Deveye sormuşlar: ‘Sırtın neden eğri-büğrü?’ Devenin cevabı biliniyor. Bu cümle ise, deve bedeninden daha engebeli… Tabiatta böyle bir arazi yoktur. Fakat maalesef uydurukça hilebazlarının elinde böyle dangul-dungul, engebeli cümleler olabiliyor.  

Önce şu ‘sözcük’ kelimesini hiç sevmediğimi, hatta ondan nefret ettiğimi söylemek istiyorum. Sözcük galiba ‘kelime’ karşılığında uydurulmuş bir ufaklık. Eskiden bizim ‘kelimecik’ diye bir kelimemiz de vardı. Karşımızda susan adama: ‘Susma öyle! Bana bir kelimecik söyle!’ Diyorduk. Şimdi bu uydurmadan sonra hem ‘kelimecik’ kelimesini kullanamayacağız hem de ‘Bana bir sözcükcük söyle!’ Diyemeyeceğiz. Nedir bu? Dilimizi, böyle mi zenginleştireceğiz? İçsel kelimesini içime sindiremedim. Yakında uydurulmasından endişe ettiğim ‘dışsal’ ve ‘ortasal’ kelimelerini de benimsemem asla mümkün olmayacak.                                                                       

Çetinoğlu: Türkçemizin doğru ve güzel konuşulmasına dair umutlarımızı yitirmemek için kimlere vazife terettüp etmektedir?

Bâkiler: Efendim, benim ‘umutlarım’ yok. ‘ümitlerim’ var. ‘yitirmemek’ veya ‘yitirmek’ diye fiilim de yok. Değerlerimi ‘kaybetmekten’ korkarım. Bu iki kelime, ‘usunu yitirenlerin’ uydurmacasıdır. Onların kendilerine daha iyi bir akıl bulacaklarına dâir ümitlerimi henüz kaybetmiş değilim. ‘Ümit’ gibi güzelim kelimemizi ‘yitirip’ yerine ‘umut’ gibi yontulmamış odun intibaını veren ‘umut’ kelimesini kullanmakta ısrar edenlere de ‘Allah sizi ıslah etsin’ diyorum.  

Önce, annelerimize ve babalarımıza, büyük bir vazife düşmektedir. Annelerimiz ve babalarımız, çocuklarının güzel bir Türkçe ile konuşmaları için, evlerini mutlaka kitapla ve kütüphane ile güzelleştirmeliler. Evlerimizin %95'i kitapsız ve kütüphanesizdir. Kadınlarımız mükemmel yemek takımlarını, altın ve gümüşle süslü bazı ev eşyalarını meselâ vazolarını, antika saatlerini, camekânlar içine koyarak saklamakta, evlerini süslemektedirler. Ama evlerinin en mükemmel süsü olan kitapları, kapı dışına atmaktadırlar. Bu çok yanlış bir uygulamadır. Anneler ve babalar, çocuklarına, daha çocuk yaşlarında iken, güzel masal kitapları almalı, her gece yavrularına, yatmadan önce, bir veya iki masalı veya konuyu dikkatle okumalıdırlar. Bu uygulamanın çok büyük faydalar meydana getireceğini, ben, torunlarımla tespit etmiş durumdayım. Çocukların hem Türkçe konuşmaları, doğru cümleler kurmaları, hem de beyinlerini çalıştırmaları bakımından bu uygulamanın çok mükemmel neticeler verdiğini belirtmek istiyorum. Sonra  okullarda öğretmenlerimiz, güzel, doğru ve zengin bir Türkçe ile konuşmalılar ve çocuklarımıza öyle hitap etmelidirler. Devamı, kendiliğinden gelecektir. 

Umutlarını yitirenlere’ inat ‘ümitlerimi kaybetmedim.’

Çetinoğlu:Süreçkelimesinin yanlış kullanılma sürecinden nasıl bir sonuç umuyorsunuz?

Bâkiler: Eskiler ‘vetîre’ diyorlardı. Konuşma dilinden tâmâmen atıldı’  denilebilir. ‘Yol, tarz, üslûp’  mânâlarında kullanılıyordu. Günümüzde daha farklı mânâlar yüklendi. ‘Herhangi bir işin başlangıcından netice alınmasına kadar geçen zaman dilimi’ mânâsında da kullanılıyor. Beğenilmeyen her kelimeye, tek kelime ile karşılık bulmak bâzen mümkün olmayabilir. ‘Vetîre’ ‘Arapçadır’ diye kullanmak istemeyenler, ne idüğü belirsiz, nereden nasıl uydurulduğu bilinmeyen ‘süreç’ kelimesi yerine, ‘bu iş için gerekli zaman dilimi’ tâbirini kullanabilirler. 

Süreç’ kelimesi, ‘görevini sürdürmektedir’, ‘yağmur yağışı sürmektedir’ cümlelerindeki sürmek fiili ile bağlantılıdır. Bu söyleyiş ve yazılış biçimi yanlıştır. ‘Görevine devam etmektedir’, ‘yağmur yağışı devam etmektedir’ söyleyişleri Türkçemize daha uygundur.  

Şimdi ben, 81 yaşımdayım. Bu yaşıma kadar, ‘süre’ kelimesi yüzlerce-binlerce defa kullandığımı söyleyebilirim. Ama (süreç) kelimesini bir defa bile kullanmadım, kullanmıyorum. Çocukluğumda çok duyduğum bir kelime vardı: ‘Sürek’… Koyun-keçi gibi hayvanlar dışında  inek-öküz, manda... besleyenlere, alıp satanlara ‘sürekçi’ derlerdi, o hayvan topluluklarına da: ‘Sürek’ denilirdi. Elbette hiçbir ilgisi yok ama çok uzun yıllardan beri süreç kelimesi, benim aklıma o öküz ve manda kalabalığını getiriyor. Sevmiyorum ve kullanmıyorum. Kullanmadığım için, bir noksanlık ta hissetmiyorum. 

Tâkip etmek’ yerine ‘izlemek’ kelimesi kullanılıyor. Bin defa, milyon defa yanlış… 

Çetinoğlu: Öztürkçe özgülünde, yozlaştırma yanlılarının başarısı olası mıdır?

Bâkiler:Öztürkçe’ diye bir varlık bilmiyorum, tanımıyorum, kabul etmiyorum. Tek bir Türkçe vardır. ‘Öz Türkçe’, ‘hakîki Türkçe’, ‘en hakîki Türkçe’, ‘gayri hakîki Türkçe’ yoktur. ‘Türkçe’ vardır, ‘uydurukça’ vardır.   

Bu sorunuzda ‘özgül’ kelimesi yanlış kullanılmıştır. ‘Özgül’ kelimesi, ‘ağırlık’ kelimesi ile birlikte kullanılır. ‘Özgül ağırlık’ ‘herhangi bir cismin, bir santimetre küpünün ağırlığıdır’.  Buna göre uydurulan ve adına ‘öztürkçe’ denilen nesnenin özgül ağırlığı sıfırdır.  

Soruyu Türkçe sormak gerekirse; ‘Öztürkçe çalışmalarında yozlaştırma taraftarlarının başarılı olma ihtimalleri var mıdır?’ denilmelidir.  

Cevabım, hoşunuza gitmeyecek ama ben kendi kanaatimi söyleyeyim: Vardır. Çünkü ortalıkta Türkçeyi doğru konuşanlar, doğru yazanlar gittikçe azalmaktadır. Bir örnek vermek istiyorum: 1955 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydoldum. Yanı başımızda SİYASAL Bilgiler Fakültesi vardı. SİYASAL kelimesi uydurulmuş bir kelime idi. 1955 yılında sel-sal ekleriyle isimden sıfat yapılan kelimeler çok ama çok azdı. En çok 5-10 civarında idi. Bugün yüzlerce değil, bin civarında sel-sal ekiyle üretilen kelimelerimiz var. 

Geçen gün vapurla Büyükadaya giderken bir bant yayınında şu iki kelime midemi bulandırdı: ‘Çevresel temizliğe dikkat ediniz!’ ve ‘doğrusal karar vermek için.’                                                          

Doğrusu çok şaşırdım ve iğrendim. Ne demek ‘çevresel temizlik’? Bunun Türkçesi ve doğrusu: ‘Çevre temizliği’dir! ‘Doğrusal karar’ olamaz. ‘Doğru karar’ demek varken niçin ‘doğrusal karar’? Göreceksiniz yakınlarda ‘eğrisel’, ‘yamuksal’ ‘üzüldümsel’ veya ‘şaşırdımsal’ diyenler de çok olacaktır. Bu, bizim hem bilgisizliğimizden, hem de Batı karşısında kapıldığımız aşağılık duygumuzdan ileri gelmektedir.                                                 

Bizim ‘gülegüle!’ kelimemiz ne kadar güzel bir kelimedir. ‘Baaay!’ veya ‘Babaaay!’ kelimesinden bin defa daha güzel bir uğurlama kelimesidir.  Sokaklarda görüyorum, şık kıyafetli anneler veya köyden, kasabadan İstanbul'a gelmiş çocuk bakıcıları, ellerinden tuttukları 3-5 yaşındaki çocuklara, sesleniyorlar: ‘Hadi teyzeye baaay de bakayım!’ veya ‘Haydi, amcaya babaaay de güzelim!’

Rahmetli dostum Altan Deliorman bana demişti ki: İstanbul’da ve diğer şehirlerimizde başınızı kaldırarak işyerlerimizin isimlerine bakınız. Kendinizi yabancı bir şehirde sanırsınız. İş yerlerimizin kapılarında sizi şaşırtacak nispette yabancı kelimeler göreceksiniz. Elli sene önce böyle bir başı boşluk ve çirkinlik yoktu. Bir de elli sene sonrasını düşünün. Artık hipodromlarda yarış atlarımız bile, yabancı isimlerle koşuyorlar. Bu isimler, atların kendi tercihi değildir. At kadar bile aklı olmayan sâhiplerinin mârifetidir. 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. 

YAVUZ BÜLENT BÂKİLER   

23 Nisan1936 târihinde Sivas’ta doğdu. Ataları Azerbaycan’dan Türkiye’ye göç etmişlerdir. İlk ve ortaokulu Sivas’ta, liseyi Sivas, Gaziantep ve Malatya’da, Hukuk Fakültesi’ni 1960 yılında Ankara’da bitirdi. 

Çalışma hayatına, Metal-İş Federasyonu’nda Eğitim ve Araştırma Müdürü olarak başladı. TRT Ankara Radyosu Merkez Program Dairesi Başkanlığı’nda raportörlük, Kısa Dalga Yayınlar Müdürlüğü’nde program yapımcılığı ve Kültür Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcılığı,  Sivas’ta avukatlık, Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı’nda hukuk müşavirliği, Başbakanlık müşavirliği yaptı. 1992 yılında emekli oldu.  

Şair, yazar ve fikir adamı Bâkiler’in sanat hayâtı mahallî dergi ve gazetelerde yayımladığı şiirler ile başladı. Fakültede okuduğu yıllarda Kopuz Dergisi’nin yazarları arasında yer aldı. Daha sonra Orkun Dergisi’nin yayın müdürü oldu. 1964′ten sonra şiirlerini Hisar Dergisi’nde yayımladı. Çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yazdı. 

Millî şiirimizin biçim ve muhteva özelliklerini şiirlerinde görmek mümkündür. Memleket meselelerini, bu memleketin insanına olan içten sevgisini, yaşayan Türkçe ile ve rahat, aydınlık bir üslûpla anlatmıştır. Bu bakımdan Ârif Nihat Asya’nın yolunu devam ettiren şâirlerden sayılabilir. Târihçi-Yazar Yılmaz Öztuna Yavuz Bülent Bâkiler’den; ‘Türkçenin Büyük Savunucusu’, Altan Deliorman; ‘Güçlü ve Yüksek’, Emekli Vali-Şair Rıza Akdemir; ‘Türk Dilinin Işıklı Bayrağı’, Prof. Dr. Abdurrahman Güzel; ‘Türklük Âşığı’, Aydil Erol: ‘Türkçemizin Ustası’ Olcay Yazıcı; ‘Aşkın ve Anadolu’nun Şairi’, Ahmet Kabaklı; ‘Türk’e ve İslam’a, Turan ve Anadolu’ya dönük sevgi ve düşünce adamı’, Prof. Dr. Mehmet Kaplan; ‘Anadolu insanının gerçeğini derinden yaşayan…’ Yahya Akengin; ‘TRT çöllerinde bir vaha’ sözleriyle bahsediyorlar.  

Sivas’ta siyâsetle ilgilendi. Adalet Partisi’nin il başkanlığını yaptı, milletvekili adayı oldu. 

YAYINLANMIŞ ESERLERİ   

Şiir kitapları: Yalnızlık (1962), Duvak (1971), Seninle (1986), Harman (2000).   

Antolojileri: Şiirimizde Ana, Sivas’ta Şiir.   

Gezi notları:Üsküp’ten Kosova’ya, Türkistan Türkistan.    

İncelemeleri: Şiirimizde Ana, Sivas'a Şiir, Âşık Veysel, Elçibey, Mehmet Akif'te Çağdaş Türkiye İdeali, Sözün Doğrusu 1-2, Sevgi Mektupları, Gidenlerin Ardından, Ârif Nihat Asya İhtişamı. Mehmet Âkif’te Çağdaş Türkiye İdeali.  

Televizyon Programları: Avrupa’da Türk İzleri, Bizim Türkümüz, Sözün Doğrusu. Ayrıca Bahtiyar Vahapzâde’nin; Feryat, İkinci Ses, Nereye Gidiyor Bu Dünya, Özümüzü Kesen Kılıç / Göktürkler isimli eserlerini Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine uyguladı.