RÖPORTAJ: FUNDA AKOSMAN ERMAN

Sizi tanıyabilir miyiz?
Adım Onurcan Çaylı

Hangisini kullanıyorsunuz? Onur’u mu, Can’ı mı?
Bu biraz karışık. Çünkü ortaokul arkadaşlarım Onur can diyor, lise arkadaşlarım Onur diyor. Ama ben Onur’u kullanıyorum genel olarak. Güzel sanatlar alanında liseden bu yana eğitim aldım. Resim, heykel…  Sonra  universitede grafik tasarıma geçtim. Benim zaten altyapım oradan geliyor. Bunun başlangıç noktası, alt yapısı, plastik sanatlar. Zaten bu disiplinleri öğrendiğiniz zaman programları da öğrenirseniz gayet başarılı şekilde ilerliyorsunuz. Bence önemli olan tasarım alt yapısının temelini almak. Bu da bence geleneksel sanattan geçiyor. Çünkü bizim kendimizi ifade etmemiz için kullandığımız her şey bir araç. Bu işin sistemini öğrendikten sonra hangi programı öğrenirseniz öğrenin başarılı şekilde  gorselleştirme yapabilirsiniz ama geleneksel anlamda bir şeyler yaptığınız zaman daha hızlı öğreniyorsunuz, daha çabuk yol kat ediyorsunuz. Sektörde de öyle. Her zaman geleneksel sanat yapan insanları yaratıcılık anlamında tercih ediyorlar. Bunun üzerine  işverenler diyorlar ki; “Bu kişi sadece programları  operatör olarak kullanan birisi değil, aynı zamanda yaratıcı ve sanatsal yönü kuvvetli bir kişi” Şu anda sektör zaten o şekilde. Yaratıcı insanlar aranıyor. Bu alanda çalışsan insanların onceden daha teknik olmaları bekleniyordu programlama bilgisi acısından,şu anda yeni çıkan programlar daha az teknik ve yaratıcı insanların bu sektorde kendilerini daha net ortaya koymalarına olanak veriyor.Çizerler şimdi 3d konusunda daha rahat uretim yapabiliyorlar.Ben grafik tasarım okudum. Grafik tasarım okudum ama okul bittikten sonra o konuda ilerlemek istemedim. Her zaman kendimi geliştirecek, yetenegimi en üst seviyede kullanarak daha çok insana ulaşabileceğim alanlara yönelmek istedim. Hayatım boyunca bırakmadığım iki şey çizim yapmak ve okumak oldu.



Çıkış noktası bu mu oldu?
Çıkış noktası aslında benim ailemin  küçüklüğümden buyana bana verdiği büyük destek  oldu ve bence insanın ne iş yaparsa yapsın sahibi olabileceği en önemli şeylerden bir tanesi etrafındaki insanların ve ailesinin desteğidir. Bu yüzden bende kendimi şanslı hissediyorum ailem beni desteklediği için.Kardeşim  Damla'da de konservatuar mezunu. Ben Türkiye’de üniversiteden mezun olduktan sonra neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. Bahsettiğim gibi grafik tasarımda ilerlemek istemedim ve dedim ki bana verilen yeteneğin hakkını vererek kendimi göstermem gerekiyor. Ben ne kadar başarılıyım ve dünya platformunda benim yeteneğim hangi seviyede, hangi düzeyde, onu görmeliydim. Yeteneğim olduğunu biliyordum ama her şey tabii ki yetenek değil. İnsanın bazen ciddi bir başarıya ulaşmak için haddinden fazla kendine güvenmesi gerekiyor. Gerçekten bu işi yapan insanlarla kendini bir şekilde kıyaslaması gerekiyor. Sanatın ilerlemesi için çok farklı yollar var. Birincisi gerçekten hiçbir şeyi kaale almadan, kimseyi örnek almadan sadece kendi sanatını yapıp ,içsel bir dünyaya dönerek bireysel bir söylem ortaya koymak ki burada gerçek bir sanat alyaşından bahsediyorum,ya da gerçekten piyasanın içerisine girip ilerlemeye çalışmak, başka insanlardan ilham alarak kendini geliştirmeye çalışmak. Teknoloji ve iletişimin yüksek ölçekte kullanıldığı Sinema ve animasyon sektöründe kişisel sanattan çok ortak bir çalışma söz konusu ve benimde ikinci yolu seçmem daha mantıklıydı. Bu yüzden yurtdışına gitmek benim çok ufkumu açtı. O konuda öğrencilerime de tavsiye ediyorum yurtdışına gitmelerini. Ama tabii ki biraz maddi bir yönü olan sıkıntılı bir süreç. Özellikle Amerika’ya gitmek. Bilgisayar oyunları, film, animasyon, görsel efekt projelerini  çok uzun süredir yaptıkları için orada belli bir bilgi birikimi var ve dünyanın her tarafındaki yetenekler  bu potansiyelden faydalanmak için oraya geliyor. Şu anda Amerikan sektöründe de bazı tıkanıklıklar var. Çoğu firma ucuz yüksek vergilerden bunaldılar. O yüzden frimaları stüdyolarını Avrupa’ya taşıdı ve  artık orada da çok iyi firmalar var. Mesela İngiltere’de ve Almanya’da artık Avrupa'nın yeteneklerini toplayan bir merkez oldu.Ben sadece Amerika’yı illa kafanıza koyun ve gidin diyemem. Yeteneğinizi bir şekilde kanıtlamak istiyorsanız Avrupa’ya gitmek daha kolay. Eğitim anlamında da daha uygun fiyatları. Orada da başarılı olabilirsiniz. Hatta bence direk Amerika’ya gidip imkanınız yoksa orada bocalamaktansa Avrupa’da bir ön hazırlık yapabilir, stüdyolarda çalışarak tecrübe kazanır ve  iyi bir portfolyo yaptıktan sonra Amerika’ya gidilebilirsiniz. Amerika’da bazı firmalara girmek gerçekten zorluyor. Yurtdışından gidiyorsanız özellikle vize işlemleri ve bir anlamda yurt dışından gelen birisi olarak oranın vatandaşına göre daha başarılı olmanız gerekiyor ki fark yaratabilesiniz. Ama Avrupa’da bir ön hazırlık yaparsanız iş geçmişinizde de bunlar gözüküyor.  O yüzden bir şey tıkanıyorsa onu zorlayıp kendimizi heba etmektense bir adım aşağı atıp merdivenden sindirerek yukarı çıkmak bence daha mantıklı olur.

"Türkiye'deki Eğitim Sistemi"

Siz Amerika’ya gittiğinizde ne eğitimi aldınız?
Ben Amerika’ya gittiğimde orada görsel efekt ve animasyon üzerine eğitim aldım. Ama başında şöyle bir şey var. Bizim Türkiye’de eğitim sisteminin yanlışlıklarından kaynaklanan genelde öğrenciler üniversiteden mezun oldukları zaman ne yapacaklarını çok bilmiyorlar. Çünkü üniversitedeki sistem şu: Çocuklar her şeyi bilsinler , her şeyi öğrensinler.Ama herkes her şeyi bilemez! Uzmanlaşmak lazım.Yurt dışında  başarılarıyla kendini kanıtlamış eğitim sistemine sahip birçok ülke var.Bunların hepsinde anaokulundan yetenekleri belirlenen öğrenciler sevdikleri ve yetenekleri oldukları konuda yönlendiriliyorlar , eğitim alıyorlar. Bilimsel olarakta kanıtlanmış bir gerçek var ki her insan birbirinden farkli yeteneklerle doğuyor yada  dışarıdan gelen yönlendirmelerle gelişim sağlıyor. Duygusal zekası ağır basan ve sanatsal yönü herşekliyle hissedilen bir çocuğa matematiğin prensibleri dışında hayatı boyunca kullanmıyacağı bilgileri ezberci bir mantıkla dayatmak kadar buyuk bir yıkım ve israf olamaz.Onun yerine ileride  yaratıcılığı besleyecek olan kazanımlar sağlansa bence  sanat alanında daha başarılı gençlerimiz olacaktır. Ama Türkiye'de eğitim  sistemi sanki bir deneme tahtası gibi sürekli değiştiriliyor ve hiçbir tutarlılığı yok kendi içerisinde.Guzel sanatlar sınavları bile kesinlikle yaratıcılığı ve analatik düşünme becerisini ölçmüyor.Gördüğünü iyi çizebilmek gerekli bir beceridir  gorsel yaratabilmek adına ama gerçek potansiyeli ölçmek için bir gösterge değildir bence. Gözlemlerim dahilinde bu sistemden gelen çoğu öğrencimin ve benimde yaşadığım üniversite sonrası bocalama evresine giriyorsunuz mezun olunca.Herseyi  azar azar bilen ama hiçbir konuda uzman olmayan bir sürü üniversite mezunu.Bence sistemin çocukları küçük yaşta yeteneklerine göre eğitmesi ve benzer yetenekteki, aynı dünyaları paylaşan  bireyleri bir araya getirerek paylaşımlarının artmasını sağlamalı.Boylelikle bilgi birikimi artacak,yetenekler birbirinden ilham alacak ortamı bulabilecektir.
Amerika’da film sektöründe bir filmde çalışan belki 400-500 kişi var ve herkes kendi işinin uzmanı ve en önemli şeylerden bir tanesi de sektörle üniversiteler, eğitim kurumları arasında çok kuvvetli bir bağ var. Yani öğrenci okuldan mezun olduğu zaman hangi işe girmek istediğini çok iyi biliyor. Zaten sektör de buna doğru yönlendiriyor. Bizim böyle bir sisteme ihtiyacımız var.Zaten bütün hocalar sektörden geliyor. Derse giren hocalar senin girmek istediğin firmalardan gelen sanatçılar ve  derslerde diyorlar  frimalarda işe almak istedikleri profilde öğrenci eğitiyorlar.Öğrenciler de portfoylarını ona göre hazırlıyorlar. O yüzden kimsenin zamanı heba olmuyor, kimsenin yeteneği boşa gitmiyor. Şimdi bizim üniversiteden çıkıyoruz mezun oluyoruz ve ne yapacağımızı bilmeden işe nasıl gireceğiz diye kaygısı duyuyoruz.  Benim üniversitelerde verdiğim konferanslarda ve workshoplarda öğrencilerde böyle bir bocalama gözlemliyorum. Şu an ben Türkiye’de eğitim üzerine çalışıyorum. Özel olarak çağırıldığım konferanslarda tecrübelerim dahilinde anlattıklarım öğrencilerden büyük destek almasına rağmen,bu işin eğitimini veren kişilerden de bir okadar eleştiri topluyorum.Kimse değişime yanaşmıyor yada değişecek donanım malesef yok . Her mülakatta, konferansta sürekli  mevcut eğitim sistemi hakkında sıkıntıları dinliyorum.  Ben Amerika’da eğitim üzerine bir şikayet görmedim. Çünkü insanlar bilinçli ve bir de tabii şöyle bir şey var ; eğitim için ciddi anlamda para veriyorlar. Amerika’da iyi eğitim alabilmek için para vermeniz gerekiyor. Özellikle yurtdışından geliyorsanız. O yüzden paranızı heba etmek gibi bir lüksünüz yok. Gerçekten iyi odaklanıp okul bittikten sonra harcadığınız paranın dönüşünü bir şekilde almanız gerekiyor. O yüzden hedefe iyi odaklanmış şekilde çalışıyorsunuz.

Siz Amerika'ya gittiğinizde neler yaptınız?
Ben gittiğimde Amerika’da ne yapmak istediğimi biliyordum. Film sektöründe çalışmak istediğimi biliyordum. Ama Amerika’da bulunmadığım için sektör hakkında bilgim yoktu ve dedim ki benim bir sene gerçekten ne yapmak istediğime karar vermem lazım. Çünkü bazen bir bölüme girersiniz iki sene okursunuz zaman harcarsınız ve orayı sevmediğinizin farkına varırsınız. İlk sene bir kayıp değildir belki ama bir şekilde de aslında kayıp, zaman kaybı. Ben dedim ki benim Zaman kaybetmek gibi bir lüksüm yoktu. Bir sene her şeyi denedim. İki boyutlu animasyon yaptım, konsept tasarım yaptım, modelleme yaptım, iskelet sistemi… Hepsini yaptım ve dedim ki ben hangi bölümde başarılı olacağım, ben neyi seveceğim? Ama şunu dedim kendime: Başarılı olmam için bu işi sevmem lazım. Hangi bölümde başarılı olduğumdan çok neyi sevdiğime odaklandım. Benim biraz daha heykel, güzel sanatlardan gelen altyapım olduğu için üç  boyutlu modelleme ve karakter tasarıma odaklandım ve bu alanların da üzerinde programları ekleyerek başarılı oldum. Bir de şöyle bir strateji izlemek lazım. Zaten yaratıcı bir tarafım vardı. Programları da ekleyerek orada güzel bir sentez yaptım ve sektöre dayalı da nasıl bir iş yapılması gerekiyor, sektör ne talep ediyor o doğrultuda ilerledim. O zaman ben yaptığımda bu iş daha yeniydi. Çok fazla bu işlerle uğraşan yoktu. Şu an daha popülerleşmeye başladı. Ama tabi şöyle bir şey var çok stratejik davranmak lazım. ‘Ben bunu yapıyorum ama bu işi yapan bir sürü insan var ben bu kişilerin içerisinde nasıl farklılık yaratarak sıyrılabilirim?’ stratejisini yapmak lazım.


Türkiye'deki eğitimler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türk eğitiminde böyle ciddi sıkıntılar var, çok boşluklar var. Biraz Türkiye’de ben kendim öğrenciyken çektiğim sıkıntılardan ve yurtdışında bunların nasıl farklılıklarını gördüm ondan bahsedeyim. Biz Türkiye’de iyi eğitim aldığımızı düşünüyoruz. Gerçekten değerli akademisyenler, hocalar, kendisini bu işe adamış eğitmenler var, yok değil. Ama sıkıntı bence akademisyenlerin biraz kendilerini yenileyememelerinden teknolojiye ayak uyduramamalarından kaynaklanıyor. Bu sektör özellikle animasyon, görsel efekt sektörü çok hızlı değişen bir sektör. Değişmesinin nedenlerinden biri de teknolojiye bağlı olmasından kaynaklanıyor. Çok hızlı ilerliyor. Bilgisayar oyunları filmi tetikliyor, film bilgisayar oyunlarını tetikliyor. Böyle birbirlerini tetikleyen bilimle ve teknolojiyle çok iç içe bir sektör. O yüzden bu eğitimi veren insanların ya sektörde bir şekilde çalışıyor olmaları, oranın damarının nabzını tutuyor olmaları lazım ya da çok okuyor, çok araştırıyor olmaları lazım. Sürekli takipte olması lazım. Ben mesela akademisyenlerle konuşuyorum. Hiçbirisi ne forumları takip ediyor ne yeni çıkan programların özelliklerini takip ediyor. Öğrenciler sıkıntıda. Çünkü çocuklar kafaları açık ve genç oldukları için yeni gelişmeleri zaten takip ediyorlar.Derse giriyorlar, hocaya soru soruyor hoca cevap veremiyor. Bunlar sıkıntı. Bir öğrenci soru sorduğu zaman hocanın o konu hakkında,yeni gelişmeler hakkında bilgi sahibi olması gerekli.Bu durum  hocaya karşı olan saygının bir şekilde azalmasına neden oluyor. Benim Amerika’da gördüğüm şeylerden bir tanesi, mesela bir çizim yapıyoruz yada  karakter tasarımı yapıyoruz hoca gelip şunu diyor: ‘Şunu şöyle yap, bunu böyle yap’ anlamıyorsun. Öğretmen eline kalemi alıp en net biçimde siizn için çiziyor. Bak böyle demek istiyorum, gösteriyorum diyor. Burada böyle bir şey yok. Öğrenci de şunu sorgulamaya başlıyor; Sen yapamıyorsun, bana nasıl öğreteceksin? Çizim, elinin sürekli sıcak olması demek, sürekli çizmen demek. Çok çizen bir insan bile iki üç ay ara verdiği zaman eli soğur. Ben kendim bu eğitimi alırken hocalarımın bana ‘Ben çizmeye kalksam şu an ben de çizemem yada uzun yıllardır çizmiyorum.’ dediğini hatırlıyorum.Pratik  eğitim çok özveri gerektiren ve uygulayarak gösterilen bir alan olmalı anlatılarak değil.Nasıl çizileceği anlatılarak değil,doğal olarak görsel bir ürün çıkarttığımızdan gösterilerek öğretilmeli. Kesinlikle değerli hocalarımızı tenzih ediyorum. Ama bence teknolojiyle doğru orantılı olarak ilerleyen mesleklerde hocaların gelişmeleri biraz daha yakından takip etmesi lazım, kendini geliştirmesi lazım.

Amerika'da bu eğitimle ilgili avantajlar ne?
Mesela bir tanesi öğretmenlerin sektörden geliyor olması.Derse Film yada oyun stüdyosundan iş çıkışından geldiği  için anlık tecrübeleri bile sana anlatabiliyor  ve sana verdiği bilgi de son teknoloji. Biz zamanında eğitim kurumları olarak Türkiye’de güçlü bir ekolden geliyorduk. Geleneksel bir sanat akımından geliyorduk. O yüzden bizden önceki nesillerin gerçekten aldığı geleneksel eğitim sağlam bir eğitim. Fakat biz bunun üzerine teknolojiyi harmanlayıp,kendi kültürel kimliğimizi oturtamadık. Bunu yapan çok iyi ülkeler var dünyada. Örnekleri mevcut. Hatta bizim Türklerde şöyle bir şey var; biz her zaman en iyisiyiz. Ben onu gördüm. Biz her şeyi çok iyi biliyoruz.Hatta bazı ülkeleri küçümsüyoruz. Ülkelerin adlarını vermeyeyim ama küçümsüyoruz. Baktığım zaman bizim alanımızda o küçümsenen ülkeler aslında bizden çok daha iyi işler yapıyorlar, çok daha iyi işler ortaya çıkarıyorlar. Büyük  bir başarı kazandığımız zaman ülkenin de başarıya karşı açlığı var ve çok büyütülüyor bazı şeyler. Mesela benim çalıştığım projeler;Spiderman,Man in Black, Terminatör,Antman,Avangers,Stranger Things ve Herkesin bildiği Game Of Thrones çalıştım.Bu filmelerde çalışan diğer ülke sanatçıları Türklerin sayı olarak çok üstünde.Nedenini bir sormak lazım bence.Bence başarılı şekilde iş ortaya çıkartan bir sanatçı bir ülkenin sahip olabileceği bir olimpiyat sporcusu kadar değerlidir tanıtım anlamında.Çünki o medeniyetin ve toprakların en iyi yansıması sanatçıların ortaya çıkardığı sanatsal ürünlerle değerlendirilir.Yeryüzünden silinen birçok uygarlığın hangi teknolojiye ve ne tür entellektüel bir donanıma sahip olduğunu bize anlatacak tek şey bıraktıkları sanat eserleridir.Günümüzün en çok kitleye hitap eden sanat eserleride sinema diliyle anlatılmaktadır.O yüzden dünya kulvarında yüksek göktelenler dikmek sadece yapay bir gösteriş olarak kalacak ama sanat her zaman var olacak bir yatırımdır.


Biz çok çalıştığımızı düşünüyoruz. Ben de Türkiye’deyken çok çalışıyordum. Daha doğrusu Amerika’ya gidinceye kadar çok çalıştığımı düşünüyordum. Oraya gittiğim zaman şunu anladım ki biz gerçekten çalışmıyoruz. Zamanımızı teşekküllü kullanmıyoruz. Yurtdışına çıktığımda oradaki tek yeteneğin benim olmadığının daha net farkına vardım. Japonya’dan gelen, Avustralya’dan gelen, dünyanın farklı yerlerinden gelen o kadar yetenekli insanlar var ki aynı hayalleri onlar da barındırıyorlar ve aynı şekilde onlar da işe müracaat ediyorlar. Mesela benim pozisyonumdaki işe alınacaklar için bir kişilik kontenjanları vardı ve binlerce kişi başvurdu ve ben şunu hissettim; hemen hemen insanlar zaten doğuştan belki aynı yetenekte olabiliyorlar ama bizi bir basamak üste çıkaran şey  aslında onlardan ne kadar çok çalıştığınız.


İşinizi keyifle yapıyorsunuz değil mi? Peki kendinizi hangi alanda daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz? Film mi, bilgisayar oyunu mu?
Özgür bırakıldığım takdirde bütün projelerden keyif alıyorum. Sektörde sanatçının özgürlüğü kısıtlandığı zaman işte o zaman sıkıntı başlıyor. Projeler keyifli. Game Of Thrones mesela keyifli bir projeydi. Bunun arkasına baktığımız zaman hakikaten bizi çok zorlayıcı şeyler var. Ama bence operatörlükle sanatçı olmak arasındaki hassas çizgiyi bir analiz etmek lazım. Çünkü eğer sürekli direktif alıyorsanız başkasının kalemi olmaya başlıyorsunuz. Ama birisi size gelip "sen sanatçısın, sen yazarsın, sen şairsin, sen yaratıcı bir insansın ve ben senin yaratıcılığına güveniyorum ve bu konuda sana güvendiğim için de seni özgür bırakıyorum" dendiği takdirde, sen zaten daha iyi şeyler yapıyorsun. Ama tabi şöyle bir şey var; zaman, para ve Amerika’da da çok büyük paralar dönüyor. Senin orada iki üç gün kaybetmen, tek başına yaptığın bir şeyin kontrolünü kaybetmen, firmada başkaları seni beklediği için sadece senin değil birçok insanın zaman kaybına neden oluyor. Bu bir ekip işi. Sen bir şey yapıyorsun, senin yaptığın işi bekleyen sırada başka bir şey var, onu bekleyen birisi var hepsi birbiriyle bağlantılı. Sen bir yanlış yaptığın zaman eğer bir firmada dört beş günlük kayıt olmuşsa, çok fazla bir rakam kaybetmen demek o firmanın 200-300 bin dolar zarara girmesi demek. Bu ufak bir rakam aslında daha büyük zararalar da olabiliyor. Bu iş keyifli bir iş ama aynı zamanda stresli bir iş. Öğrencilere şunu söylüyorum her zaman; Her zaman Türkiye’de mazeret yaratıyorlar. Biz mazeret yaratmak üzerine uzmanlaşmışız. Çocukluğumuzdan beri hocam elektrikler gitti, hocam şöyle oldu…Sektöre girdiğiniz zaman mazeret yaratmak diye bir lüksünüz yok.Bu mazaret üretme ve esneklik okul yıllarında başlıyor ve profesyonel yaşama kadar geliyor.Turkiye'de iş yapmayı sevmiyorum bu yüzden çünki hiçbir iş zamanında söz verildiği gibi teslim edilmediği gibi yine bir mazeretle paranızıda alamıyorsunuz. Gerçek profesyonellik sadece yetenek ve iş çıkarmak değil aynı zamanda disiplin gerektiriyor. Ben istanbul'daki Workshoplar için Ankara’dan gidip geliyordum ve sabah 3 gibi biniyordum uçağa. Bayağı öğrenciler derse geç geliyorlar ve öğrencinin geldiği yer belki 45 dakikalık bir yol.



Ben de Türkiye’deyken çok çalışıyordum. Daha doğrusu Amerika’ya gidinceye kadar çok çalıştığımı düşünüyordum. Oraya gittiğim zaman şunu anladım ki biz gerçekten çalışmıyoruz. Zamanımızı teşekküllü kullanmıyoruz. Oraya gittiğimde şöyle bir ortam vardı. Sadece oraya başarılı olmak için gelen ben değildim. Japonya’dan gelen, Avustralya’dan gelen, dünyanın farklı yerlerinden gelen o kadar yetenekli insanlar var ki aynı hayalleri onlar da barındırıyorlar ve onlar da  aynı işe müracaat ediyorlar. Mesela benim pozisyonumdaki işe alınacaklar için bir kişilik kontenjanları vardı ve binlerce kişi başvurdu ve ben şunu hissettim; hemen hemen insanlar zaten doğuştan belki aynı yetenekte olabiliyorlar ama bizi bir basamak üste çıkaran şey  aslında onlardan ne kadar çok çalıştığınız. Öğrencilere soruyorum kaç saat çalışıyorsun hocam 4 saat 5 saat çalışıyorum. 4-5 saat sadece benim ısınma sürem.Gerçekten sadece konsantre olup elimi açtığım ısınma periyodum o. Ben günde 15-16 saat çalışıyorum. Bir de şöyle bir şey var; bünyeniz çalışmaya alıştığı zaman bu bir makine gibi, motor gibi yorulmuyorsun. Ben günde 15-16 saat 1 ay bu tempoda çalıştığın zaman hakikaten vücudumun yorulduğunu hissediyorum ama mesela Çinliler, Japonlar ben yoruluyorum onlar devam ediyor çalışmaya. Çocukluklarından beri o tempoda çalışmaya alışmışlar ve sektörde en çok tutulan, çalışılmaktan en çok hoşlanılan çalışan tipi Uzakdoğululardır. Çünkü makine gibi hiç şikayet etmeden sessiz ve disiplinli çalışıyorlar. Biz biraz Akdeniz toplumu olduğumuz için biraz daha gevşek çalışabiliyoruz. Surekli kendimizden şikayet etmemizde doğru değil tabiki. Bizim de kendimize göre avantajlarımız .Pratik zeka,sosyal ilişki gücü,çok yönlü düşünebilme,kendi kültürel kimliğimizden gelen öznellik bizim en büyük avantajımız.Öğrencilere şunu diyeceğim eğer bu röportajı okurlarsa; şu an elinizde mevcut olan zaman  hayatınızdaki en önemli çağ. Bir süre sonra şunu göreceksiniz. Şu an ne kadar çok çalışırsanız ileride çalışamadığınız zamanlarda  kullanacağınız bir birikim yapmış olacaksınız. Yaşlandığınız zaman bir süre sonra insanın performansı düşmeye başlıyor, gençliğinizde taze beyninizle öğrendiklerinizden yemeye başlıyorsunuz. Şu an bir bataryayı şarj ediyorlar. Edebildikleri kadar etmeliler sonra bataryanın ömrü azalıyor.Şu anda Cv’lerini potfoylerini yapıyorlar ileriki yaşlarda da bunun faydalarını görecekler. O yüzden şu an bünyeleri, gözleri, vücutları el verdikçe çalışabildikleri kadar çalışsınlar ama çalışmak şu değil; oturup 15 saat deli gibi çalışmak değil, strateji içerisinde çalışmak. Ben başarıya ulaşabilmek için hangi adımları izlemem gerekiyor, hangi çalışma metodunu izlemem gerekiyor. Çizimde başarılı olabilmek için neler yapmam gerekiyor. Bunlar çok detaylı anlatılacak şeyler aslında. Ama planlı ve programlı.


İnsanlar zaten doğuştan belki aynı yetenekte olabiliyorlar ama bizi bir basamak üste çıkaran şey  aslında onlardan ne kadar çok çalıştığınız. Öğrencilere soruyorum kaç saat çalışıyorsun hocam 4 saat 5 saat çalışıyorum. 4-5 saat sadece benim ısınma sürem. Ben sadece gerçekten sadece konsantre olup elimi açtığım ısınma periyodum o. Ben günde 15-16 saat çalışıyorum. Bir de şöyle bir şey var; bünyeniz çalışmaya alıştığı zaman bu bir makine gibi, motor gibi yorulmuyorsun. Ben günde 15-16 saat çalışıyorum. 1-2 hafta bu tempoda çalıştığın zaman hakikaten vücudumun yorulduğunu hissediyorum ama mesela Çinliler, Japonlar ben yoruluyorum onlar devam ediyor çalışmaya. Çocukluklarından beri o tempoda çalışmaya alışmışlar.

"SOSYAL OLMAK"

Başarıya giden yolu sizin bakış açınızla anlatır mısınız?
Başarıya giden yollardan bir tanesi çalışmak olduğu kadar entelektüel olarak da biraz zihni doldurmak. Yani arkadaşlarla sosyal ilişki içerisinde olmak, sergi gezmek, müzeye gitmek. Ben hep bunları tavsiye ediyorum. Çok okumak ama okurken de bilgi kirliliğinden uzak durmak. Gerçekten temiz bilgiye ulaşabilmek bir şekilde. Çünkü şu anda bir bilgi kirliliği var. Mesela sektörde uygulanan yöntemlerden birisi işe muracat eden ve potansiyel çalışanı öğle ekip arkadaşları olacak kişilerle yemeğe çıkarmaktır. Yemek yerken seninle konuşuyorlar, muhabbet ediyorlar, yemek yeme tarzına bakıyorlar, seni gözlemliyorlar. Ve aynı dunyaya ait kişilermisiniz degerlendiriyorlar. Gidiyorsun, ertesi gün seni çağırıyorlar aralarında konuştukları şey şu oluyor;  Bu insan bu takımın ahengini bozmadan,yaratıcı ortama zarar vermeden bu takım içerisinde çalışabilir mi? Bu da tamamen bir sosyal beceridir. Sadece 16 saat bilgisayarın başında kalıp asosyalleşmek değil toplum içerisine girmek gerek. Firmalar sadece bilgisayar başında oturtup iş yapacak insan aramıyor, arada kalkıp iş arkadaşınla güzel bir muhabbet etmek bile oranın enerjisini değiştiriyor. Dreamworks’de mesela siz işe giriyorsunuz ve kendi çalışma alanını dekore etmen için sana bir çek veriyorlar.Herkesin çalışma alanının farklı bir konsepti var. Kimisi çakmak taşı konsepti yapıyor,kimisi bir uzay gemisi...Çalışma ortamını neşelendirmek ve insanlara orada  yaşanabilir alan yaratılıyor. Uzun saatler geçirdiğin için o ortamın seni motive etmesi gerekiyor. İşte bu sosyal beceriye sahip olmak lazım. O yüzden ben sadece çalışmak değil aynı zamanda sosyal beceriye de sahip olmayı ve şunu da tavsiye ederim; etrafınızda her zaman yetenekli insanları bulundurun sizi geliştirebilecek, sanat üzerine konuşabileceğiniz, aktivitelere katılarak beyin fırtınası yapabileceğiniz.Sadece bilgisayar başında oyun oynamak ya da iş yapmak değil konu.

Türkiye’deki iş sektörünü nasıl buluyorsunuz?
Benim kendi uzmanlık alanımdan bahsedeyim. Animasyon, görsel efekt, film alanında çok yetenekli  Workshoplarıma gelen öğrenciler var. Her zaman onlara güzel bir portfolyo yapsalar yurtdışında rahatlıkla iş bulabilirler diyorum. Ama bu gelen öğrencilerin çoğu kendi çabalarıyla bir şeyler yapan insanlar. Üniversitede ben ne öğrendim ki diyip öfkelenen insanlarda bu yok. şikayette etsek kendi gelişimimiz için her zaman kendi çabamızla üzerine bir şey koymanız lazım. Bu bir kişisel başarı. Amerika’da da böyle. Ben mesela Amerika’ya gittiğimde şunu açık söyleyebilirim; üniversitenin bana katkısı sadece şu oldu bana o ortamı açtı. Benimle aynı mesleği yapan insanlarla beni aynı ortama soktu ve beni sektörle tanıştırdı. Onun dışında yaptığım her şeyi ben kendim yaptım. Hocalardan öğreneceğim şeyleri bile ben şu şekilde çalışıyordum, derse gitmeden önce öğretilecek konuyu  çalışıp gidiyordum. Bilgili gittiğim için   hocanın kapasitesini sonuna kadar kullanabilme yeteneği veriyordu bana. Ben öğrendiğim programların hepsini okul başlamadan önce öğrenerek hazırlıklı gidiyordum. Bu bir stratejidir. Zamanı iyi şekilde kullanma stratejisidir. Türkiye’de bilgiyi hazır almaya çok alışmışlar,öğretmenin işi ne bize öğretsin mantığı ve öğretilenide ezberleyerek öğrenme mantığı var. Bir bilgiye nasıl ulaşırım diye çaba yok. Ben öğrencilerime araştırma yapabilme becersin, öğretiyorum ilk başta yada doğru bilgi hangi yöntemle bulunuru.İleride yaşamlarında ben yanlarında olmadanda öğrenmeye devam edebilsinler ve kendil kendilerine gelişmeyi öğrensinler diye yapıyorum bunu.


Sizin tasarladığınız projeleriniz neler?
Ben şu an zaten yurt dışı için çalışıyorum. Aslında yapmak istediğim şeyler var. Öğrenciler üniversitede eğitim alıyorlar ama pratik yapma ve staj yapma şansları olmuyor. Ben yurt dışından getirdiğim ya da Türkiye’deki kendi projelerimle öğrencilere bu şansı kazandırmak istiyorum. Kültür Bakanlığının desteklediği workshoplarda öğrencilere işin prensibini anlatıyorum, beraber projeler yapıyoruz ve Amerikan sistemiyle çalışan  bir sektörüniçine sokmuş oluyoruz aslında. Burada başarı gösteren öğrencilere de bu gelen projelerde çalışma fırsatı vermek çok güzel olacak diye düşünüyorum. Türkiye’de yapmak istediğim bir şey var. Bizim kültürümüze ait bir film olsun istiyorum. Türkiye’de herkes şöyle söyler “Türkiye’de ilk olacak bu proje” .
Görsel efektte de başarılı olduğumuz çalışmalar var  Ben kendi adıma “yeni bir nefes” olacak benim filmim diyeyim size.Birde  bu öğrencilerimizin yaptığı işleri sergide sunacak,Sektörle  öğrencileri de bu sergiyi buluşturacağız.Böylelikle  Sektörle eğitim arasında bir köprü kurmuş olacağız. Bir başka hayata geçirmek istediğim oluşumda şu; gruplaşma mesleki anlamda harika bir şey. Çünkü yardımlaşma ve el ele bir şeyler ortaya daha güzel çıkabiliyor. Amerika’da insanlar bir işyerinde sorunu varsa hemen arkadaşına sorar örneğin. Çünkü bir tasarıma çok fazla odaklanınca bazı detayları görmeyebiliyorsunuz, bu yüzden dışarıdan taze bir göze danışmak gerekiyor. Danışmak, yeni bir gözle bakmaya çalışmak, yeni fikirlere açık olmak gerekiyor. Sanatçılar guruplar oluşturarak festival filmeri yapıyor,ortak sanat projeleri ortaya koyuyolar.Bu gruplarda  birbirlerinin çalışma potansiyelini  bilen kişiler  iş ortamında da yardımlaşıyorlar. Mesela Amerika’da ben iyi bir işte çalışıyorsam ve sizin işinize de güveniyorsam sizi patronuma önerebilirim. Profesyonel hayatta herşey referansla ve kimleri tanıdığınızla ilgili.Buda daha önce bahsettiğim sosyal beceri ve kendini ifade  edip takım oyuncusu olmayı gerektiriyor. Ama maalesef bu  kültür henüz Türkiye’de yok.Benim yapmak istediğim bir sanat topluluğunun oluşmasına önayak olmak. Bana neden  bu fikirlerinizi firmalara anlatmıyorsunuz hocam diyorlar. Firmaların da kendi içlerinde sorunları olabilir ve şunu şöyle yapın demek de benim haddim değil, diyorum. Benim amacım temelden başlıyor. Eğitimden başlıyor.Eğer ben bunu gençlere aşılayabilirsem gelecekte bu frimaların sahibi olacak profesyoneller gerçek doğrularla bu sektörü şekillendirecekler.



Çok güzel anlattınız. Gençlere de çok güzel tavsiyelerde bulundunuz ama son sorum yine şu şekilde olsun; burada yaşamayı eğitim vermeyi hedefliyorsunuz sanırım. Öğrencilere son olarak neler tavsiye edersiniz?
Bunu hep söylüyorum, kendinize değer verin. İnsanların yeteneklerinin farkında olup o yeteneklerini değerli bulması çok önemli ve bu değeri de kimsenin yıkmasına izin vermeyin. Güveniniz tam olsun. Özgüven demek “ben her şeyi bilirim” demek değildir, Kendi potansiyelin farkında olarak gelişmeye devam etmek,yapıcı eleştirileride göz ardı etmemektir.Mantıklı bir şekilde yolunuza devam edin. Size güvenmeyen, “sen yapamazsın” diyenlere kulak asmayın.Bu işte de örnek birisi olmaya çalışsınlar, rol model olmayı hedeflesinler. Rol model nasıl olunur anlatılmaz,olunarak gösterilir..Gerçekten gençlerimiz zeki ve çalışkanlar. Çok okusunlar ve araştırmacı olsunlar.
 

Bu röportaj çok güzel bilgiler verecek gençlere biliyorum. Keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ediyorum.
Ben de desteğiniz için çok teşekkür ediyorum Funda Hanım.