Evet sevgili dostlar, gökkuşağının ardındaki rengarenk Yeliz Yeşilmen’i biliyoruz da, yağmurun ardındaki Yeliz Yeşilmen’e ışık tutup, tanıdığımız kadarıyla değil de, tanımadığımız bilmediğimiz yönleriyle de dinleyeceğiz onu. Zira ben alışık olunan sorularla değil, daha çok kişileri kendi yüzlerine çevirip, kendi içlerine düşürerek, kendi iç yolculuklarında geçmişleriyle, anılarıyla, belki de anlatmak istedikleriyle “Mikrofon Sende” diyorum. Tabi kalemimin doğrusunu ve yorumlarımı da katarak! Dedim ya alışılmışın dışında!  Bu bir dertleşme masası diyelim.  Ve sanat camiasının leğeninde yoğrulan, havanında dövülen her kişi, gününün zamanı demi geldiğinde,  başarı öykülerini ve içindeki tüm birikimlerini anlatma isteği duyarlar. Anlatın tüm renklerinizi ve toprağa düşürdüğünüz her damla emeğinizin sancısını. Anlatın biz sorgulamak için değil, dinlemek için sayfalarınızı aralıyor, ” Mikrofon Sende” diyoruz. Dedik ya bu bir dertleşme masasıdır. Hepsi bu!

Ha bu arada; Dilek EJDER ile “Bu Senin Sayfan” Projemi ekranlara taşımak istiyorum ancak nasip vaktine esirdir ya. Esir olan o vakte valizimiz hazır da, ancak kesilecek bileti bekliyoruz! Hadi bakalım…

Sevgili Yeliz, evvela şöyle bir soruyla başlamak istiyorum… Siz Adanalısınız. Adana İzmir’in bir diğer yüzü; kızlarının güzelliğiyle olsun, modern kimliğe duruşuyla olsun… Mesela birçok yarışma programlarında ve sanat camiasının tüm dallarında olsun, Adana ismini hep duyurmuştur. Eğitimde dahi tıp’a önem de, bilhassa Plastik Cerrahlar, Dermatoloji (Cildiye) seçen onca hekim, tabandan tavana bakıldığında yine dönüp dolaşıp güzellik noktasında buluşan Adana yüzü… Veee bir Adanalı olarak hazır sizi yakalamışken, Adana’yı bize biraz anlatabilir misiniz? Mesela, Adana hep böyleydi, ya da böyle olması yönünde girişimci kadınlarınız, dernekleriniz vs var(mıydı?)mı?

Vallah’a Adana’nın herhalde suyunda toprağında bir şey var ki, birçok şair, yazar, Yeşilçam yıldızı, birçok kişi burada yetişmiş. Çok fazla sanatçısı var. Hep böylemiydi? Taşı toprağı altın derler ya İstanbul’un, Adananında her zaman bir sanatçı yetiştirme yönü var sanırım. Girişimci kadınlarla evet, biraz daha gelişti ama herkes bunu kabul ediyor, bunu da çok net bir şekilde söyleye bilirim ki, Adana’ya 2010 yılından beri inanılmaz katkılarım oldu. Bir seçim döneminde kanal D dahil olmak üzere, bütün televizyon kanallarında Adana’yı anlattım, eşim aday olduğu için. İkincisi, her stories’imde Adana’yı anlatıyorum. İnanamazsınız; bana instagramdan yüzlerce mesaj geliyor; “Adana’yı böyle bilmezdik, Adana’yı adliye koridorlarıyla, olaylarıyla bilirdik! Şu anda Adana’ya gelip yaşayasımız var. Allah razı olsun” diyen bir sürü, yüzlerce binlerce mesaj var. Adana özlemi çeken, yurtdışında yaşayanlarda aldığım çok mesajlar var. Yani ben bir gönüllü Adana elçisi oldum. Bunun için bir plaket almadım. Buradaki belediyenin falan çok umurunda da değil. Çünkü Adana bu anlamda çok kıymet vermiyor diye düşünüyorum. Daha burnu havada olan, Adana’yı önemsemeyen sanatçıların peşindeler ama problem değil, ben has öz Adanalıyım.  Alidede mahallesinde çocukluğum geçti.  Doğum yerim Adanadır ama Adana’da yaşamadım. Sadece 97 yıllarında bir iki sene televizyona ilk başladığım yerdir. Önce Adana Metro Tv, sonra Adana Tatlıses Tv; İbrahim Tatlıses transfer etti. İki yıl Adana’da yaşamışlığım var. Yıllar sonra 99 yılında İstanbul’a gidip, 2010 yılında tekrar evlenip Adana’ya geldim. Asıl Adana’yı da o zaman keşfettim. Tabi sosyal medyada o zaman çıktığı için tanıtımlara başladım. Sayemde Adana’yı sağır sultan bile duydu. Kendimle gurur duyuyorum.    

Evet sevgili Yeliz, bizler hep pencereden bakınca, yağmurun ardındaki gökkuşağını görüyoruz. Ancak gökkuşağı tarafından bakıp yağmurun ardındaki ne varları göremiyoruz. Ama tüm hayatlara gök gürültüsü olabiliyoruz bi güzel, iyimi! Tek pencereden bakarak “Koca parası yiyor” diyorlar ya, bana göre siz bir zamanların altın çağını yaşayan, ancak şöhretin zirvesinde ceketinizi omzunuza alıp çekip gidenlerden oldunuz. Her gidenin bir hikayesi, ya da bir çok yorgunluğu olduğu gibi, her gitmelerin ardında bir fedakarlık yatmaktadır bittabi. Buradan bakacak olursak, Yeliz Yeşilmen evliliği için, üstelik kendisinden beklenilmeyen bir tutumla, evet fedakar bir kadın örneğini sergiledi. Ancak fedakarlıklar insanı yorar, karşı taraf unuttuğu durumlarda tabi. Sonra başlar hatırlatmalar ve başa kakmalar! Sizde bu yönde unutulanlar, hatırlatmalar ve başa kakmalar ol(uyor mu?) du mu? Kısacası,  eşiniz onun için yaptığınız fedakarlığı farkında mı? Ha şimdi diyecekler ki; “Canım Yeliz buldu zengin adamı, kendi rahatlığı için çekip gitti” Şu diyeceklere sizden önce ben cevap vereyim; “Hayır, o yaşlarda şöhretin zirvesine çıkmış hiçbir insanoğlu parayı şöhretine değiştiremez” diye düşünüyorum. Peki, siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Kocasının parasını yemeyen yeryüzünde ve kainatta insan yoktur diye düşünüyorum. Herkes karınca kararınca bir tamirci eşi de olsa, bir fabrikatör eşi de olsa karınca kararınca kocasının ekmeğini yer, market alış verişini yapar, oturur yemeğini yer.  Ayrıca kendi adımla ilgili hala zaman zaman yaptığım ufak tefek işler var. Adana'da Prestij Hookah adında bir Nargile Cafe açtım. İşletmeciliğe çok alıştım. Daha da yapacaklarım var.  Evet, aşkım uğruna söylediğiniz gibi şöhretin zirvesindeyken çocuklarım uğruna, her şeyi bırakıp gittim ama tencerede her zaman yemeğimi sıcak tuttum, tamamı ile bırakmadım fakat elimin tersiyle bir sürü şey ittiğim doğrudur.  8 yıldır sosyete davetlerinde cemiyet hayatının içerisinde, galalarda bir takım röportajlarda varım ama aktif çalışma hayatımı yaşamadım. Eşim ve çocuklarım her şeyden önce geldi. Çocuklarım için evet,  yüzde yüz değer.  Eş konusunda; herkesin görecelidir tartışmalıdır değip değmeyeceğini bilemeyiz ama değmiş ki bugüne kadar gelmiş bu evlilik. Yani evlilik demek fedakarlık demektir.  Fedakarlık olmadan zaten yuva kurulamıyor, evlilik olmuyor. Başa falan kakmadım bugüne kadar ama üzüldüğüm kırıldığım noktalar olduğu zamanlarda, birazcık ifade etmeye çalışıyorum ama erkek milleti anlamaz ya! Sen dünya'yı feda etsen, onun gözünde sen normal eşisin, karısısın. Neyi feda edersen et,  kimse karısına bu anlamda madalyon takmıyor yani. Böyle bir milletin içerisinde yaşıyoruz. Türk erkeği mantalitesi biraz katı sert ve farklı.

Sevgili Yeliz,  medya bir zamanlar güzel mankenleri 0. 5 yaş gurubu imajıyla yansıtıyor ve böylece güzellerin çocuk akıllı olduğu, sarışınların ise aptal olduğu algısı yaratılıyordu. Açık konuşalım, sizler o anlamda biraz harcandınız mı ne? Mesela benim matematik gördüm de siz çok zeki bir kadınsınız; ara ara kasırgalarla savaşan evliliğinizi çekip çevirmenizden, eşinizin, dostunuzun, sevenlerinizin tahtından inmediğinizden ve zirvenizi oynayarak değil de, sadece kendiniz olarak koruduğunuzdan belli.  

Gitmeleriniz oldu evet, ancak sizin gitmelerinizin matematiksel işlem sonucuna bakıyorum da, elde var iki pırlanta çocuk. Ve daha şu eldeler…

BÖLMELERİNİZDE; o zamanların sizi harcayan medya pastasında bir dilimdiniz sadece, ancak kendinizi bölüp çıkartarak esasında kendinize doğru gittiniz, içinizdeki tüm Yelizleri bir araya getirerek dilim değil, elde var tamlık.

ÇARPMALARINIZ; siz zirveye tırmanırken de kimseye çarpmadan, kimsenin omzuna basmadan çıkmışınız. Sizin yer yapmış ayak izleriniz var dolayısı ile yolunuz düzlük yolu ancak siz sadece size çarpanlara çarptınız elde var çarpmayanlar.

ÇIKARTMALARINIZDA; belki de hayatınızda gereksiz kişilerinizi ve hatta kendi keşfinizde tamlığa doğru giderken, gereksiz yanlarınızı çıkartınız. Elde var siz ve hakikatiniz.

TOPLAMALARINIZDA; belki içten içe çektiğiniz acılarınız dahi rakamlarınız oldu, çoğalttı sizi. Yaşadığınız her şey size çok şeyler kattı ve artık daha da kalabalıksınız, daha da güçlüsünüz. Zira bir yanı anne, bir yanı eşine sağdık iffetli bir kadın, bir yanı sevecen, bir yanı hala masum bir çocuk. Ama her yanı darbelerle, bazen gözyaşlarıyla, bazen hayal kırıklıklarıyla her şeyi yaşayarak öğrenen, daha deminde, daha yerinde biri! Şimdi buradan bakıldığında Yeliz esasında zamanın yanlış mevsiminde çekip giden, kendine kattıklarıyla çoğalarak doğru zamanda dönecek olan, çok akıllı ve akılcı biri.

Hayat matematiğinde muhasebe yapmayı çok severim ve yaptığım şu işlem çıkartmasını zekanıza bağlıyorum ben. Peki sizce burada zekanız mı devreye giriyor,  şansınız mı, ya da kader çizelgesi mi? Hangisi?

Şöyle söyleyeyim dış görüntümden ziyade; bir,  kalbime, kalbimin iyi niyetine, temizliğine güvenirim. İki, zekama inanılmaz güvenirim. Zekamı da herkesle at yarışında da koştururum. Yani kimsede o anlamda benimle baş edemez.

Pek bir şey yapmamama, şu anda aktif çalışmamama rağmen, çok gündemde olmamın sebebi birincisi; iyi niyetimi ve gerçek karakterimi sosyal medya aracılığı ile insanlara samimi bir şekilde sunmam. Çünkü artık samimi sanatçı yok. Samimi oyuncu yok.  O kadar samimiyetten uzak yapay insanlarla dolu ki ortam. Türk halkının da samimiyete, gerçekten örnek alınabilecek insanlara ihtiyacı var.

Evet, yıllarca magazin basımı, gazeteler televizyonlar hep yanlış yansıttı, lay lay lom yansıtıldı, biliyorsunuz. Yaptığım röportajlar, yaptığım gibi değil de, söylemediğim şeylerle farklı çıktı. Neden? Haber olsun, gündem olsun. E’insanlar beni seksi sarışın, aptal sarışın, güzel bir kız, zekası yok lay lay lom gibi algıladı. Ama benim sosyal medya aracılığıyla kendimi, gerçek hayatımı göstermem, ibadetimi göstermem, evinde yemek yapmamı, çocuklarımla alakalı olmamı… Bunlar zaten yaşanmadan gösterilemez. Bunu halk da, yapay mı, değil mi çok iyi anlar. Bunu anladıkları için, beni çok sevdiler. Bir de ben ekran yıldızıyım; yıllarca iş yapmışım. Halkın gönlünde taht kurmuşum. Bunu başarmışım. Yani bir Yeliz Yeşilmen gerçeği var. Bunu asla hiç kimse unutamaz. Hiç kimse; “ Bu kim, ben bunu tanımıyorum,  bu nereden çıktı” diyemez.  İsmimi de, simamı da bilmeyen yok; 7'den 77'ye birde yani.

Şöyle ki; Instagram'da istatistiksel bölümü tıklayıp,  yaş aralığına bakıyorum; gerçekten 7 yaştan başlıyor, 65 yaşına kadar izleyici kitlem var. Benim belli bir kitlem yok yani. Karışık, hemen hemen herkese hitap ediyorum. Ben de gerçek sevgiyi ilgiyi, gerçek insanlığı, gerçek anneliği buluyorlar demek ki. Yoksa ben kimseye kendimi zorla izletemem. Haber olmaya çalışmıyorum. Haber olmaya çalıştıkça batarım zaten.  O yüzden insanların samimiyete ihtiyacı var. Ben de bugüne bugün 25 tane dizide oynamışım.  4 tane sinema filmim var. 3 4 tane reklam filmim var. 15 tane tv programın var. 4 albümüm var. 2 tane yoga Dvd var. Bilmediğim daha nelerim nelerim var.

Sevgili Yeliz, hayatta dört saltanat vardır. Bunlar;  Güzellik, Zenginlik, Şöhret, Sağlık... Hepsinin yolu evvela şanstan geçer diye düşünüyorum. Evet, Maşallah diyerek sizde şanslı kadınlarımızdan biri olarak, bu dört saltanatın dördüne birden sahip oldunuz. Tabi bana göre bunlar görünen tarafınızdaki resminiz, hakikatiniz kendi içinizde saklı. Peki, görünmeyen tarafta sağlık ve güzellik hariç, zenginlik ve şöhretin ateşten gömlek olduğu, canınızın yaktığı zamanlar oldu mu hiç?

Valla ben zengin olduğumu düşünmüyorum, birincisi gönlüm zengin. İkincisi söyle bir şey var; ben çok az paralarla çok büyük işler yapıp, gerçekten de bunun tadını çok fazla çıkarttığım için de çok zengin görünüyor olabilirim diye düşünüyorum.

 Yay burcuyum, şanslı olduğumu düşünüyorum ama bugüne kadar da şansıma hep kendim atlamışımdır. Hep kendimi kendim ifade etmişimdir. Hiç kimsenin yardımı olmadan, hiç kimsenin dostu, postu, sevgilisi olarak ün yapmadım ben. Hep kendim gittim, kendim görüştüm. Kariyerime kendi m atladım.  Yani bu biraz da cesaret işi, şans ve cesaret diyelim.

Sevgili Yeliz, işadamı hele birde varlıklı kocayı mutlu etmesi zordur derler ancak bu gariplerimi zor gösteren belki de bizdeki algı sistemimizdir.  Onların, kadınlardan öyle aman aman süs püs, taş tuş istedikleri yok. Bu algı, her an etraflarında arı gibi vızıldamak gerektiği bilincini aşılanmışlığımızdandır. Adam bir şortunu, salaş bir tişörtünü giyinir, oooh rahat rahat oturur ama kadın öylemi ki? Kadın o şort tişörtle oturan adama, güzel görünmek için helak eder kendini! Dersinki az sonra sahneye çıkacak. Bu sahnelerin tek seyirci olan bu adamların pijamalı kadınlarıyla bir sorunları yok ki. Onlar için rahatlık önemli. Peki, sizde böyle tersane bir durum var mı? Yani kocanız şart tişörtle otururken, siz o tek seyircisi olan sahneye hazırlık içerisine düşüyor musunuz? Ya da yerine göre her ikisi de oluyor mu? Kısacası dengeyi nasıl sağlayabiliyorsunuz?

Vallaha ben evde sıfır makyaj, saçını havadan toplamış ama her zaman şeksi gecelik ve seksi kıyafetlerle gezen bir kadınım. Öyle bir hazırlık yapmam. Sadece hijyene dikkat ederim. Her gün, iki üç kere duş alırım. Bol vücut parfümleri sürerim.  Ama makyajdı, hazırlıktı öyle bir şeyim yok. Bunların hepsini üç beş dakikada yapabiliyorum. Dolayısıyla eşim bu konuda; evet ben ondan daha öndeyimdir diye düşünüyorum. Öyle bir hazırlık içerisinde olduğunu düşünmüyorum yani.

Sevgili Yeliz, annelik, hiçlik olgusuyla tanışıp, benlik anlayışından sıyrılmaktır. O varsa sen yoksundur, önce o! Hatta hep o. Bir diğer anlamda dervişleşmektir; öyle ya; karşılıksız müthiş bir sevgi, gece gündüz sevgiyle sabırla muhabbetle eziyeti sevdaya dönüştürmek, dervişane bir sabrın eseridir. Esasında insana ve insanlığa, yaşa ve yaşadıklarına tamlık katmaktır anne olmak. Bu anlamda tamda buradan bakıldığında, dünyanın en zor ve en güzel şeyidir, anne olmak. Sizde iyi bir anne olarak bize biraz anne olmanın güzelliklerinden ve zorluklarından bahseder misiniz?

Annelik aslında bana çağ atlatan, kendimi keşfetmemi sağlayan bir olgu, mesleki bir görev bana, Allah tarafından gelen. Öyle bir annelik, ya da evlilik derdinde olan biri değildim. Çok iyi bir anne olur muyum? Onda da şüphelerim vardı. Fakat İçimden bir canavar çıktı. Canavar bir anne, bildiğiniz eski usul anneler gibi; çocukların arkasından pekmez kaşığı ile dolaşan, uymadıklarında üzülen, hastalandıklarında ağlayan, çocuklarına aşırı düşkün,  aşırı kuralcı bir anneyim. Kendimi unuttum ve hayatımın şu anda yüzde 99'u onlar için yaşıyorum. Onlar için inanılmaz fedakarlıklar yapıyorum. Fedakarlıklarımın içeriği de bende kalsın.

Bence her kadın anne olmak için doğmuştur. Sağlık problemleri yoksa, mutlaka her kadın anneliği hak ediyordur diye düşünüyorum. Fakat önemli olan doğurmak değil, topluma sağlıklı bireyler kazandırmak.  E’bende bunun için çabalıyorum. Hayırlı evlatlar yetiştirmeye çalışıyorum.  “ İnşallah İleride de siz bana bakacaksınız” öyle diyorum ben.

Sevgili Yeliz, şu hayatta iki savaş vardır; bir kazanma, diğeri ise kaybetmeme savaşı… Mesela; güzeller bir gün çirkin olmaktan çok korkarlar. Zenginler fakir olmaktan,  zirveye tırmananlar ise aşağıya düşmekten, hep orada kalamamaktan korkarlar. O yüzden yüksekteki aşağıdakini görmek istemez. O yüzden zengin fakiri hakir görür. O yüzden güzel çirkine bakmak istemez. Bunun bilinç alında hep bir düşüş ve o hep kaçtıkları o korkularıyla yüzleşmeme dürtüsü vardır. Sanki batkımı, gayb-ı alemden suratlarına o korktukları maskeyi  giyivereceklermiş gibi! Var mıdır sizinde böyle korkularınız?

Benim hiiiç öyle korkularım yok. Çirkinde olabilirim. Fakir da olabilirim. Ben sadece sevdiklerimi kaybetmek istemem. Benim en büyük korkum; sevgisiz ve ailesiz kalmaktır. Benim ailem yanımdaysa, sağlığım yerindeyse, bütün dünya ile savaşa bilecek gücüm vardır. Zenginlikten fakirliğe düşebilirim, tekrardan kalkarım; sağlığım, ailem ve zekam olduktan sonra. Güzellikten çirkinliğe, çirkinlikten güzelliğe hiç öyle bir iddiam olmadı. Özellikle hamileyken bile illa güzel çocuklarım olsun diye bile düşünmedim. Allahtan hep sağlık ve hayırlısını istedim. Benim sadece sevgisiz kalma korkum var. Başka bir korkum yok. E’tabii haşa önce Allah'tan korkuyorum, ondan sonra sevgisizlikten.

Sevgili Yeliz, sizi eşinizle ilk tanıştınız günlere götürelim birazda? İlk etkileşim nasıl oldu mesela?  “Tamam artık, bu benim evleneceğim adamdır” dedirten hangi davranışları oldu? Ve ne gibi süzgeçlerden geçirdiniz onu, ya da geçtiniz?

Valla eşimle ilk tanıştığımda çok bi etkileşim falan olmadı. Hatta hiç dikkatimi bile çekmemişti. Böyle bir yıl kadar; “ Yeliz Hanım- Ali Bey” şekilde arkadaş olarak görüştük. Görüşe görüşe, görüşe görüşe her gün görüşe görüşe bakıyorsun alışıyorsun. Aşık oluyorsun. Heyecanın oluyor. Tabii ki de biz de 2003-2004 yılından beri birlikteyiz. Çok uzun bir süre oldu. Aşk ve sevgi zamanla alışkanlığa ve aile hayatına dönüşüyor. O fırtınalı aşk, yerini farklı şeylere bırakıyor tabi.

Sevgili Yeliz, eşinizle “Bu bizim şarkımızdır” dediğiniz bir şarkınız var mı? Dahası en önemli şey, dertleşmeyi becerebiliyor musunuz? Şöyle ki; siz anlatırken o, o anlatırken siz ağladığınız oluyor mu hiç? Zira beraber gülmek kadar, ağlaya bilmekte çok önemlidir. Kısacası geçen yılları süzgeçten geçirecek olsak; arkadaş olmayı becerebildiniz mi?

Asla hiç bir şekilde dertleşmiyoruz. Net samimi söyleyeyim; bir birimizi bir şey anlatırken çok dinlemiyoruz. İkimizde çok yoğunuz. Ama şarkımız dediğim Tabii ki; ””Devlerin Aşkı Büyük Olur” ve Ali'nin bana ilk armağan ettiği şarkı da, ilk tanıştığımız dönemlerde; “ Güzeller içinden bir seni seçtim” öyle İki tane birbiriyle alakasız şarkımız var.  Biz çok fazla, bilmiyorum çok oturup dertleştiğimiz falan olmuyor; çünkü onun siyasi hayatı yoğunluğu, benim hayatım; çocuklar vs… Belki de en büyük eksikliğimiz oturup dertleşememektir diye düşünüyorum.

Sevgili Yeliz, evliliklerde tartışma olmalı bana göre, tartışma yoksa, iletişim kopukluğu vardır ve o evlilik bitmiştir demektir! Hem, küçük şeyleri başından tartışmak, çıbanın başını kokmadan kurutmak gerek! Ancak küçük şeyleri alttan alıp kendi içinde büyütmek, onu tartışmadan çıkarıp kavgaya dönüştürmek demektir. Çünkü o küçücük bir kar tanesiydi. İçte beslendikçe yuvarlandı kartopu oldu. Daha da yuvarladıkça çığa dönüştü ve enkazında bıraktı seni olur. Buda evliliğin temel dinamitidir. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz? Mesele; Kar tanesiyken mi tartışırsınız? Tar topu iken mi? Ya da çığa dönüşüp sizi enkazında bırakırken mi? Hangisi?

Tartışılması gereken durumlarda bizde tartışıyoruz tabi ki.  Bu bazen, kar tanesiyken oluyor, bazen kartopuyken, bazen de çığa dönüşürken.

Sevgili Yeliz, evlilikler ilk günkü gibi cicim aylarında olmaz elbet, ancak renk katmak ve ilk günlerin hafızasını yenilmek için neler yapıyorsunuz mesela?

Evliliğimizi öyle gündemde tutmak için bir şey yapmıyorum. Zaman zaman 5 günlük, 10 günlük, 15 günlük ayrılıklar çok iyi geliyor. Özlem oluyor.  Kocam da her defasında bana daha fazla aşık olduğunu söylüyor. Biraz arada uzaklaşmak ve özlem olması gerekiyor. Bunun dışında çok bir şey yapmama gerek kalmıyor. Çünkü özel bir kadınla birlikte olduğunu düşünüyorum eşimin. Çok fazla bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Eğer bunlarla yetinmiyorsa, maymun iştahlı olduğunu düşünürüm şahsenJ Sevgili Yeliz çok tatlı anlatıyor ve gülüşüyoruz.

Sevgili Yeliz, zaman zaman babanızın Parkinson hastalığına dikkat çekiyor, ona düşkünlüğünüzle hayırlı bir evlat oluşunuzu da gösteriyorsunuz aynı zamanda? Bize biraz babanızın hastalığından, tedavi gidişatından, bu gidişatta çektiğiniz sıkıntılardan söz etmek ister misiniz? Ve buradan Parkinson hastalarına ve yakınlarına söylemek istediğiniz şeyler var mı?

Evet, yaklaşık bundan her halde 15 yıl önce falan Babam da yavaş yavaş nüksetmeye başladı Parkinson. Zaten bir şeye üzüldüğünde bayılırdı. Kafasını çarpardı. Dolayısıyla kafaya alınan darbeler de buna etki ediyor. Beyin hücreleri ölüyor işte. Muhammed Ali falanda biliyorsunuz Parkinsondu.  Bu nasıl bir hastalık? Yavaş yavaş içten içe ilerleyen, çok bir tedavisi yok. Hani geriye götürmüyor ama ilerlemesini engelleyebiliyor. Alzheimer gibi değil, unutkanlık yapmıyor ama kilitlenip kalıyor. Bazen, kendi kalkamıyor koltuktan, yardım ediyoruz. Bazen, koşabiliyor.  Bazen adım bile atamıyor. Çocuk gibi; mesela yemeğe götürüyorum. Çok güzel bir yerde yemek yiyoruz. Bana teşekkür edecek, duygulanıp ağlıyor. Üzülüyor, ağlıyor. Mutlu oluyor, ağlıyor. Yani aşırı derecede ilgiye, sevgiye ihtiyaçları vardır. Resmen çocuk gibi oluyorlar. Allah korusun daha ileriki dönemlerinde kendi işlerini kendileri göremiyorlar. Elleri titriyor, tuvaletlerini yapamıyorlar. Biz o kısma gelmemesi için elimizden gelen sevgi ve şefkati gösteriyoruz. Evet, bu hastalığa dikkat çekmek lazım! Dünya Parkinson günü de yapıldı biliyorsunuz ki. Biraz daha dikkat edilmeli. Beyin pilide her hasta için uygun olmayabiliyor. Belli bir dönemde yenilenmesi gerekebiliyor;  tamamı ile beynin komut vermemesi, beyine geç komut gitmesiyle alakalı.

Sevgili Yeliz, yeni projeleriniz var mı? Varsa süreçte neler yaşadınız ve son durum olarak projenin tam olarak neresindesiniz?

Projelerim en önemlisi 2010 yılında yaptığım Seyhan Müzik etiketine sahip “Fıstık Çıkıçıkı”albümü- şarkı sözleri İlknur Tekin, aranjesi Mustafa Arapoğlu’nun yaptığı şarkı sosyal medyada YouTube'da patladı.  Bütün dünya ülkeleri; Japonlar, Araplar, Ruslar söylemeye çalıştı. O söyledi, bu söyledi; Enis Arıkan bunu tiye aldı, gündeme getirdi. Bir ayda 2 numaraya çıktı. Sonra, “Yol Arkadaşım” filminde kullanıldı. Bütün ünlüler, Hülya Avşar dahil “Fıstık çıkı çıkı” yapmaya çalıştı. Eh bizde dedi ki, bide 2018 versiyonu olsun. Tekrardan Mustafa Arapoğlu aranje etti. Marmaris'te çok güzel bir klip çektim. Adana’da,  düğün fotoğraf video çeken Berk Günal ve ekibiyle Marmaris'e gittim. Üç günlük bir zaman diliminde Marmaris'in güzelliklerini de gösteren yeni bir “Fıstık çıkı çıkı” klibi çektik. Seyhan müzik etiketiyle çıktı. Nette, YouTube kanalında yayına giriyor ve Kral TV dahi müzik kanalında yayına gir(di)ecek en yeni projem bu.  Bunun tanıtımı da yaptım geçtiğimiz hafta. Zaten programlara da çıkmaya başladım. Artık Yavaş yavaş sahne alacağım. Özellikle dj kabinlerinde açılışlarda. Çünkü çocuklarım da belli bir yaşa ulaştı.  Onları ihmal etmeyerek işlerime döneceğim ve zaten Adana'da Prestij Hookah Lounge adında bir Nargile Cafe açtım. İşletmeciliğe çok alıştım. Kendime rakip olarak bir tek İzzet Çapa’yı görüyorum. Çünkü İzzet Çapa kadar uçuk kaçık fikirlerim var. Adana şartlarında çok eğlenceli,  rengarenk, çok güzel bir mekan oluşturduk. Özellikle bayanların çok ilgisi var. Kadınlar matinesi yaptık, canlı müzik var. Farklı şubelerini açmayı düşünüyorum. E ee şimdi artık tekrardan ekranlara dönmeyi ve bir kadın kuşağı programı yapmak istiyorum. Yeni projeleri arasında bunlar var.

Yeliz Hanım, Adana’da günleriniz nasıl geçiyor? Mesela size  “Adana’da bir gün desek” cevabınız ne olur? Hiç sıkıldığınız, boğulduğunuz anlar oluyor mu? Oluyorsa o gibi durumlarda içinizdeki o sisli bulutları nasıl dağıtıyor,  tekrar yeni güne nasıl gök kuşağı açabiliyorsunuz?

Benim hiçbir zaman, sıkıldığım, boğulduğum bir gün, ne Adana'da, ne bir başka şehirde olamaz. Çünkü ben günümü dolduruyorum. Sabah 7'de uyanıp Asya’yı okula gönderiyorum. Spora gidiyorum. Tenise gidiyorum. Sonra geliyorum Birbey’i okuluna bırakıyorum. Sonra Cafeye uğrayıp ekiple toplantı yapıp günün değerlendirmesini yapıyoruz. Ardından pilates’e gidiyorum. Sonra selülit masajına gidiyorum. Sonra bir daha Cafeye gidiyorum. Sonra eve uğrayıp yemekleri organize ediyorum. Evin düzenine bakıyorum. Sonra 4.30 5.00 gibi çocukları alıyorum; Asya baleye gidiyor. Haftada 2 bole, 2 tenis,  2 jimnastik, bir piyanosu var Asya’nın.  Ben de hem tenis, hem Pilatese, hem selülit masajına gidiyorum. Arkadaşlarımla buluşuyorum. Aralarda İstanbul'a gidiyorum. Değil sıkılmak, ayaklarım uzatacak bir vakit dahi olmuyor. Boş işlere vakit ayırmam. Vakit benim için çok önemlidir.

Sevgili Yeliz, klavye başında oturup kötülükten beslenen ve diğer taraftan da sizi besleyen, büyüten onca insan Araf’ıdır sosyal medya. Size bu Araf’ta ki tutumunuzu, varsa doluluklarınızı ve kurduğunuz dengeyi sorsak?

Sosyal medyada, evet kin kusanlar oluyor. Bunlar kendiyle barışık olmayan, bir türlü mutlu olmayı beceremeyen, kafadan kontak kişiler diye düşünüyorum. Bu mecrada ona buna özellikle ünlülere hakaret ederek rahatlamaya çalışan zavallılar. Önceleri birkaç tane mesaj geldiğinde dikkate alıp şikayet ediyordum. Şimdi umursamıyorum. Çünkü, söyle ki; bana 100 tane mesaj geliyorsa, içinde iki tanesi, 3 tanesi kötü çıkıyor. Ondada çok umursayacak bir şey olmuyor açıkçası. Onlara acıyorum sadece.

Sevgili Yeliz, şimdi bir itiraf tepsisi içerisinde,  keş keleriniz ve iyi kileriniz size sunulsa, geçmişe bakıp  “Keşke” ve “İyi ki de” itirafınız ne olur?

 “İyi ki”lerim çocuklarım, ailem. “Keşke” dediğim o kadar çok şey var ki! Onu da ileride bir kitap yazar orada söylerim diye düşünüyorum. Şimdi burada kullanıp malzemeyi tüket miyim demı ama!

Sevgili Yeliz YEŞİLMEN, bu son soru sizin; burada ne söylemek isterseniz buyurun, soruda sizin, cevapta.  İster göndermelerinizi yapın, ister varsa içinizde hep itiraf etmek istediğiniz bir sır, ya da ne bileyim adı her neyse…  Mikrofon Sizde.

İnsanlar birbirini sevsin, önyargılarından uzak dursunlar. Uzaktan gördükleri kişilerin karakterleri uzaktan belli olmaz,  başkalarının anlatımıyla da olmaz, ancak yakından tanıdıkça görülür anlaşılır. Anneler çocuklarına, evlatlar anne babalarına, eşler birbirlerine gerçek olsun. İnsanlar sadece dürüst olsunlar, yeter.

Sevgili okurlarım biliyorsun medya isterse akıllıyı deli, deliyi akıllı gibi, aydını cahil, cahili aydın gibi gösterebiliyor. Medya fenerini kime tutup, kimi nasıl göstermek istiyorsa, halkta ne yazık ki kendi gözüyle değil de, medyanın ışık tuttuğu fenerle görüyor. Keşke diyorum keşke toplum olarak görmeyi becerebilsek. Değil midir ki insanoğlunun dış görünüşü resminden ibarettir. Hakikati ise kendi içinde gizlidir. Bütün mesele bu!

Ve ben istedim ki Yeliz’in dış resmini görüyorlar da, birazda içindeki o akılcı bilge kadını ve içindeki hakikatini de görsünler.

İstedim ki, herkesin varlıklı adama gitmiş dedikleri kadının, esasında varlığını kendisinin varlığıyla yarattığını görsünler.

İstedim ki, sadece doğurmakla anne olunmuyor, şımarık gibi görülen şöhretli bir kadından, nasıl anne olunuyor/uda görsünler.

İstedim ki, şımarık gördükleri Yeliz’den evliliğine, eşine hiç beklenilmeyecek kadar fedakar ve yapıcı olduğunu, evlatlarına anne gibi anne, anne ve babasına evlat gibi evlat,  Memleketine sahip çıkan savaşçı bir kadının tablosunu tamda memleketi Adana duvarına nasıl astığını görsünler. Öyle ya;  evladına sahip çıkmayan ana babaya sahip çıkmayı ne bilsin. Memleketine sahip çıkmayan, vatanına sahip çıkmayı ne bilsin. Bunlar önemli, görün.  Ki zaten gören göz damlada okyanusu görür, alan alır. Görmek istemeyen göz ise, okyanusta tek damla dahi görmez, almaz.  Buda görmek istemeyenin gözünün bozukluğundan değil, niyetinin bozukluğu, kalbinin hasetliğindendir. Sevgili dostlar hasetlik kötü enerjidir ve döner dolaşır, çıktığı kalbe yani ana merkezine döner. İşi rast gitmez hasetçinin, iki yakası bir araya gelmez. Lütfen kötü düşünüp pembe pembe kalplerinizi karartmayınız. Hasetlik, kin, kibir, kötü söz; gizli sigara gibidir; tüm ruhu ve tüm mutluluğu çürütür, karartır, açık yolları kapatır. Mutlu olmak, varlıklı olmak, başarılı olmak, sayılan kişi olmak istiyorsanız, ona buna dil uzatıp kalplerinizi karartmayın. Yeter insan-i pusulanızı şaşırmayın. İşte o zaman, haritada sizin, yolda.   

Sevgili Yelizcim verdiğin bu samimi, sıcak sımsıcak cevaplar için, kendim ve Önce Vatan Gazetem adına can-ı gönülden teşekkürler ediyorum.

Evet sevgili okurlarım, Yeliz Yeşilmen bir kez daha, Adana ve Adanalıya bağlılığını göstererek Ataşehir’de yeni açılan, ünlülerimizin de uğrak yeri olan “Adana Ocakbaşı Şenol Usta” ya davet etti bizi ve söyleşimizi de orada gerçekleştirdik. Başta Yeliz Yeşilmen olmak üzere, bizlere gösterdikleri güler yüz, ilgi, alakalarından dolayı Adana Ocakbaşı Şenol Usta ve tüm ekibe can-ı gönülden teşekkürler.

Hoşça kalın, dostça kalın ama asla ve asla sevgisiz, sizsiz ve Dilek EJDER İle Bu Senin Sayfan Söyleşilerimizden bihaber kalmayın.

Sevgilerimle Dilek EJDER

Röportaj: Dilek Ejder