Bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin ölçümü sadece ekonomisinden değil, insanların bir arada yaşayabilme becerisinden de anlaşılır. Bizim bu bilinç düzeyine sahip olmadığımız çok açık. Kadınların evlerinde, hayatlarında karşılaştıkları davranışlar haklarını ararken de ortaya çıkıyor. İşte, okulda, aile içerisinde, yatağında hep susturulan ve aşağılanan kadınlar oldu. Böyle olmaya da devam edecek gibi gözüküyor. Sabah erkenden kalkıp işlerinde en çok verimi sağlayan, en güzel yemekleri yapmak zorunda olan, çocuklarını tek başına büyütüp ama istedikleri isimleri bile koyamayan bizleriz. Hayatta hep birilerinin engeline takılan, fedakârlık etmesi zorunlu olan, bir türlü özgürleşemeyen yine biz kadınlarız. Bir de özel yaşamda dikkatli olup erkeklerin o genel kurallarına kesinlikle uymalıyız! Aileden gelen ve evlilikle devam eden bu baskı ve sindirme çabaları yaşamın her alanında elimizi kolumuzu bağlamaya devam ediyor. İyi bir eş ve anne olma anlamına gelen EVA kavramından kurtulmak için başvurduğumuz en ufak hak talebinde ise yine aynı susturma politikası olan şiddetle karşılaşıyoruz. Türkiye’de kadınlar halen töre cinayetleriyle, aile baskısıyla yaşamak zorundalar. Tıpkı Gülcan’ın hikâyesindeki gibi. O, evlenmek istediği adam yerine şimdi teyzesinin oğluyla nişanlanmak üzere. Evden kaçması halinde ise ailesi tarafından ölüm tehdidiyle karşı karşıya… Yazılanlar, çekilen filimler toplumun hükmünü değiştirmiyor. Bunun nedeni de güçlü-erkek egemen toplumdan vazgeçmek istemeyişimizdir. Kadınların sorunlarının kendileri yerine erkekler tarafından çözülmek istenmesi uzlaşı yerine can almayla sonuçlanıyor. Eğer kadınlar kendini mecliste erkeklerle aynı oranda temsil edebilseydi bugün türban sorununu tartışmak zorunda kalmazdık. Bırakın, bizi ilgilendiren konuları kendi aramızda çözümleyelim. Osmanlı’dan miras kalan tepeden inme demokrasi anlayışınızla bizimle ilgili konularda hüküm vermeyin! Kadınların istediği bir üstünlük değil sadece erkeklerle aynı haklara sahip olmak! [email protected]