RÖPORTAJ: DİLEK  EJDER

Evet sevgili okurlarım, bu hafta Dilek EJDER İle “Bu Senin Sayfan” Söyleşi köşemizde ünlü duayen doktorumuz Bingür SÖNMEZ’in sayfasını aralamaya karar verdik.

Sevgili dostlar, isimler karakteri, yansıtırmış ya… Ben buna çok inanıyorum. Hani hep derler ya; “On parmağında on marifet” diye. İşte isminin her harfinde bin marifet, bin söz; zira Bin/Gür, yani bin ses ve isim anlam görevlerini tamamlayan, meşale gibi yanan ve o bin sesi söndürmeyen Sönmez.

Evet, saygıdeğer doktorumuz Bingür Sönmez’in sayfasını isim ve soy isim anlamlarıyla aralayıp içeri girdik bile.

Tabi hiç sorulmayanları soracağız. Hadi bakalım.

Saygıdeğer ağabeyim, evvela temelden başlayıp ve çatıya doğru yol alanlardan olduğum için, şöyle en dipten bir soruyla başlamak istiyorum…

Ben çocukluğunuzun da kalp yolculuğundan, yani sevgiden, merhametten geçtiğine inanıyorum. Mesela yaralı bir kuşun kanadını mutlak bağladığınıza, yahut bir kedi veya köpek gördüğünüzde küçük doktorluk yaptığınız hissiyatına bürünüyorum nedense. Nasıl bir çocuktunuz mesela?

Çocukluğum, Sarıkamış’ta bahçeli bir ev içinde geçti. Evimizde kedimiz, bahçemizde köpeğimiz her zaman vardı. O günden gelen alışkanlıklarla, bugünde büyük bir keyifle sahiplendiğimiz Van kedilerimiz, site bahçesinde sayısız kedimiz, site girişinde her akşam bizi bekleyen dört tane sokak köpeğimiz var. Bunlar yetmez, Silivri Belediyesi ile birlikte yürüttüğümüz bir sosyal sorumluluk projesi içinde ismi Silivri Belediyesi Nilgün Sönmez Kedi barınağı olan bir hayvan barınağının sponsoruyuz. Barınakta kör, topal, felçli hayvanlar olduğu gibi annesiz büyüyen yavrularla beraber ellinin üzerinde kedi var. Bunların hepsi kısırlaştırılmış parazit ilaçları muntazam olarak verilen, aşıları yapılan, en kaliteli mamalarla beslenen şanslı kediler… 24 saat bakıcısı var ve barınakları tertemiz.

Sevgili ağabeyim, siz, dünkü çocuk Bingür Sönmez’e baktığınızda, hatırladığınız kadarıyla, bugünkü Bingür Sönmez’in emarelerini görebiliyor musunuz onda?

Çocukluğumun geçtiği Sarıkamış’ta yaşadığım her günü anımsıyorum. Çok yaramaz bir çocuk olduğumu hatırlıyorum. Mahallenin en küçüğü olmama rağmen çete başı bendim. Buda gelecekte hedefimin ne olduğu konusunda fikir verebilir. Ben hep lider oldum.

Sevgili ağabeyim, sizi bu günlerinize getiren, kalplere hayat, hayatla kalp vermenizi aht ettiren bir anekdotunuz var mı? Yoksa her şey kendi akışıyla mı, bu yokuşa çıktı? Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Ortaokul ikinci sınıfa kadar elektrik mühendisi olmaya niyetli idim. Yaz tatilinde okuduğum bir romandan sonra doktor olmaya karar verdim. Ve bu fikrim hiç değişmedi. Tıp fakültesine girdiğim zaman cerrah olmaya karar verdim. Tıp Fakültesini bitirdiğim zaman Kalp Cerrahı olmaya hazırdım.

Saygıdeğer ağabeyim, yurt dışında eğitim aldığınız süreç içinde Türk akademisyen, ya da akademisyen adayı olarak meslektaşlarınızdan ve hocalarınızdan ne gibi tavır ve tutumlar gördünüz? Hiç unutamadığınız bir anınız var mı bu yönde?

Diplomasında Hasan Ali Yücel in imzası olan bir emekli öğretmenin 5. Çocuğuyum. Ailemizde doktorluk kariyerim yönünden destekleyecek hiç kimsem yoktu. Üniversite hayatım boyunca öğretim üyesi düzeyinde edindiğim dostlukların her zaman yardımını gördüm. Fakat ihtisas bölümüm içerisinde baba, oğul ve kayınpeder üçgeni içerisinde aile şirketi gibi çalışan bir klinikte ihtisasımı tamamladıktan sonra akademik unvanımı alabilmem için yaptığım tüm çalışmalar engellendi. Bunun üzerine İngiltere’ye bir daha dönmemek üzere gittim. 4 yıllık çalışmam sonunda dönemin değerli Kardiyolog ve Rektörü Cem’i Demiroğlu’nun reddedemeyeceğim vaatleri ile 1990 yılında ülkemize kesin dönüş yaptım.

Saygıdeğer ağabeyim, tüm tıp dünyasının örnek aldığı bir hekim olarak, tıp öğrencilerine ve genç doktorlarımıza mesleğinizle alakalı önerileriniz var mı? Doktor hasta ilişkisi nasıl olmalı mesela? BinGür Sönmezin gece bile vizite çıkıp hastalarına flüt çaldığınızı biliyoruz. Bu enerjiyi, bu motivasyonu nasıl sağlayabiliyorsunuz? Kalbe giden yolun söylenildiği gibi mideden değil de müzik ten geçtiğini mi anlamalıyız buradan ama ben tamda buradan sizin sadece doktor değil, evet doktor, ama aynı zamanda tarihçi, bilim adamı, düşünür ve parçaları toplayıp tamlayan mimar olduğunuzu veee bunun yanında sanatçı ruhu taşıdığınızı da çok iyi biliyorum. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Genç tıp öğrencilerine her zaman tavsiyem çalışma materyallerinin insan olduğunu hiçbir zaman unutmamaları ve onlara her zaman tebessüm etmeleridir. Çok iyi bir hekim olmak için çok okumak yetmez hekimliğin usta çırak yönü Hipokrat’tan beri geçerliliğini korumaktadır. Bu da uykusuz geçen geceler, özel hayatınızdan ve ailenizde yapacağınız fedakârlıklarla sağlanabilir.

Mesleki doygunluğunuzu elde ettikten sonra başlayacak olan tatminsizlikten kurtulmanın tek yolu hobi olarak bazı işlere yönelmektir. Ben 40 yaşımdan sonra tarih olarak 1914-1918 arası 1. Dünya Savaşının Kafkas Cephesi bölümünü öğrenmeyi amaç edindim. Müzikle terapinin binlerce yıllık geçmişini göz önüne getirerek çocukluk hevesim olan çoban kavalı çalmayı 55 yaşında öğrendim. Zaten ben çocukken çoban olmak istiyordum. Kader beni doktor yaptı. Hastalarıma Yoğun bakımda Dr. Erol ile birlikte müzik terapi uygularken büyük keyif alıyorum.

Gece geç vakitte yaptığım hasta vizitelerini çoğu meslektaşım anlayamıyor. Dünyanın en büyük ameliyatını yaptığımız bir hastayı yardımcılarım veya kardiyoloğum en son 18.00 veya 19.00 da görüyor. Ben saat: 01.00- 02.00 arasında bu hastaları ziyaret ederken bu boşluğu doldurmayı amaçlıyorum. Ayda bir hastayı gerektiği için yoğun bakıma indirmek, yılsonunda bana mucize başarıyı getiriyor. Bu sayede hasta kaybetme oranım Amerika standartlarının da çok altında olup yüzde bir den azdır.

Saygıdeğer ağabeyim, tarihin hafızaların ve ayazın kar altında uyutarak dondurduğu tek tarih gerçeği Sarıkamış tarihiydi ve siz saklı kalan Sarıkamış tarihini kar altından çıkarıp çözerek hafızalara tekrar yazdınız. Unutanla hatırlattınız. Duymayanlara anlatınınız. Bu çaba yolculuğunuzda, Dünya arşivinden Rusya, Almanya vs tüm belgeleri ve parçaları toplamak hiçte kolay olmasa gerek. Maddi manevi güç ister elbet! Sahi nasıl başarabildiniz ve nasıl tüm parçaları bir araya getirerek bir tarih mimarı inşa edip ülke duvarına astınız? Bu tarih yolculuğunuzda zorlandığınız anlar oldu mu? Anlatmak istediğiniz, bilmediğimiz şeyler var mı mesela?

Benim çocukluğumda Yukarı Sarıkamış şehitliğinde her sene Eylül ayında bir şehit anma töreni yapılırdı. Bir öğrenci şiir okur Belediye başkanı ve bir Subayın konuşmasından sonra havaya üç el ateş edilir ve tören sona ererdi. Daha sonraki yıllarda bu da terk edildi. Ben yıllarca o şehit törenlerinin tekrar nasıl canlandırabilirim onların hatırlanarak onore edilmelerini nasıl sağlanabilirimden yola çıkarak 2003 yılında ilk kez Akut Erzurum Kalkınma Vakfı ve Sarıkamış Dayanışma Grubu olarak

Soğanlı Dağlarının aşan 9 kilometrelik bir yürüyüş organize ettik. 2003 de 250 kişilik olan yürüyüş kolu bugün artık her yıl 10 binlerce genç tarafından yapılmaktadır. Başlangıçta bu yürüyüşler yapılırken sadece Genelkurmay ve 9. Kolordu tarafından büyük teşvik ve yardım görmemize rağmen yerel yöneticiler tarafından ciddi şekilde eziyet gördük. Fakat yıllar içerisinde devletinde olaya el koymasıyla bu yürüyüşler artık kurumsallaştı.

Sevgili ağabeyim, sizin Sarıkamış gönlünde taht kurduğunuz ve sadece Sarıkamış duvarına değil, ülke duvarına bir Bingür Sönmez tablosu astığınız aleni bir gerçek. Ve dolayısı ile adınız tüm ülke duvarında tablolaştı ve yine tüm ülke kalbinde anıtlaştı, ancak ben Sarıkamış tarihinin bu kadar doğum sancılarını çeken ve saklı kalanların gün ışığına doğmasını sağlayan Bingür Sönmez adının Sarıkamış’ta bir caddeye, bir sokağa, bir mahalleye verilmesini çok isterdim? Mesela Bingür Sönmez Caddesi, Bingür Sönmez sokağı yahut Bingür Sönmez Mahallesi vs.? Tabi bu benim isteğim, sizin bu konuda beklentiniz yok biliyorum ancak kırgınlıklarınız var mı?

Hatırlanacağı üzere 2003 yılında sokakları bomboş, dükkânları bomboş, kayak merkezi bomboş, hiçbir turistik özelliği olmayan küçücük bir kasabayı on yıl içerisinde tüm Türkiye’ye tanıttım. 90 yıl hiç anılmayan şehitlerin onore edilir şekilde anılması için büyük çaba sarf ettim. Hedefim bir Çanakkale gibi yöreye yönelik şehit turizmi sağlamaktı. Bugünlerde geriye dönüp bakarsak şu beklentim gerçekleşti. “O şehitler o gün Sarıkamış’a bedenleriyle yapamadıkları hizmeti bugün ruhlarıyla yapacaklardı.” Görünüşe göre de bunu oldukça başardık. Fakat tüm bu iyi niyetli çabalarıma karşılık hep şunu fark ettim. Sarıkamış’ ı Enver Paşa’ nın fetih edemediği gibi, bende Sarıkamış’ ı Fetih edemedim. 2014 yılında hiçbir anlam veremediğim bir silahlı saldırıya uğrayarak Enver paşa gibi bir daha Sarıkamış a dönmemek üzere geri çekildim. Bu nedenle adımın Sarıkamış’ta herhangi bir vesile ile anıtlaştırılmasını arzu etmiyorum.

Saygıdeğer ağabeyim, Sarıkamış’ta yaşadığınız talihsiz olayı irdeleyerek sizi üzmek istemem ancak akıllarda büyük sis bulutları var hala. Bu sisleri dağıtabilecek tek kişi sizsiniz. Çok şey yazıldı çizildi yalan yanlış. Gerçekleri ilk kez, ya da bir kez daha sizden dinleyebilir miyiz? O talihsiz vurulma olayınız nasıl gelişti? Vurulduktan sonra yaşadığınız o kötü süreçte hemşerilerinizden, meslektaşlarınızdan ya da dostlarınızdan sizi hayal kırıklığına uğratanlar oldu mu? Geçmişe dönüp biraz içinizi dökmek ister misiniz?

Olay son derece ilkel bir şekilde gelişti. Bugün Belediye Başkanı olan Sayın Köksal Toksoy Sarıkamış Belediye Başkanlığına aday olmak istediğini belirtmesi üzerine eğitimi, mesleki deneyimi gibi kişisel özellikleri nedeni ile bir önceki Belediye Başkanına üstün olması nedeni ile dönemin Başbakanı bana fikrimi sorduğunda yöre için en hayırlı olan görevimi yaparak bir yüksek mühendisin Sarıkamış için daha uygun olacağını belittim. Bir önceki Belediye başkanı aday gösterilmemesinin kızgınlığını hemen etnik kökenli bir partiye geçerek onların oylarını çoğalttığı yetmediği gibi, bir Sarıkamış aktivitemiz sırasında çocukluğumda koşup oynadığım meydanda yeğeni ile beraber beni öldürmeye teşebbüs etti. Ben yerde kanlar içerisinde yatarken, etrafta toplanan gençlerden birisi yüksek sesle “Sarıkamış size kalmış şerefsizler defolun gidin” diye bağırıyordu. O genç farkında değildi ki araçlarımız hazırdı ve 15 dakika sonra Sarıkamış’ı onlara terk edip gidecektik. Devamında birçok şuursuz kimse Sosyal Medya da neredeyse oh olmuş diyerek cinayete tam teşebbüs eden Belediye başkanına hayranlıklarını sundular. Bu yetmemiş gibi Sarıkamış’tan bir akil heyet gelerek utanmadan onu affetmemi talep ederek daha az cezası alması yönünde baskı yaptılar.

Saygıdeğer ağabeyim, insanoğlu nereye giderse gitsin, rüyalar çoğunlukla doğup büyüdüğü yerlerde gösterir kendini. Evet, Sarıkamış’ta talihsiz bir olayla vurulduğunuz o korkunç anınız rüyalarınızın da davetkarı oldu mu ve aşığı olduğunuz Sarıkamış’a karşı bir kar yağdı mı içeceğinize. Bazen, pencerenizden çook uzaklara baktığınızda, karşılığını almadığınız Sarıkamış mücadelenizin düşlerinde üşüdünüz mü hiç?

Sarıkamış benim hep hayallerimdeydi. Çocukluğumda pencereden seyrettiğim lapa lapa yağan karı rüyalarımda bile görürdüm. Benim bugün Sarıkamış’ta hiçbir şeyim yok, sadece hayallerim var. Dolasıyla Sarıkamış’a ayak basmama gerek yok, o zaten benim hep hayallerimdeydi.

Saygıdeğer ağabeyim, kalbin duygusal dilini resmettiğinizi, hepsinin öyküsünü anlayacak kadar kalplerin dilini çözdüğünüzü düşünerek bu sorumu sormak istiyorum müsaadenizle. Evet, tüm duyguların yatağı kalptir ya… İnsanoğlunun karakteri nasıl ki yüzünden anlaşılır; zira yüzle kalp birbirinin aynasıdır ya hani… Siz belki de insan suretinden çok kalp gördünüz. Mesela gördüğünüz kalplerden neler yaşadıklarını, ya da az çok karakter resimlerini görebiliyor musunuz? Hani insanoğlunun gerçeğiyle yüz yüze geldiğimizde; “Bak sen, yüzünden anlamıştım” deriz ya! Sizin de; “Vay be, kalbinden anlamıştım” dediğiniz anlar oluyor mu hiç?

Yüz kalbin aynasıdır. Kötü kalpli insanlar bedenlerinde taşıdıkları yüksek adrenalin nedeni ile hiçbir zaman mutlu olamazlar.

Evet, saygıdeğer ağabeyciğim, siz yumurtadan bile özür diyecek kadar erdemli oluşunuzla Guinness rekorlar kitabına girdiniz bile, bana göre. Biliyorum yumurtanın teşekkür edecek ağzı dili yok ancak yumurta üreticilerinden olumlu tepkiler aldınız mı? Ama ben yumurtadan bile özür dileyen bu erdemli duayen Prof. Dr Bingür Sönmez’e teşekkür ederek hakkını teslim etmek istiyorum. Teşekkürler Bingür Sönmez, teşekkürler.

Yumurta tabiatta yüzde yüz proteini emilen, dışarıdan hiçbir katkı maddesi karıştırılamayan, 12 mineral 11 vitamin intiba eden tek besin maddesidir. İçinde taşıdığı kolesterol hiçbir zaman kan kolesterolünü yükseltecek miktarda değildir. Yapılan bilimsel çalışmalar doğrultusunda bunu test ettikten sonra 2007 yılında bir kongrede bilimsel olarak yumurtanın özelliklerini tanıtan bir konuşma yaptıktan sonra “Bugüne kadar pastanın üzerine dahi sürülmüş olan yumurtadan mahrum ettiğimiz hastalarımdan ve yumurtadan özür diliyorum’’ cümlesiyle bitirdim. Bir anda tüm televizyonların ilgi odağı oldum birçok meslektaşımdan destek görmeme rağmen bazı meslektaşlarım tarafından eleştirildim. Fakat bugün artık herkes “Gün aşırı bir yumurta, doktor bana dokunma’’ sloganını çok iyi biliyor. Her zaman her gün bir yumurta yiyebilirsiniz, gün aşırı mutlaka yiyin diyorum. Gülünç olan bir başka bayan meslektaşım “Ben 2011 yılında yumurta faydalıdır dedim Bingür hocada benim peşimden geldi” demek gafletini gösterdi.

Sevgili ağabeyim, günümüz çocukları internette oynadıkları oyunlarla esasında adrenalinle köşe kapmaca oynayıp, hop oturup hop kalkıyorlar. Bu gibi durumların kalp krizine kadar götürdüğü oluyor mu? Bu konuda ebeveynlerimize neler söyleyeceksiniz? Ya da sağlıklı bir kalp için, o sağlıklı kalbide muhafaza edebilmek için doğuştan ölüme değin en basitinden ne yapmalıyız, ya da bir kaç neler yapmalıyız?

Ben çember çevirerek, topaç çevirerek büyümüş bir neslin çocuğuyum. Bugün çocuklar tablet nedeni ile geç konuşuyorlar, sosyalleşmekte geri kalıyorlar. Kendi hayal âlemleri gelişmiyor. Yaşları ilerledikçe bilgisayar ile tuvalet arasında gidip gelmekten başka efor harcamıyorlar. Ciddi şekilde obez, uyku bozukluğu olan sosyalleşme problemleri olan çocuklar ortaya çıkıyor. Bu çocukların hepsinin ilerde kalp hastası olma ihtimali çok yüksek.

Sevgili ağabeyim, paramı zaman mı? Yani şimdi size altın bir tepsi içinde ikisini de sunsalar, elinizi hangisine uzatırsınız? Zira ömrünüzün hastanede geçtiği bir gerçek! elbette para kazanıyorsunuz ama o parayı harcayacak zamanın olmayışını sizden daha iyi bilen biri daha yok diye düşünüyorum! Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Bu soruya şöyle cevap vermek isterim her şeyin başı sağlık, sonra zaman, sonra para. Sağlığınız olursa zamanı yaratabilirsiniz ve paraya da sahip olabilirsiniz.

Sevgili ağabeyim, size geçmiş zamanlarınıza dönüp bir gün verilse mesela çocukluğunuzdan bir gün. Neler yapmak istersiniz, o günü nasıl yaşamak istersiniz? Mesela, kayak mı kızak mı?

İlkokul 5. Sınıfta Fevzi Çakmak okulunda okudum. En çok özlediğim şeylerden biri ortaokulun yokuşunda çantamın üzerine binerek kızak gibi kayarak aşağı inmekti. Birde Sarıkamış’taki evremizde pencerenin önünde karyolam vardı. Lapa lapa kar yağarken, sokak lambasının ışığında o karların dans edişini seyrederek uykuya dalmasının keyfi burnumda tüter.

Sevgili ağabeyim sizinle ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. Biliyorsunuz tıp öğrencisi olan iki tane oğlum var. İlk defa sizi ziyarete gelmiştik. Kalp krizi geçiren bir hastanın getirildiğini size bildirdiler. Bir hışımla odanızdan çıktınız, bizimle göz göze dahi gelmemeye çalışarak, asansör dahi beklemeden merdivenleri paldır küldür indiniz. Beş dakika geç kalınsa, hastanızın çoktan kaybetmiş olacağınızı söylediniz sonrasında!

Ve ben oğullarıma dedim ki; “ Bakın işte burada büyük bir ders var; Bingür hoca tanışız diye yanımızdan geçtiğinde bizimle göz göze gelse, selam verse, bir iki hal hatır sorsa, ya da bekleyin ben hemen dönerim demesi bile vakit kaybı olacak ve belki de hastasını kaybedecekti!

İşte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Beni Türk Hekimlerine Emanet Edin” dediği doktordur Bingür Sönmez” dediğim gündür o gün.

“Ve işte size yol haritası olabilecek Bingür Sönmez yoludur bu yol, aynı yolda ilerleyin ve işin içinden çıkamayınca psikologlara yönlendiren, ya da bir iki ağrı kesiciyle hastayı uğurlayan doktorlardan olmayın… Gerçek anlamda şifa veren ve hayat kurtaran doktorlar olun” dediğim gündür o gün ve o gün çocuklarımın doktorluğa bakış açıları Bingür Sönmez bakışına döndüğü gündür o gün. İşte Bingür Sönmez bizimle göz göze bile gelmemeye çalışarak, merdivenlerden aşağı hastasına canhıraş koştuğu için tüm kalpler adına ben size çook teşekkür ederek bir kez daha hakkınızı teslim etmek istiyorum. Teşekkürler Bingür Sönmez, Teşekkürler.

Sevgili ağabeyim, Sarıkamış denince ilk akla gelen 90 bin şehidimiz ve akabinde ilk akla gelen kardelenlerdir. Şimdi bu güzel söyleşimizde Bingür Sönmezden, Sarıkamış’tan bahsedilir de, 90 bin şehidimizi simgeleyen kardelenlerden bahsetmemek olmazdı elbet. Eh bu durumda kardelenlerin şifasını da bir araştırmak istediğimde bide ne göreyim, kardelenin başlıca şifası kalp sağlığıymış.

Kardelen demek, Sarıkamış demek… Sarıkamış demek, Bingür Sönmez demek…

Bingür Sönmez demek, Kalp demek ve bakıldığında inanılmaz bir üçlü ve enteresan bir içtenlik, bir bütünlük; belli ki yukarılardan gelen bir adalet bir tamlama, bir denge var ama bütün bunlar tesadüf değil elbet. Sizin bu konuda eklemek istediğiniz bir şey var mı?

1915 Mart- Nisan aylarında karlar eriyince şehitlerimiz kardelenler gibi ortaya çıkmışlar. Son silah 5 Ocakta atılmış 3 ay boyunca kar şehitlerimizin kefeni ve yorganı olarak defnedilmeyi beklemişler. Şehitlerin sembolü her zaman gelinciklerdir. Fakat Sarıkamış şehitlerinin sembolü kardelenler olmuştur.

Son söz olarak Sarıkamış denilince uğrunda 15 gün içerisinde 90 bin, 4 yıl içinde 600 bin vatan evladının yitirildiği dağlar hiçbir zaman unutulmamalı. Bugün Sarıkamış şehit turizmi açısından ilgi odağı haline gelmişse, gelen herkesin okuyacağı bir Fatiha onların ruhlarını şad edecektir.

Sevgili ağabeyim, bu son soru sizin; burada ne söylemek isterseniz buyurun soruda sizin, cevapta! Mikrofon sizde.

Sarıkamış Şehitlerine hizmet etmek bana Allah tarafından verilmiş bir görev, bir lütuf idi. Gene durmam gerekende sanki o ilahi kuvvet tarafından emredildi. Ben artık sahaya çıkmıyorum ama o şehitlere her zaman gönülden hizmet ediyorum.

Sevgili Dilek, bu güzel sorularla biraz olsun içimi açmama vesile olduğun için sana çok teşekkür ediyorum.

Sevgili Ağabeyim, bu içten cevaplarınız için asıl ben size çoook teşekkür ediyorum, biz size çok teşekkür ediyoruz.

Başlattığınız tüm başarı hikayelerinizi yarım bırakmayıp, attığınız tüm başlıkların alt satırlarını virgülünden noktasına kadar tamamladınız için…

“Haydi Türkiye Sarıkamış’a” başlığını atıp,

“Türkiye Şehitlerine Yürüyor”la taçlandırdığınız için…

Bilinmeyen tarihe kalp, kalplere de hayat verdiğiniz için…

Ben, biz, Türkiye hep bir size çok teşekkür ediyoruz.

Yaa işte, bu hikayeyle yaktığınız meşale söner mi hiç? Sönmez elbet!

Ne demiştik, en başta? Tabi ki, Bin/Gür Sönmez. Sevgilerimle