Öncelikle bize  kendinizden  bahseder misiniz?

İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunuyum. Halihazırda ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisiyim. Üniversite yaz sezonunda  TRT İstanbul Televizyonlarında staj yaptım, İş hayatına kurumsal iletişim ve satış pazarlamayla başladım Turkcell, General Mobile, PRnet gibi markların satış pazarlama ve Kurumsal iletişim bölümlerinde çalıştım

Başkent İletişim’in TRT kökenli hocalarından spikerlik sunuculuk eğitimi aldıktan sonra benim için televizyon dünyası başladı. NTV’de çay belgeseli, Yeniçağ televizyonunda haber spikerliği, Beyaz Tv ve TGRTeu’da program sunuculuğu yaptım. 

Londra’da yaşadığım süre boyunca hem haber spikerliği, program sunuculuğu hem de bazı okulların organizasyonlarında yer aldım. Orada başka bir isteğimi daha gerçekleştirdim. Hayatında her daim şiir olan biri olarak, bir gün Londra’daki siyasi programlar ve haber partnerimle yapımcılığı ve sunuculuğunu üstlendiğimiz “Bir Şiir Demeti’ isimli programı İngiltere’de yaşayan Türk Halkı için yaptık. Sanırım hayatımda çok büyük bir hazla yaptığım programlarımdan biriydi. Her hafta oradaki insanların sesi, kulağı, duyguları olduk. Hatta bir gün bir restauranta yemek yemeye gittiğimizde çalışanlardan biri programda kullandığımız ve sürekli tekrar ettiğimiz o cümleyi söyledi: “Paylaşıyoruz”…  Yüzümüzü hiç görmeyen insanlar sadece sesimizden bizleri tanımıştı. Bu da bizim için çok şirin bir hatıra olarak anılarımıza yerleşti. 

Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli sivil toplum kuruluşlarında da görev aldım. Yeni adıyla Ayvansaray Üniversitesi’nde “Olgunlaşma Programları Tanıtım Müdürü” olarak çalıştım. 

Uluslararası Bilim ve Eğitim Federasyonu ve Eğitim Konfederasyonu’nun Genel Koordinatörlüğünü yaptım. Tabi bu sivil toplum kuruluşunun aynı zamanda ekran yüzü olarak eğitim tanıtımları, röportajların gerçekleştirilmesi, reklamların seslendirilmesi gibi çalışmalarda da yer aldım. Hala Londra’ya seslendirme yapmaktayım. Ayrıca Doç. Dr. Ali İlseven ile birlikte hazırladığım “Mutluluk Sırları” adlı bir de kitabım var...

Neden Medya ? 

Aslında sanırım bu küçüklükten beri beynime yerleştirildi. Hani birine 40 gün deli dersiniz sonra gerçek olur ya , işte bana da küçüklükten beri konuşmamdan ötürü “TRT’ci Özgül, spiker” vb. kelimeleri çok söyledikleri ve tüm bayram seyran tiyatrolarda beni hep sahnede tuttukları için bilinçaltıma yerleşti. Yani aslında çevreniz size ayna tutuyor ve siz kendinizin farkına vararak bir karar veriyorsunuz diyebilirim.

Medyaya ilk adımı nasıl attınız?

Başkent İletişim’in TRT kökenli hocalarından spikerlik sunuculuk eğitimi aldıktan sonra benim için televizyon dünyası başladı. İlk etapta Yeni Çağ televizyonunun haber spikeri olarak işe başladım. İlk deneyimler daima çok heyecanlı ve meşakkatli oluyor elbet ancak vazgeçmiyorsunuz. Bu arada hem başka bir kurumda satış pazarlama departmanında çalışıyor, hem de bir medya organında haber sunuyordum ve boş vakit diye bir şeyim kalmasa da ben çok mutluydum.

Medya dışında yapmak istediğiniz çalışmalar var mı?

O kadar çok şey var ki, ömür yeter mi bilmiyorum. Haber, sahne sunuculukları, belgesel ve reklam seslendirmeleri, şiir ve müziğin birlikte olduğu duygulara hitap eden çalışmaların dışında, mesela akademik çalışmalar yapmak ve yeni tezler ortaya koymak istiyorum. 

 İnsanlığa yararlı olabilecek bir şey yapmadan bu dünyadan göçmek benim için hayal kırıklığı olur. Hayatın bir tekâmül, kendini gerçekleştirme olduğuna inanan biri olarak insanların yüksek bilince varabilmeleri için öze dönmenin şart olduğunu ve bunu hangi yollarla yapılabileceğine dair bir tez yazmak benim için mükemmel olurdu. Düşünsenize içimizdeki tüm öfkeler, sevgisizlikler, kıskançlıklar, güvensizlikler aslında bizim kendimizle ilgili ve biz kendimizi düzeltmedikçe hiçbir şeyin düzelemeyeceğini fark edemiyoruz. Oysa insanın fıtratında aslında iyilik vardır, insan kötü değildir. Ancak bilinçsizlik, dişe diş, kana kan, egoların devreye girmesi vb. nedenlerle kendi içimizde kaos yaşıyor ve sürekliliğin olduğu bir huzursuzluk yaşıyoruz.

Bir de tüm bunları yaparken insanın özünün gerçekleştiği yer olan doğada kalabilmek, doğayla ilgili bir proje üretmek istiyorum ancak henüz koşullar olgunlaşmış değil. Bakalım zaman ne gösterecek 

Mesleğinizde bir rekabet baskısı/etkisi hissediyor musunuz? Eğer hissediyorsanız bu mesleğinize nasıl yansıyor? Bu rekabet ortamının size ve mesleğe olumlu olumsuz etkileri nelerdir?

Rekabet elbet ki var. Olmalı mı derseniz, can acıtıp hırs yapmadıkça gelişimi sağladığına inanırım. Aksi halde adaletsiz yöntemleri kullanarak öne geçmeye çalışanlar liyakatin de önüne geçmiş oluyor. Bakın küçük bir anımdan bahsedeyim, şu an ki en bilinen kanalların birisinde bir program için görüşmedeyiz. Dönemin program müdürüne “Ne güzel bu kadar kalabalık ama hiç gürültü yok” dediğimde bana verdiği cevap “Çünkü kimse kimseyle konuşmuyor, herkes birbirine küs” demişti. 

Kurumun ne kadar büyük olduğu hiç önemli değil, mutsuz olduktan sonra hangi hevesle işinizi ne kadar iyi yapabilirsiniz ki!

Medya dünyasında bir şeyleri değiştirme şansınız olsa neleri değiştirirdiniz?

Adil bir çalışma şekli olması için uğraşırdım. Bunun yanında doğru habercilik, doğru kanaat önderlerinin ekranlarda olmasını sağlardım. Ayrıca sizin de bildiğiniz gibi kitle iletişim araçları nicelik olarak çok fazla kişiye ulaşabildiği ve onları pozitif veya negatif etkileme gücü olduğu için, sosyal sorumluluk gibi düşünür ve daha öğretici, düşündürücü, Türk Milleti’nin yardımseverliği, güzelliğinin öne çıkaran filmler ve programlar yapılmasını sağlardım. Toplumun sevgi, saygısı ve değerlerini tekrar geri kazanması gerekiyor bence. Saygı sevgi ve dürüstlük kavramlarının içinin ne kadar boşaltıldığını siz de görüyorsunuz.

Yaptığınız iş için kurs eğitimi şart mı, ya da bu işi yapabilmek için sizce iletişim mezunu olmak gerekli midir?

Bu işi yapabilmek için iletişim mezunu olmanıza gerek yok. Nice iletişimci var, üniversite puanları uygun olduğu için o bölüme girmiş ama  içine kapanık. Peki, ne yapacaksınız bu durumda? 

Bu iş için bitirdiğiniz bölümden ziyade; merakınız, yeteneğiniz ve eğitim almanız, dışa dönük ve gelişime açık olmanız gerekiyor. Hem gündemi takip edeceksiniz, hem de kendinizi her an besliyor olmanız önemli. Aksi takdirde geride kalırsınız. Tabi bunun yanında ses vurgu tonlama, dış görünüş de önemli unsurlardan (Dış görünüş özellikle bizim ülkemizde şart gibi görünüyor.) 

Salt spikerlik / sunuculuk kursu ile spikerlik / sunuculuk yapılabilir mi? 

Tabi ki yetmez. Üniversiteyi de bitiriyoruz ama bitirdiğimiz alanın erbabı olamıyoruz. Hatta teori ve pratiğin birbirinden ne kadar farklı olduğunu okul bitip başka yerlerde çalışınca anlayabiliyoruz. Burada da kendimize neleri kattığımız, hangi dış eğitimlerle, hangi tecrübelerle beslendiğimiz de önemli. 

Kendinizde bir şeyleri değiştirme imkânınız olsa neleri değiştirirdiniz?

Değiştirmek istediğim bir şey var mı? Sanırım yok, ben kendimi seviyorum, sevgi dolu olmayı, safi düşünmeyi seviyorum. Haa!  Biraz acele karar verme huyumu değiştirmek isterdim. Bu yüzden kayıplarım oldu, sabırsızım yani . Ne yapalım insan zamanla öğreniyor. Karşınızdakiler de sizin halinizden anlamayınca nice emekler boşa gidebiliyor.

Medya ile aranız nasıl? Televizyon, internet, gazete, dergi gibi iletişim araçlarından ne şekilde faydalanıyorsunuz? Sosyal medya ile aranız nasıl?

Bir süredir televizyon izlemeyi bıraktım. Bir süre daha izlememeye çalışacağım. O kadar çok negatif haberler, programlar var ki! Duygu dünyam karışıyor. Ülke olarak da biraz daha pozitifliğe, başarılara, akıllıca yapılmış programlara, saygı, sevgi, ve değerlerin hakim olduğu dildeki filmlere ihtiyacımız var.

Seyahat dergilerini ve kullandıkları dili seviyorum, bu da bir kültürdür. Sosyal medya ise anahtarı olmayan kilitli bir zincir gibi... Elimizden bırakamıyoruz. Ancak bazı konuları haberleri buradan takip etmek daha kolay oluyor. Açıkçası sosyal medya şimdi bile bu kadar rağbet görüyorken, ilerisini siz düşünün. 

Ürün pazarlama ve satış sistemi internete dönüyor artık. Üstelik büyük kitle iletişim araçlarına göre fiyat olarak da çok uygun. Bir başka unsur ise sosyal medyaya iletmek istediğiniz her şeyi aktarabiliyorsunuz ancak bilgi kaynağının doğruluğundan emin olmak için araştırma yapmadığımız için sorun olabilir. Biraz daha okumayı sevmeyen görsele odaklanan bir toplum olarak seçici ve dikkatli olmak gerekiyor. 

Televizyondaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz ? 

Yeni Çağ Televizyonu ile ilk kez haber spikerliğine başladım. Sonrasında Londra’da yaşadığım sürelerde haber spikerliği program sunuculuğu yaptım. Oldukça keyifliydi. Türkiye’ye döndükten sonra TGRTeu’da iş insanlarıyla bir program yaptım. Ekibimizle birlikte NTV’ye bir belgesel programı hazırladık böylece orta ve doğu Karadeniz sahilindeki kişilik yapılarını daha iyi tanıdım. Televizyonculuk aynı zamanda kendine artı değer katmak demek bence. Beyaz Tv’ye, öğrencilerle iç içe olduğumuz ve kişisel gelişimin hakim olduğu bir proje ortaya koyduk. Bir sivil toplum kuruluşunun ekran yüzü oldum ve onların tanıtımlarını, röportajlarını hazırladım. 

Halihazırda Londra’ya seslendirme yapıyorum. İnternet mecrasında da bazı çalışmalar yaptım: Youtube’tan “Özgül Gülmez” dediğinizde onlardan bazılarının linklerini görebilirsiniz.

Ben sadece ekranın önünde olan biri değilim aynı zamanda kamera arkasında da yer alıyordum. Yazıp çizmek, yeni paradigmalar geliştirmek, bu programı daha iyi nasıl yapabiliriz diyebilmek için araştırma yapmanın önemi üzerinde durmak da çok önemli. Yani kamera arkasındaki çorbada benim de tuzum olsun diyebilmek benim ruhuma ve gelişim sürecime de katma değer katıyor.

Radyo dinleyicisinin televizyon izleyicisine göre daha vefalı olduğu söylenir radyoya dair gözlem anı ve düşünceleriniz neler? 

Burada alışkanlıklarımız ve pratiklik devreye giriyor. Düşünün aracınızdasınız tüm radyo istasyonlarını gezecek vaktiniz olmuyor, bildiğiniz ve sevdiğiniz kanallar üzerinde duruyorsunuz. Televizyonda ise kumanda elinizde sırayla zapping yapabiliyorsunuz. Televizyonun konfor alanı daha geniş olduğu için kanaldan kanala geçiş daha kolay.

İyi sunuculuğu nasıl tarif edersiniz?  

Entelektüel bir yapı, konuya hakimiyet, tatlı dil, sempatik bir tavır, iyi organize edilmiş bir akış ve hazır cevap ilk etaplarda yeterli olur sanırım. Daha ne olsun dediğinizi duyar gibi oldum, çok şey mi söyledim ?

Sunuculuğun dünyadaki stresli mesleklerden olduğu ifade ediliyor. Sizce böyle mi? Spikerliğin stresli yanları neler ? 

Sunuculukta backgroundunuzun da sağlam olması gerekiyor. Gerçekten kendinizi her konuda donanımlı hale getirmeniz avantajınız olacaktır. Konuya hakimiyetiniz olmadığında çok saçma sorular yöneltebilir veya seyircinin tam da merak edebileceği yeri göremeyebilirsiniz. Veya aniden gerçekleşebilecek durumlara karşı içinizden iyi bir kriz yönetimi yapabilmeniz gerekir .   Sunucunun tüm bunların yanında RTÜK kurallarına da hakimiyeti olması, neleri kullanıp kullanamayacağını bilmesi gerekiyor.

Spiker önündeki promter aracılığıyla önceden hazırlanmış haberi okuduğu için sunucuya göre daha avantajlıdır. Söylemde pek hata payı olmaz, zira haber zaten önceden hazırlanmıştır. Ancak okumada, vurgularda iyi bir anlatıcı olması gerekir ve haberin duygusunu seyirciye aktarabilmesi motamot okumadan iyidir kanımca. Tabi orada da stüdyo heyecanı vardır. Düşünsenize ana haberdesiniz ve  binlerce kişi o anda sizi izliyor, heyecanlanmaz mısınız

Sizce ekranda olmak için güzellik şart mı ? 

Sanırım insanoğlunun yapısında güzele dönüp bakmak var. Ve ekliyorum, bu dediğim sadece insan için geçerli değil; bir çiçek, sanatsal dizayn edilmiş bir bina, güzel bir ceylan, gün ışığının çimlere yansımış hali, doğanın kendisi… Bunun gibi sıralayabileceğim birçok şey var. Dolayısıyla bir programı seyrederken, ister istemez o programı sunana da bakılıyor. Sonuç olarak medya da kendi içinde reytingini arttırmak için gereken neyse onu yapmaya hazır. Fakat şu tezatlığı da dile getireyim, yurtdışında parmak arası terlikle hava durumu sunan sunucu da gördüm, yaşı 55’in üzerinde olan kadın haber spikeri de… Şayet amaç iyi bir anlatımsa dış görünüşten ziyade izletebilme gücü olmalı demek isterdim. Fakat temsil dillerinden görselliği kullanan ülkemiz için henüz erken sanırım.

Yeni Medyanın ( Sosyal Medya ve İnternet ) Geleneksel Medyayı ( Radyo – tv gazete ) Yok edeceği söyleniyor siz buna ne dersiniz ? Yeni Medya sizce ne yönde ilerleyecek ? 

Her ne kadar öyle görünüyor olsa da bu durum, büyük şehirler ve yaş ortalaması küçük insanlar için daha çok geçerli.  Anadolu’da haberini ancak akşam ana haber bültenlerinden takip edebilen Ayşe Teyze instagramı,  Twitter’ı nasıl kullansın. Diyelim ki torunu ona akıllı telefon almış, sosyal medyayı kullanabiliyor mu ki, kullansa da ne kadar verimli kullanabiliyor?  Bizler ülke insanımızı İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerden ibaret sanıyoruz. Bu ülke 80 milyonu aşmış durumda ve yaş ortalaması yüksek olup teknolojiden uzak nice insan var. Henüz geleneksel medya tüm gücünü çok iyi bir şekilde koruyor.

Boş zamanlarınız nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok güzel kitaplarım var, onlarla başka dünyalara giriyorum. Çocuklarla ilgilenmek ruhumu aydınlatıyor. Bazen gidip sokağımdaki çocuklara bir şeyler alıyorum(Onlar da beni sevsin diye ) onları kucağıma alıp seviyorum, oyunlar oynatıyorum, bir şeyler öğretiyorum. Bunun dışında doğayı çok seviyorum, yeşil (orada huzursuzluk yoksa)benim ruhumu dinlendiriyor. Bu aralar yunan müziklerini ve türküleri dinlemeyi çok seviyorum. Ve tabi ki en önemlisi çölü,  gül bahçesine çeviren sevdiklerimle vakit geçirmeyi seviyorum. Ne yaptığımızın önemi yok. Onlar olsun da ister bir sokak arasında, ister bir bardak çay içiminin eşliğinde karlar içinde… 

Hayatımın Kitabı/Filmi diyebileceğiniz bir kitap/film var mı?

Elif Şafak’ın “Aşk” isimli kitabını çok beğendim. Yuval Noah Harari’nin kitapları da oldukça ilginç ve tabi ki Seda Diker… insanın her probleminin ardında, aslında kendi özünde verdiği mücadelesi olduğunu ve bunun farkına nasıl varamadığımızı anlatıyor Seda Diker.  Tüm olumsuzluklarımızın derinliklerinde çocukluğumuzda yaşadığımız travmaların gelmesi ne kadar ilginç değil mi? Öze döndükçe, her gördüğümüzün kusur olmadığını, nedenleriyle var olduğunu öğrenip daha anlayışlı davranabiliyoruz. Çevremizdeki her bireyin korkuları var bu yüzden dikkatli ve anlayışlı davranmakta fayda var.

Hayatımın filmi: Yüzüklerin efendisi ve The Day After Day.

KırmızıTürk hakkında neler söylersiniz? 

Boşluğu olan bir alanı yakalamışsınız tebrik ederim. Bence böyle bir platforma ihtiyaç vardı.  Zira yeni arkadaşlarımız için de yol olur. Başarılarınızın devamını dilerim.


Gelecek planlarınız nelerdir? Şu an bulunduğunuz konumdan memnun musunuz ve gelecekte kendinizi nerelerde görmek istersiniz?

Belediyelerle bir proje yürütmeyi planlıyoruz şayet başarılı olursak daha sonrasında bunu televizyon programı yapacağım .

Bulunduğum konumdan memnun olmam yetmez, daha üretici olup, daha yararlı çalışmalar yapmak istiyorum. Elbet ki sponsorlarımızın bizlere olan yararlarını es geçemem. Onlar bizlere inandıkları için güzel adımlar atabiliyoruz.  Ömür bir nefeslik, bugün varız yarın yokuz, bir tuğla da ben koyabilirsem ne mutlu bana.  Bu da benim kişisel sosyal sorumluluğum…

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey, takipçilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 

Yunus Emre’nin de dediği gibi: Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için

Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.

Ömür üç günlük: Dün, bugün, yarın… Dün bitti geçmiş için hayıflanmayın. Arkasına bakarak yürüyen insan hedefine varamaz. Yarının gelip gelmeyeceği belli değil, elinizden geleni yapın ama yarının endişeleriyle de yaşamayın. Ne varsa bugün de var. Bugün çok çalışın, mücadele edin, çok sevin, sadık olun ve sevdiğinizi hiçbir zaman bırakmayın, ona öğretin, ondan öğrenin ki partnerinizin verdiği güçle işinizde aşınızda da başarıyı yakalayabilesiniz. 

Sevgilerimle…

Röportaj: Cengizhan KAYA