Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kimdir Emre Taştekin?

1981 Yılında resim öğretmeni bir babanın ve ev hanımı bir annenin ikinci ve son çocuğu olarak Eskişehir’de dünyaya geldim. İlk, orta ve lise öğrenimimi Eskişehir’de tamamladım. Küçük yaşlarımdan itibaren sanata ve spora ilgi duydum. Lise yıllarından sonra radyo programcılığına merak duymaya başladım. Uzun yıllar radyo programcılığı yaptıktan sonra 2001 yılında tek kişilik oyunumu kaleme aldım ve profesyonel anlamda sahneye ilk adımımı attım. Daha sonra İstanbul’da konservatuar eğitimimi tamamlayıp birçok özel tiyatroda ve televizyon projelerinde yer aldım. Mesleğimle ilgili vermiş olduğum bu karardan hiç bir zaman pişmanlık duymadım ve bu yolcuğumda desteğini esirgemeyen ailemin rolü çok büyük. Onlara minnettarım.

"Karadayı" dizisindeki "Vural" karakteriyle çok beğenildiniz. Bize canlandırdığınız karakterden bahseder misiniz?

Vural okuyan, düşünen, sorgulayan, haksızlığın karşısında duran bir gençti. Yeni evliydi. Dışarıda küçük bir kitapçı dükkânı vardı. Sonra yaşadığı talihsiz bir olay sebebiyle hapse atıldı ve suçsuz yere idama mahkum edildi. Ülkenin söz konusu tarihlerde yaşadığı kaotik ortam içerisinde, geleceğinden koparılanlardan biriydi.

Peki Vural'ı sevdiniz mi? Canlandırdığınız karakteri kendinize yakın buldunuz mu?

Şöyle söyleyeyim dünyaya yeniden gelseydim Vural’ı yine ben oynamak isterdim. Vural’ı tabi ki sevdim. Aslında Vural’ı izleyen herkes sevdi. Çünkü herkesten bir parça taşıyordu o. Herkes kendinden bir şey buldu onda. Hala bile zaman zaman beni yoldan çevirip “seni asmayacaklardı, çok ağladık’’ diyorlar. En çok üzüldüğüm nokta da, “Vural’a üzüldük ama sağcı mıydı solcu muydu?’’ diye sorulmasıydı. İnsan yaşamını biz ne zaman bu iki seçenek üzerinden sorgular hale geldik? ‘’İnsandı ve haklıydı’’ diye cevap verirdim.

Çetin Tekindor ile aynı sahnelerde bulunmak, onunla aynı dizide yer almak sizin için nasıl bir duyguydu?

Bir kere senaristinden yönetmenine, oyuncularından set ekibine muhteşem bir ekip vardı. Böyle bir ekibin parçası olmak başlı başına harika bir duygu. İşini iyi yapan insanların yanında işinizi iyi yapmaktan başka şansınız yok. Bu biraz stresli gelebilir kulağa. Fakat aynı zamanda bir konfor. Çetin Tekindor’la aynı sahneyi paylaşmak, onu tanımak benim için büyük bir şanstı. Benim olmadığım sahnelerde çekim anında bir köşeye geçip onu izlerdim. Set adabı, iş disiplini, oyunculuğu ve birikimiyle birçok kişiye örnek olduğu gibi benim için de sayılı örneklerden bir tanesidir.

Şu anki projelerinizden bahseder misiniz? Neler yapıyorsunuz? Neden sizi ekranlarda göremiyoruz?

Sezon başında BKM ve Kelebek yapım işbirliği ile tiyatro projesi gerçekleştirdik. Bu oyunu Türkiye’nin birçok ilinde seyirciyle buluşturduk. Yakında BKM mutfakta tek kişilik oyunuma kaldığım yerden devam etme planım var. Ayrıca bu yıl Kadıköy Sanat Tiyatrosuna (KAST) dahil oldum. Benim için yeni bir tecrübe olan fiziksel tiyatro alanında çalıştık. Şu an Pembe isimli oyunumuzu oynuyoruz. Bu oyunu yurt dışına taşıma durumu var. Her şeyi zaman gösterecek. Ayrıca haftanın bir günü tiyatro ve oyunculuk atölyesinde katılımcılarla buluşuyorum. Tiyatroya dair, hayata dair, oyuna dair çok şey paylaşıyoruz. Atölyede hedeflediğim, herkesin birbirinden bir şey öğrenebileceği, bir bilgi paylaşım platformu oluşturmaktı. Gelen insanlar da bunun bilinciyle geliyor. Ekranlarda neden olmadığım konusuna gelince, bunun için ekstra bir çabam yok. Dizi bittikten sonra elbette teklifler oldu. Fakat içime sinen senaryolar değildi. Şu an bir teklif yok. Belki de şu an ekranda bana ihtiyaç yok. Benimle çalışmak isterlerse, içinde olmak isteyeceğim bir proje olursa elbet değerlendiririm.

Tiyatro ve oyunculuk dışında neler yapıyorsunuz? Boş vakitlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tiyatro ve oyunculuk dışında seslendirme yapıyorum. Bu işi de keyif alarak yapıyorum. Onun dışında çoğunlukla evdeyim. Sevdiklerimle vakit geçiririm.  Kedim ve balıklarım var. Onlarla ilgilenirim. Okurum, film izlerim, iyi müzikler keşfetmeye çalışırım. Bir de motosiklet tutkunuyum. Güzel havalarda çadır, motosiklet, kitap ve iyi bir yol arkadaşıyla yeni yerler görmek vazgeçilmezim olabilir.

Hayatınızda hem kişilik hem de mesleki anlamda kimi örnek alarak yaşadınız? İdolünüz kimdir/kimlerdir?

Bu aslında zor bir soru. Bir şeyler öğrendiğim, sevdiğim, takdir ettiğim, başarılı bulduğum birçok insan var. Her birinden farklı şekillerde etkileniyorum. Bu insanlar kendi içsel yolcuğunu tamamlamış, egolarından sıyrılmış, topluma ve çevresine yararlı olma yolunda kendini adamış insanlar. Bir örnek vereyim mesela, konservatuarda tanıma şansına eriştiğim hocam, ustam, ağabeyim rahmetli Savaş Dinçel. Gerek oyunculuk, gerek mizah yeteneğiyle ve duruşuyla idolüm diyebileceğim insanlardan biri olabilir. İzin verirsen onunla bir anımı paylaşmak isterim. Bizimle ilk tanışmasında, sahneye çıktı. Masasına oturdu, şapkasını çıkarıp masaya koydu. Bir kahve istedi. Kahvesi geldi. Sınıfta çıt yok. Kimse konuşmuyor. O da konuşmuyor. Kahvesini bitirdi. Tek kelime etmeden onu izledik. 45 dakika kadar sonra bize baktı ve ‘’10 dakika ara’’ dedi. Hiç unutamam. Bir insanın hiç konuşmadan 45 dakika boyunca tüm dikkatleri üstünde tutması ve kendini izlettirebiliyor olması büyük bir lütuf. İşte bu yüzden, Savaş Dinçel gibi usta isimler bana daima yol gösterici olmuştur.

Bulunduğunuz konumdan memnun musunuz? Gerçekleşmesini istediğiniz planlarınız ya da hayalleriniz var mı?

Bugüne kadar hayal ettiğim, gönülden istediğim birçok şey gerçekleşti. Elbette daha iyi şeyler yapma gayreti içindeyim. Hayal etmeye, istediklerimi gerçekleştirmek için çalışmaya devam edeceğim. Uzun zamandır üzerine çalıştığım, yazdığım iki tiyatro metni var. Önceliğim bu iki oyunun sahnelendiğini görmek olacaktır. Sonrasında yine notlar aldığım, adım adım ilerlediğim bir sinema filmi senaryosu var. Hayatıma giren, gözlemlediğim birçok insanın içinde bulunacağı bir film. Bazen o yazdığım karakterlere bakıp ‘’her biri ayrı bir film olur aslında’’ diyorum. Ama ben hepsini aynı film içerisinde hayal ediyorum. Belki de bu hayatımın filmi olur. Kim bilir… Tabi hayal demişken, Datça’da domates ve biberlerimi sularken kendimi görmüyor değilim.                                                                                                                                    

Ülkemizde tiyatroya gereken değerin verildiğine inanıyor musunuz? Mesleğinizle ilgili sizi üzen şeyler var mı?

Bu konuyla ilgili çok şey söyleyebilirim lakin bir kısmına değineceğim. Tiyatro, sinema gibi görsel sanatların toplum bazında gördüğü ilgi bir ülkenin eğitim seviyesi ve kültürel bilincine ilişkin göstergeler sunar. Tiyatronun ülkemizdeki serüvenini, önce televizyon, sonrasında internetin yaygınlaşması olumsuz yönde etkiledi. Yaptığımız işin gerekliliğini ve önemini bize hissettiren en önemli etken seyirci. Ortaya koyduğumuz iş ne kadar fazla seyirciyle buluşursa o kadar mutlu oluyoruz. Bunu kesinlikle maddi bir mutluluk olarak düşünmeyin. Biz yaptığımız işin olabildiğince fazla insana ulaşmasını isteriz. Bu arada “iş’’ diyorum çünkü bizim mesleğimiz bu. Fakat bunu iş olarak algılamayan insanlar mevcut. Mesela beni arayıp ‘’davetiye ayarla da oyuna gelelim’’ diyen insan beni kendinden soğutan insandır. Yaptığımız şeyi iş olarak algılamamış olduğunu anlıyoruz. Ortada büyük bir emek var. Bir oyunu ortaya çıkarabilmek için aylarca çalışıyoruz. İşte bunun es geçilmesi beni üzüyor açıkçası. Bu arada yanlış anlaşılmasın oyunlarımıza davet ettiğimiz insanlar oluyor tabi. Fakat bunun kararını biz veriyoruz. Bir de ne iş yapıyorsun sorusuna, ‘oyuncuyum’ cevabını aldıktan sonra, ‘başka iş yapmıyor musunuz?’ sorusu yöneltilebiliyor. Bu da toplumun bir meslek olarak oyunculuğa bakışına ilişkin ipucu veriyor.   Sevgili tiyatro dostu, ağabeyim Baysan Pamay,  bilet almadan oyuna gelenler için “avantafor” kelimesini kullanır. “Avantaforlar” olduğu sürece ne biz tiyatromuzu ayakta tutabiliriz, ne de yaptığımız işin kıymetinin bilindiğini anlayabiliriz. Bunlar bu konuda söyleyebileceklerimden bazıları. Bir de o kadar fazla kötü tiyatro yapan var ki; bu durum, hem bu işi yapanlara hem de seyirciye büyük haksızlıkmış gibi geliyor. Çünkü öncelikle sen kendi yaptığın işe saygı duy. Mesela bazen duyuyorum, ilk kez tiyatroya gidiyor ve kötü bir oyuna denk geliyor. İşte bu insanı, ilk seferde tiyatrodan soğutuyorsun. Bir de toplumun pek çok kesiminin ekonomik durumunu göz önünde bulundurursak, salonların dolmaması bizim için şaşırtıcı değil. Bunları da düşünmüyor değiliz. Bu soruya gerek toplumsal, gerek siyasal birçok yerden yaklaşabiliriz. Son olarak şöyle bitireyim; tiyatro ve oyunculuk kimsenin tekelinde değil. Herkes tiyatro yapabilir fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki herkesle tiyatro yapılmaz!

Son olarak gazetemiz okuyucularına neler söylemek istersiniz?

Gittikçe kalabalıklaşan bir dünya içinde yalnızlaşıyoruz. Gittikçe sevgisizleşiyoruz, birbirine şüpheyle bakan tahammülsüz insanlar görüyorum dışarıda. Oysa Platon der ki, “Her zaman düşünceli olun. Çünkü karşılaştığınız herkes inanın en az sizin kadar zorlu bir mücadele veriyor.”  Bu sade ama etkili öğüdü zihnimizde daima canlı tutarsak, gittikçe karmaşıklaşan toplumsal ilişkilerimiz, hepimiz için daha yaşanılır hale gelebilir. Şu kısacık ömrümde televizyonu ya da gazeteyi açtığımda ölüm haberleri görmek istemiyorum. Tüm bunlar olurken bunları görmezden gelip kayıtsız kalmakta mümkün değil. Sonuç, hep biraz buruk yaşıyoruz. Yazık değil mi ömrümüze? Yazık değil mi gelecek nesillere? Böyle bir dünya mı bırakacağız bizden sonrakilere? Bu soruların cevabı ne olur bilmiyorum ama içimde hep tüm insanlığın aynı şarkıyı söyleyebilmesinin umudu var. 

Bu röportaj için size ve değerli okurlarınıza teşekkür ederim. Umutla ve sevgiyle…