Ulaş Salih Özdemir ile röportaj yaptık. Özdemir’in iki kitabı basım aşamasında. Bunlardan biri Muhsin Yazıcıoğlu üzerine, diğeri de tarihi derinlemesine harmanlayıp yorumladığı bir eser. Özdemir, “Haklı olduğun zaman hiç kimseye boyun eğme ki, haksız kendinde marifet var zannetmesin.” diyor...

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız Ulaş Salih Bey? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz ve nerede çalıştınız? 
 

İlk ve ortaöğrenimini Kırşehir’de tamamladım. 2001 yılında Gazi Üniversitesi, Tarih Öğretmenliği bölümünden mezun oldum. Aynı yıl Özel sektörde dershaneciliğe başladım. 2002 yılında İstanbul’da Milli Eğitim Bakanlığına atandım. Çeşitli okul, özel kurs ve dershanelerde sosyal bilgiler ve tarih öğretmenliği yaptım.
Ulusal ve yerel ölçekte birçok gazete, dergi ve haber sitelerinde tarih, siyasi, dış politika ve güncel konular üzerine düzenli olarak yazıları yayınlanmaktadır.
2013 yılında tarih ana bilim dalında yüksek lisans eğitimini tamamladım.
 Birçok ilde ve değişik kurumlarda tarihi ve güncel konular üzerine konferanslar ve seminerler vermektedir.
2012 yılında Yerel Basın Birliği Derneği ve Aydın Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nin birlikte düzenlemiş olduğu yarışmada “Türkiye’nin En İyi Köşe Yazarı” ödülünü aldı.
2013 yılında “En İyi Makale” dalında birincilik ödülü aldı.
2015 yılında ise YBBD tarafından düzenlenen yarışmada en iyi köşe yazarı kategorisinde jüri özel ödülüne layık görüldüm.
Evli ve dünyalar tatlısı iki çocuk babasıyım.

Yazmaya ne zamana başladınız yazmaya başlamadan önce ve su an duygularınız arasında ne farklar var?

Yazma benim için geç keşfedilmiş bir tutku imiş. Tarihin her devrinde, her toplumda her klikte düşünen, üreten insanlara pekiyi gözlerle bakılmamış, hatta onlar güç odakları için bir tehdit vasıtası olarak görülmüştür. Bazen düşünmek en büyük eylemdir. Eylem illa ki meydanlarda tükürükler saçarak slogan atmak değildir. Eylem haddizatında en büyük slogandır. Ben ise bu eylemi gerçekleştirmekten son derece mesrur ve memnunum.
Üretmek, aksiyonel olmak bu milletin dinamiklerinde, DNA’larında öteden beri var olan yetilerdendir. Sözde gelişmiş ve batılı ülkeler ya da bir başka ifade ile ülkemize ayar vermek isteyenler, düşünmeyen, üretmeyen, sorgulamayan, az para ile çalışan, televizyon başlarında vakit geçiren, şimdilerde ise internet ve sosyal medya canavarları üreterek insanlarımızı en üzücüsü de yavrularımız uyutmakta.
İspanya kralının futbol için söylediği bir benzetme var. Biz halkımızı yüz binlik beşiklerde sallıyoruz. (Futbol için bir benzetme) Artık bu realite milyarlara ulaştı. Ve insanlık ve insanlarımız bu beşiklerde sallanmaktan bulanık, görmekte ve bu saydam olmayan görüntü hasebiyle de doğru, isabetli ve objektif kararlar alamamaktadır.
Onun için insanların düşüneninden zarar gelmez. Bilakis düşünmeyen kumpas kuran, kapalı kapılar ardında başka hesaplar peşinde olan ikiyüzlü yaratıklardan maalesef ki zarar gelir.

"YAZMAK BİR EYLEMSE; BEN BİR EYLEMCİYİM"

Ucu bitmeyen kalemimle sonsuz sayfalar doldurmalıyım.
Fütursuz olmalı kelimelerim. Ne kadar özgürse yazdıklarım, taşıdığı anlamda o kadar büyük olmalı.
Düşünmemeliyim yazarken çok anlamlı olmalı. Çoğul tekil binlere hitap etmeli. ... Suskun olmalı bağırmalı, haykırmalı.
Yanlış ama doğru olmalı. Seçmemeliyim, korkmamalıyım yazdıklarımdan. Bangır, bangır bağırmalı, ilmik, ilmik çözülmeli.
Hayatın kalemiyle bitmeyen satırlarım eşliğindeki en büyük eylememi gerçekleştirmeliyim.
Kalemi kavi ve kalbi olanlar için yazmak ulvi bir eylemdir.
Çünkü kalemdeki hareketsizlik çürümenin, ataletin göstergesidir.
Kalemi çöpe gitmekten, kelimeleri paslanmaktan kurtarmak için yazmak gerekir.
Ya da susmak ama susarken de vaveylalar atmak.
Şunu da biliyoruz ki; her yazan yazar değildir. (Allahualem ben hiç değilim sadece ama sadece karalıyorum.) Okuyucusuna bir şey katmayan, onu yüce ideallere taşımayan yazar değil, sadece kâtiptir. Yazar söyleyecek bir şeyi olduğuna inanan kişidir.
Yazmak sorumluluktur… Yazmak olgunluktur…
Yazmak için yazmak değil, yaşamak için yazmak.
İnandığı değerleri yaşatmak için yazmak.
Evet, yazı hayata atılan imzadır.
Tarihe tanıklıktır.
Zamana müdahaledir.
Yazı yazmak sinmemek.
Yazı yazmak cesarettir.
Var olduğunu kanıtlamaktır.
Yani yazmak, faniliğin yok ediciliğine karşı var olma çabasıdır.
Öldükten sonrada yaşamaktır.
Her şeyin metalaştırıldığı, magazinleştirildiği, değersizleştirildiği günümüzde yazmak sadece yazmak değildir.
Yozlaşmaya karşı bir duruş. Kültür emperyalizmine karşı bir kem bakış.
Baskılara karşı bir direniştir. Müslüman için İslami ve insani bir reflekstir.
Bu bakımdan “nasıl” yazdığımız değil, “ne” yazdığımız önemlidir.

"ALLAH SON NEFESİMİZE KADAR HAKKI, HAK OLANI, HAKTAN OLANI YAZMAYI NASİP EYLESİN."

Bugüne kadar çıkardığınız kitaplar ve konuları neler, kitaplarınıza ilgi nasıldı?

2009 yılına kadar çok üretken olduğumu söyleyemem. Ama o tarihten itibaren başlayan yazı hayatım şekillenmeye, evrilmeye başladı. Benim için çok en önemli olan futbol hayatımı halı sahanın zeminlerine kurban edince, “Katil Halı Saha “ isimli bir yazıyı tamamen samimi duygular ile sosyal medya üzerinden yazdım. Müthiş bir reaksiyon aldı. Ben de yazabiliyormuşum dedim. Sonrasında birkaç yerel gazete, ardından ulusal haber portalları, ulusal dergiler, makaleler, yazılar, kitaplar derken bugüne geldik.
Düşüncelerimi sözle ifade etmektense yazıya dökmeyi tercih eder oldum. Her alanda yazamam, yazdığımı da iddia edemem. Ama yazmayı yukarıda da ifade ettiğim gibi bir özgürlük olarak görmekteyim.
Çeşitli ödüller aldım ama beni ziyadesi ile memnun ve mesrur eden olay ilk kitabımın çıkması idi. İlk kitabım Şeyh Safvet Efendi üzerine idi. 
Bu şeyhimiz halifeliğin kaldırılmasında etkin bir rol almış; dini aynı zamanda siyasal bir kişilik, bu şahsı yorumlamak incelemek de bize yazılmış, bizde bu görevi umarım hakkı ile ifa etmişizdir.
İkinci kitabımın daha dumanı üzerinde taze… “Çanakkale Hakikatleri”, satışları fena değil. Bir itirafta bulunmak isterim benim için asıl olan suya yazı yazma misali, bu eserleri çıkarmak ve haddime olmayarak tarihe not düşmekti. Öyle telif geliri beklentim yok. Ben öldükten sonra evlatlarıma miras bırakabilmek amacım. Torunumun kitabımı açıp, benim dedem de üretmiş, yazmış demesi onlara da karda bir çığır açmak misali.
Üçüncü kitabım “Tarihte Az Bilinen Gerçekler” oldu, dördüncüsü “ “Tarihte İlginç ve Gülümseten Anlar”, beşincisi” Aşk-ı Düşünce” ve son olarak büyük bir heyecanla altıncı kitabım “Siz Hiç Öldünüz Mü?” bekliyorum. Kısmet ise Mart ayı içerisinde okuyucusu ile buluşacak.

Şu anda ve yayına hazırladığınız yeni çalışmalar var mı,  konuları neler?

Kısmetse, Allah da nasip ederse iki kitabımızda neredeyse basım aşamasına geldi. Birisi Rahmetli Şehit Lider Muhsin Yazıcıoğlu üzerine olacak gibi, şu anda taslak aşamasında, gerekli hazırlıkları yapıyorum. Popülist bir kitaptan ziyade siyasi kişiliği üzerine olacak.
Diğeri kitabım ise hazır gibi.  Çok kısa sürede matbaaya girip, piyasaya çıkacak. Ayrıca çeşitli alanlarda tarihi derinlemesine harmanayıp yorumlayacağım.

Ailenizden bahseder misiniz bu konuda ailenizin size olan desteği nasıldır?

Bence en önemli noktalardan biriside bu.
Aileniz yanınızda olmasa bu işlerin yürümesi pek mümkün gözükmüyor. Eğitimci ve yönetici olmam hasebiyle zaten günün büyük bir kısmı okulda geçiyor. Üretmek için size ev kalıyor. Tabii de vakti başta eşinizden ve çocuklardan çalıyorsunuz. Bu vesile ile eşim ve çocuklarımdan da helallik diliyorum.
Eşimin de edebiyatçı olması nedeniyle bana desteğini görmezden gelemem.  Onları seviyorum ve başarılarımın altında onların yadsınamaz payları var.

Siz girişken gelişimi önemseyen öğretmensiniz ama öğretmenlerin çoğu kitap bile okumuyor bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Meslektaşlarımın büyük çoğunluğu maalesef hayat gailesi içinde, derdi maişet sorunları ile uğraştıkları için böyle olduğu kanaatindeyim. Ancak çevremizde hiç de yabana atılmayacak kadar çok öğretmen arkadaşım kendini gerçekleştirme peşinde koşuyorlar. Tabi bunun yanında maalesef ki benim de yadırgayarak şahit olduğum birçok öğretmen tiplemesi var ki şaşırmamak elde değil.

Öğrencilerin gelişimininim önemsemesin de aile  okul öğretmenlerin sorumlulukları neler sizce?

"Bizim birinci vazifemiz, bataklığa düşmüş, ya da düşecek tüm vatan evlatlarını kurtarma derdi ile dertlenmeliyiz.
Aslına bakacak olursak biz bu derdin çok uzağında;
Makam, mansıp,
Şan, şöhret,
Para ve başka nefsani arzularımızın peşinde koşuyoruz.
Ama o dokunmadığımız, başını okşayamadığımız, yiğit ve yiğitlerin başlarını kem gözler ve eller okşayınca oturduğun yerden üzülmek, gözyaşı dökmek nafile...
Ne yaptık bu ana kuzularına. Allah Aşkına!!!
Derdini mi dinledik?
Halini mi sorduk?
Kuzum senin neyin var diye yanına mı gittik?
Öyle ise boşuna ben şöyle öğretmenim,
Böyle öğretmenim deme.
Ancak nefsini kandırırsın.
Bu yıl sen elinden tuttuğun diye kaç kişi adam oldu?
Bu yıl sen kaç öğrenci ile oturdun çay içtin mi?
Hiç onların evine gidip halini sordun mu?
Cebinden harçlık çıkarıp verdin mi?
Kantine oturup gözünün bebeğine baktın mı?
Bunları yapmadı isen o yavrucak senin değil.
Fitne odaklarının.
Nefsinin,
Terör belasının,
Boş işler makamının bir ferdi oldu.
Sırf senin, benim yüzünden.
Sen ayın başındaki maşını düşünürken,
Bu haftaki maç sonuçlarını konuşurken.
Kim kiminle koalisyon kuracak derken.
O yavrucak senden çıktı.
Bonzaiye, esrara, eroine, daha bilmem neye bulaştı.
Sigaranın masum kaldığı günümüz gençlerinin ellerinden tutmak lazım.
Öğrencilerimize sırf not gözü ile bakmamak lazım.
Eğilip dertleri ile hemhal olmak lazım.
Top oynamak, sinemaya gitmek, pikniğe götürmek lazım.
Varsın çocuklarımız kendini maddi ve manevi olarak geliştirsinler de bizler onların gerekirse ayaklarının altında olalım.
Onları biraz anlamaya çalışsak eminim ki bu sorun hallolur.
Allah başta evlatlarımız olmak üzere tüm bu vatana emek verenlerin evlatlarını muhafaza etsin. 
Onların karşısına iyi birer eğitmen çıkarsın ve helal dairede istihdam etsin

Yazarken hangi kaynaklardan besleniyorsunuz, hangi yazarları seversiniz?

Her alanda, her yazarı okumaya gayret ediyorum. Popüler kaynaklardan ziyade daha kıyıda köşede kalmış eserler benim için itibarlıdır. Kıyıda köşede dedimse kaliteli eserlerdir bunlar.
Evimizde eşimiz ve çocuklar ile aldığımız karar gereği televizyonu kaldırdık, gazete de okumuyorum ki;  fikirlerim ve yazılarım özelliklede köşe yazılarımda berrak olsun istiyorum. Bunda da başarılı olduğum kanaati ben de oluşmaya başladı.

İyi yazar olmak isteyen gençlere neler önereceksiniz?

Bunun koşulları belli okumak düşünmek ve üretmek. Ancak ukalalık addetmez isek önce dolmak gerekir ki…
Yanlış anlaşılmasın ben çok dolmadım, benim ıbrığım daha çok su götürür gibi… Ancak yeni nesilin okuması lazım yılmaması. Bazen doğru işler yaparsınız bu birilerinin kanına dokunur. Devam doğru yoldasınız demektir.
Benim âcizane önerilerimi aşağıda sıralayacağım daha önce yazdığım bir yazının metni ama gazeteci veya köşe yazarı ya da yazar olmak isteyenlere: 
Bugün maddi çıkarları uğruna ısmarlama haber yapan, köşe yazıları yazan “gazeteci”lerin her dönemde, hatta daha öncesinde de hep var olduğunu bilinen bir gerçekliktir.
Hâlbuki gazetecilik ve habercilik demek sadece çıkarların doğrultusunda yazmak demek değildir. 
Türkiye’de medyanın sağlam ve dik duran gazetecilere rağmen hep kötü sınav verdiğini bilmeyen yoktur. Bunun en büyük sebebi de gazete ve televizyonları yöneten patronların aynı zamanda birçok farklı sektörde de çalışan iş adamları olmalarıdır. O yüzden kopamıyorlar politikadan…
Örneğin gazeteci, bir AVM ile ilgili eleştirel bir haber yapacak ama patronu işin içinde olduğu için haberi yapamıyor. Bu noktada medyanı “Menderes döneminde ‘gazetelerin beyazlanması’ diye bir şey vardı. Yayınlanması istenmeyen yazılara, haberlere sansür konulması anlamında. Bazı gazete çalışanları kendileri beyazlardı gazete sütunlarını. Bugün de aynı şekilde muhalif yazılara gazetelerde izin vermeyen, oto sansür uygulayan kraldan çok kralcı editörler var.
Gerçek gazetecilik için çaba harcamak yerine bambaşka amaçlar için kimle ortaklık yapsak diye bakılıyor hep.
Bağımsız ve bağlantısız olmasının önemi net bir biçimde ortaya çıkıyor.

BİR GÜN GELİR!

Bir gün gelir hakikati söylediğin için ateşe atılmak istenirsin ve anandan babandan, memleketinden kaçarsın...
Bir gün gelir hakikati söyleyip çarmığa asılmak istenirsin, baktığında hayatın boyunca sana inanan 12 kişi görürsün...
Bir gün gelir hakikati söylediğin için testereyle ortadan ikiye yarılırsın...
Bir gün gelir hakikati söylediğin için gözünün önünde Allah'ın malını gasp ederler...
Bir gün gelir hakikati söylediğin için hapislere düşersin hakkında iftiralar atılır...
Bir gün gelir hakikati söylediğin için iffetsizlikle suçlanırsın...
Bir gün gelir hakikati söylediğinde diyarından halkınla beraber kaçmak zorunda kalırsın...
Bir gün gelir hakikati söylediğinde sana deli, mecnun, yalancı derler...
Hakikati söylemek o kadar zordur ki karşılığında bedel ödemeden söylenemez.
Hakikati söylediğinde malından, mülkünden, evlatlarından, kardeşlerinden, annenden ve babandan ayrılman gerekir. 
Peki, hakikati kıymetli kılan şey nedir? Nedir bu kadar anlaşılması zor olan? Nedir hep karşılığında bedel ödediğin?
Hakikat adalettir.
Hakikat gerçeğin açığa çıkmasıdır.
Hakikat menfaatin olmadan söylediğindir.
Hakikat haykırış, avazın çıktığınca gerçeğe çağrıdır.
İşte o yüzden hakikati bir grup insan kabul eder ve söyler. Menfaatini, malını, mülkünü, canını hakikat uyguna feda edebilecek bir grup insan.
Diğerleri ise kendini zaten yalanlara, menfaatine, heva ve heveslerine çoktan kaptırmıştır. Çıkarı doğrultusunda hareket eder. Menfaatleri neyse onu yaparlar ve ona inanırlar.
Son olarak bana ait bir sözle ile son vereyim:

“HAKLI OLDUĞUN ZAMAN HİÇ KİMSEYE BOYUN EĞME Kİ, HAKSIZ KENDİNDE MARİFET VAR ZANNETMESİN.”

Selam ve saygılarımla...

Röportaj: Enver Akosman