Oğuz Çetinoğlu: Sayın Hocam, son günlerde üniversitelerin bölünmesi meselesi gündeme gelince, yardımcı doçentlerle ilgili istekler, beklentiler ve düzenlemeler unutuldu. Meselenin tekrar gündeme alınmasına, binlerce öğretim üyesinin problemlerine, beklentilerine çözüm bulunmasına vesile olabiliriz ümidiyle sizinle yardımcı doçentlik meselesini konuşalım istiyorum. Sonra da vaktimiz kalırsa, üniversitelerin bölünmesi meselesini konuşuruz.
Eskiden ‘yardımcı doçent’ diye bir akademik unvan yoktu. Yardımcı doçentlik üniversite sitemimize nasıl girdi? Konunun uzağında olanlar için hatırlatma lütfunda bulunur musunuz?

Prof. Dr. İbrahim Ortaş: 1933 Üniversite Reformu ile ülkemizde öğretim üyesi olarak doçent, profesör ve ordinaryüs profesör unvanları oluşturulmuştu. Ancak daha sonra ordinaryüs profesör unvanı kaldırıldı. 1981 yılında, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kanunu ile Amerikan üniversite modelindeki ‘Asistan Profesör’ unvanına denk gelen Yardımcı Doçentlik kadro unvanı modeli benimsendi. ABD sisteminde Yard. Doç. sürekli bir kadro değil. Belirli süre ile görev alır ve doçentliğe hazırlanma süreci tanınmış araştırmacı konumundadır.

Çetinoğlu: Yeni kanun teklifi yardımcı doçentlerin problemini çözecek mi?

Prof. Ortaş: Yardımcı doçent sayılarının fazlalığının sebebi, doçent adayların yabancı dil barajını aşamaması, geriye kalan bir kısmının da yetersiz araştırma ortamından dolayı yayın yapamamasıdır. Yürürlükteki 2547 sayılı yasa ve mevzuata göre yeterli yayına sâhip herhangi doktoralı bir kişi yardımcı doçent olmadan doğrudan doçentliğe başvurabilir ve gerekli yayın ve sözlü sınavı geçerse doçent unvanını alabilir. Ayrıca üniversite dışından da doğrudan doçentliğe başvurabilir ve doçent olabilir. Bu bağlamda yardımcı doçentlik gibi bir ara kadro ülkemiz üniversitelerinin problemi değildir. Ancak tabîi olarak özlük hakları ve maaş yetersizliği sebebiyle her akademisyen bir an önce yardımcı doçent ve kısa sürede doçent ve profesör olarak akademik ilerleme yapmak ister. Bu da her akademisyenin tabîi hakkıdır. Ancak üniversitenin akademik kadrolarını oluşturmada hedef ilim adamı kimliğine uygun liyakatli adaylar arasında beynelmilel ölçülerle belirleyerek problemlerin çözümüne katkı sağlamaktır.  Bilim insanı yetiştirilmesi ve seçimi devlete memur alımından faklı özel konumları ve sınavları olan durumdur.

Çetinoğlu: Ne gibi?

Prof. Ortaş: İlim adamlarının işi, görevi ve sorumluluğu çok yüksektir. Akademik bilgi birikimi, çalışma azminin yanında, soyut ve analitik düşünme becerisi gibi şartları da taşımak gerektiren bir hayat biçimidir.    
Bu bağlamda YÖK’ün TBMM’ye sunduğu Yard. Doç. kadrolarının doktoralı öğretim üyeliğine dönüştürülmesi ve doçentlik sınavında bazı değişikliklerin yapılması üniversitelerin nitelikli bilim insanı seçme ve kurumuna kazandırılmasına katkı sağlayabileceği, Yardımcı Doçentliğin kalitesini yükselteceği şüphelidir.

Çetinoğlu: Yabancı dil şartı hakkında neler söyleyeceksiniz?

Prof. Ortaş: Yardımcı doçentliğin ortaya koyduğu en önemli problem; yabacı dili öğrenilmesi ve yayın yapma ortamının bulunamamasıdır
Türkiye’de çok ciddî bir yabancı dil öğretememe diye ilmî araştırmalarla tespit edilmiş bir durumumuz var. Ülkemizde orta öğretimde, lisede ve üniversitede dil öğretimi yöntem olarak becerilmediği açık. Belirli yaşı geçmiş çok sayıda akademisyen yabancı dil bilmediği için ilim de yapamamaktadır. Açılan çok sayıda yeni üniversitede yetersiz kadro ve alt yapı, teknik eleman ve yarımcı eleman problemi sebebiyle araştırma yapma imkânı bulamayan çok sayıda araştırmacı da bulunmaktadır.
Haftada 35-40 saat arası ders yükü olan çoğu öğretim üyesi ne zaman araştırma yapacak, nasıl akademik makale üretecektir? Yeni açılan üniversitelerde ders yükünün fazlalığı ile birlikte üniversite iklimi ve kültürü yeterince gelişmediği için de tabîi olarak moralsizlik ve verimsizlik oluşmaktadır. Hele bir de ikinci öğretim var ise araştırıcının haftalık 50 saatlik ders yükü altında bırakınız araştırma yapmaya yorgunluktan gazete okumaya bile zamanı olamaz.  

Çetinoğlu: Ek dersler de araştırma yapmayı ve lisan öğrenmeyi zorlaştırıyor…

Prof. Ortaş: Ek derslerin kaldırılması, bunun yerine özlük haklarının iyileştirilmesi ile verimlilik sisteminin sağlıklı kıstaslara oturtulması yerinde olacaktır. Eğitim öğretimde ders için 10 saat ve danışmanlık için 10 saat toplam 20 saat üst sınır getirilmesi gerekir. Böylece yardımcı doçentler araştırmaya zamanı olabilir.

Çetinoğlu: Temenni edilir ki bu çözüm değerlendirilir. Üniversitelerimizin başka problemleri de var…  Dünyanın ‘en iyi’ olarak kabul edilen üniversiteler listesine girebilen üniversitemiz yok. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Prof. Ortaş: Türkiye üniversitelerinin çok âcil problemi kalite problemidir. Belirttiğiniz gibi, milletlerarası ölçülere göre dünyadaki ‘en iyi 100 ve 500 üniversite’ listesine girebilen üniversitemiz yok. Ülkemizde birkaç çok iyi alt yapıya sâhip üniversite var, ancak edindiğim bilgiye göre üniversite özerkliğinin zedelenmesi duygularına bağlı olarak ilim adamlarını destekleyici unsurların düşük olduğu seziliyor. Bir kısmı da yurtdışına gidiyor ve ülkeye hiç dönmüyor. Maalesef üniversite ikliminin tam oluşamamasının da etkisi ile iyi akademisyenler beyin göçüne uğramaktadır.

Çetinoğlu: Üniversiteler arası rekabet, itici güç olabilir mi?

Prof. Ortaş: Türkiye üniversitelerinin rekabet gücü yetersiz ve zayıf. YÖK bildiğimiz kadarı ile uzun zamandır Türk üniversiteleri değerlendirilmesi için Quacquarelli Symonds (QS) şirketi ile çalışmakta ve QS’e yaptırdığı üniversitelerimizin dünyadaki yeri konulu araştırma sonuçlarına göre Türkiye’deki 200’e yakın üniversiteden 47 tanesi belli bir puan alabilmekte, ilmî 46 kıstastan ancak 23 alanda az sayıda üniversitemiz asgarî ölçüleri karşılayabilmektedir. Türkiye’deki 139 üniversite değerlendirmeye bile alınmaya değer görülmemektedir.  Rekabet edebilir olanların sayısı ise 10’dur. Bunlar da dünyada ilk 1000 üniversite sıralamasında yer alamıyor. Türkiye’deki üniversitelerin başta sosyal ilimler olmak üzere anatomi ve fizyoloji, biyoloji, diş hekimliği, sanat ve tasarım, sahne sanatları, ilâhiyat, felsefe, psikoloji, sosyal politika ve yönetim alanlarında rekabet edebilecek düzeyde olmadığı belirlenmiştir. Eğitim ve sosyal alanlarda ülkemizin yaşadığı problemler günden güne artmakta ve çözümü başka alanlar üzerinden devam ettirmeye çalışmaktadır.

Çetinoğlu: Teşhis konulmadan tedâvi söz konusu olamayacağına göre, problemin kaynağı ne olabilir?

Prof. Ortaş: Üniversitelerin bu ciddî meseleleri ile ülkemizin ekonomisi, sosyal gelişmişliği ve demokrasi gelişimi arasında bir ilişkinin olduğunu söyleyebilirim.

Çetinoğlu: Bu hükme nasıl varıyorsunuz?

Prof. Ortaş: Üniversitelerimiz ilmî makale üretmede dünyada ilk 18-20. sıralamada yer alırken ilmî makalelere yapılan atıflarda 38-40 sırada yer almaktadır. İlmî makalelerimizin yayınlandığı dergilerin etki faktörü de düşük. Üniversitelerin ürettiği patent sayısı bakımından OECD ülkeleri sıralamasının en alt basamağında yer almaktayız. Eğitim kalitemiz arzu edilen seviyenin çok gerisinde bulunmaktadır. Üniversite mezunlarımızın büyük çoğunluğunun diploması iş çevrelerince çok da yeterli görülmediği anlaşılıyor.