Bu hafta fizyoterapist Tolga İnal ile fizyoterapiye dair her şeyi konuştuk. Keyifli sohbetimize sizler de dahil olun…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Kimdir Tolga İnal?

27 Eylül 1990 tarihinde İzmir’in Ödemiş ilçesinde ailemin son çocuğu olarak dünyaya geldim. Çok küçük yaşta babamı kaybettim. Bu benim hayatımdaki en büyük eksiklik oldu ama Allah’a şükürler olsun ki annem ve ablam bir an olsun eksikliğini hissettirmediler. İlkokul, ortaokul ve liseyi Ödemiş ilçesinde okudum. Sıra üniversite tercihlerine geldiğinde aslında hiç zorlanmadım. Çünkü benim hayalim çocukken bile hiçbir zaman pilot olmak, polis olmak, süper kahraman olmak falan değildi. Babamı kronik böbrek yetmezliğinden kaybettik. O dönemler ilçede diyaliz merkezleri yoktu ve böbrek nakil işlemleri bu kadar aktif olarak yapılmıyordu. Gerçi şimdi de herkesin organ nakil işine çok sıcak bakmadığını ve dünyaya at gözlüğü ile baktığını düşünüyorum. Her neyse babam haftada en az 2 gün 200 km ileride İzmir merkeze gider diyaliz makinesine bağlanırdı. O anları yaşadıktan sonra benim tek hedefim, idealim sağlık alanında çalışıp ihtiyacı olan bütün herkese yardımcı olmak oldu. 2007 yılında üniversite sınavına girdim ve hatırı sayılır bir puan alarak Pamukkale Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümüne girdim. Öğrencilik hayatımda tabiri caizse çok inek bir öğrenci olamadım ama ilk yılımda bile bütün sosyal sorumluluk projelerine katıldım. 2. sınıftan itibaren üniversitede sosyal sorumluluk projeleri yapan bir kulübe başkanlık yaptım ve üniversite öğrenci meclisinde aktif olarak roller üstlendim. 5 yıl kadar üniversitede tiyatro oyunlarında sahne aldım. Üniversitenin bana en büyük kazancı kendimdeki iletişim becerisini keşfetmem oldu. Yani içimdeki liderlik yeteneği daha baskın olmaya başladı. Son senelerimde üniversitedeki konser organizasyonlarını organize ettim ve kendime ait bir organizasyon şirketi kurup çevre il ve ilçelerde konser organizasyonları düzenledim. Bu yüzden üniversiteyi 8 yılda bitirdim ve o yüzden gönül rahatlığıyla üniversiteyi dolu dolu yaşadım diyebilirim.
Mezun olduktan sonra kısa bir süre İstanbul’da kurs ve eğitimlerimi tamamladım. Sonrasında Denizli’de özel bir hastanede göreve başladım. Çocukları ve bebekleri çok sevdiğim için öncelikle özel çocukların rehabilitasyon ve tedavilerinde bulundum . Yürüyemez hatta oturamaz denen çocukların kısa süre içinde elimde yürüdüğünü ve normal yaşıtları gibi bütün yeteneklere sahip olduklarını görünce mesleğe olan aşkım ve inancım giderek arttı. Sonrasında uzmanlık alanımı omurga problemlerine yönelttim ve bel boyun ağrısı olan, omurgada eğrilik olan hastalara yönelik kurs ve eğitimlerimi alıp son dönemlerde özelikle skolyoz alanında gerçekten önemli sonuçlar ortaya koymaya devam ediyoruz.
Dedim ya liderlik vasfımı ortaya koymam lazım diye bundan 3 hafta kadar önce çalıştığım özel hastaneden istifa edip Antalya’da kendi kliniğimi açtım ve çalışma hayatıma Antalya-Denizli arasında haftanın yarı günleri olarak devam ediyorum.

Fizyoterapistlik, sizin için ne demek?

Fizyoterapist mesleği inanç demek, umut demek, hayata yeniden tutunmak, özgür bir birey olmak demek. Dışarıdan bakan biri için bir anlam ifade etmese de özel bir çocuğa sahip anne için 3 yaşında da olsa 5 yaşında da olsa çocuğunun ilk adımlarını sizin önünüzde gözyaşları içinde sizin omzunuzda izlemesi demek aslında fizyoterapistlik. Ya da kesin olarak ameliyat denilen Ayşe teyze ya da Mehmet amcanın belindeki fıtığın ameliyatsız geçebileceğini görüp size her sabah kendi yaptığı börekleri getirip kendi eleriyle yedirmesi demek aslında fizyoterapistlik.

Fizyoterapi, genellikle hangi hastalıkların tedavilerini içine alır?

Fizyoterapi alanının kökeni çok eskilere dayanır aslında. Eski çağlarda uygulanan alternatif tıp tekniklerinin bütününde de fizyoterapi vardır. Serebral palsili çocuklar, felç, doğumsal rahatsızlıklar, bel-boyun-sırt ağrıları, spor yaralanmaları, kaza ya da travma sonrası meydana gelen sakatlıklar, kas kuvvetlendirme, kilo alıp verme programları, solunum terapisi, ergonomi uygulamaları, koruyucu rehabilitasyon uygulamaları başta olmak üzere yüzlerce durum ve birimde çalışabilmektedir fizyoterapistler.

Hasta seanslarında karşılaştığınız güçlükler oluyor mu?

Fiziksel yüke sahip olan bir meslek fizyoterapistlik. Özelikle bayan meslektaşlarım açısından kilolu olan ve yürüme problemi çeken hatta hiçbir aktiviteyi kendisi yapamayan hastalar tedaviye geldiklerinde harcanan fiziksel aktivite gerçekten çok fazla. Ya da yürüme yetisi olmayan bir bebeğin, çocuğun saatlerce süren yürüme programları gerçekten çok büyük bir fiziksel deformite nedeni aslında. Ama yaptığımız işin en güzel tarafı da karşılaşılan onca zorluk ve yorgunluğa rağmen mesleğimizin bize sunduğu nimetler. Bu nimetler, gerçekten hep yorgunluğun önüne geçmiştir.

Bel bölgesinde görülen hangi ağrıların tedavileri fizyoterapi ile mümkün olur?

Bel ağrısı günümüz dünyasının en büyük sorunlarından birisidir. Özellikle yetişkin bireylerin %80 ini kapsayan günümüzde en çok karşılaştığımız sağlık problemlerinin başında gelir. Karşılaşılan sıkıntılar kişinin sosyal ve iş yaşantısını etkilemektedir. Öncelikle bel ağısı şikayeti ile gelen hastalarda ağrının neden kaynaklı olduğunu bilmek gerekir.
Çünkü ağrı vücudumuzun alarm mekanizmasıdır. Şöyle örneklemek gerekirse ağrıyı: “Arabanıza alarm taktırdığınızı düşün ve alarmı aktif edip arabayı evinizin önüne park ettiniz ve evinizde yatağınızda mışıl mışıl uyuyorsunuz.”  Burada kastettiğim araba sizin kendi vücudunuz aslında. Alarm da sizi her türlü duruma karşı uyaran bir sistem yani ağrı. Gecenin bir vakti hırsız arabanızı soymaya geldi ama alarm çaldı. Siz kendi arabanız olduğunu anladınız fakat sıcak yatağınızdan kalkıp arabanıza bakmadan kumanda ile alarmı kapattınız. Hırsız korkup sizin geleceğinizi sanıp kaçtı. Burada alarm kumandası olarak bahsettiğim ağrı kesici türevi ilaçlar yada uygulamalar. Aynı hırsız ertesi gün yine geldi arabanızı soymaya, yine alarm çaldı, siz zahmet edip yatağınızdan kalkıp arabanıza bakmak yerine yine kumandaya basıp kapattınız alarmı. Hırsız yine korkup kaçtı. Bir sonraki sefer hırsız yine sizin arabanın başına geldiğinde artık biliyor ki siz arabanın başına gelmeyeceksiniz ve sadece alarmı kapatıp hırsızın işini kolaylaştıracaksınız ve hırsız efendi de bütün arabanızı soyacak hatta arabanızı komple götürecek.
Demek istediğim şu ki “Ağrılarınızı dikkate alın, kökenine inin ve daha ileride daha büyük sorunlara yol açmamak için çözüm yolları arayın. Ağrınıza kulak verin!”
Öncelikle bel ağrısındaki alt etmenlere bakmak gerek. Yani çalışma ortamınız, yatağınız, yaptığınız işin getirdiği zorluklar, stres gibi nedenler olabilir. Bunları düzene sokmak gerekir. Yaptığımız tetkikler, muayene ve görüntülemeler sonucunda size ve rahatsızlığınıza uygun fizik tedavi uygulamaları ile ağrının kökenine inip bir rehabilitasyon çalışması yapmak mümkündür.

Özellikle bel ve boyun bölgeleri için kullanılan korseler, hangi hastalıkların tedavileri için kullanılır?

Korseler koruyucu yardımcı elemanlardır. Bizi daha büyük zararlara karşı korur ve bel boyun bölgemizi anatomik yapıya en uygun şekilde tutmak için kullanılır. Bir uzman tarafından seçilmesi önemlidir.
Bel fıtığının fizyoterapi ile iyileştirilmesi mümkün müdür? Eğer öyleyse hastaya nasıl bir tedavi yöntemi uygulanır?
Belinde şikayet ile gelen hastaların %90’ı “Bende fıtık var.” diye gelirler kliniğe. Çünkü bizde her şeyin esas nedeni fıtıktır. “Ayşe bacının fıtığı vardı iyileşti benim fıtığım iyileşmedi.” Bel ağrısı şikayeti ile gelen hastaların hepsi fıtık değildir.
Omurgamız, kendisini  koruyan bir sürü katmandan oluşan bir yapıdır. Çünkü vücudumuz öyle mükemmel bir yapıdır ki en önemli organlar en çok korunan organlardır yine vücudumuz tarafından. Omurga beyin ile geri kalan bütün yapılarımızı birleştiren bilgi alışverişinin sağlandığı iletim ağının santralidir. O yüzden korunmaya en çok ihtiyaç duyulan yapıların başında gelir. Kaslar, fasyalar, darbelere karşı koruyan ara sıvılarla çevrilidir. Yanlış kullanıma bağlı ya da travmaya bağlı olarak bu dokulardan birinin ya da birden fazlasının yırtılması sonucu koruyucu sıvının duvar dışına çıkmasıdır aslında en basit şekliyle fıtık.
Fizyoterapide amaç öncelikle hasar alan bölgeyi korumak ve dışarıdan müdahaleler ile dışarı taşan sıvıyı tekrardan koruma altına almaya çalışmaktır. Fizyoterapi ile fıtık tedavilerinde %95’e varan bir başarı elde edilebilir. Ama unutmayalım ki her bel-boyun ağrısı fıtık değildir. Kulaktan dolma bilgiler ile çözümler aramak yerine lütfen profesyonel bir yardım alalım.

Fizyoterapi, geciktirildiği takdirde hangi sonuçlar doğar?

Maalesef ki; maddi olarak hiç kimsenin iyi olmadığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu da haliyle sağlık şikayetlerimizi de etkilemekte. “Nasılsa kendi kendine geçer. Doktora gidersem 1 ayda geçer. Doktora gitmezsem 3 ayda geçer. En iyisi ben gitmeyip 3 ay bekleyeyim.” moduna geçen insanlarız gerçekten.
Tedavi edilmeyen ve kontrol altına alınamayan küçük küçük sıkıntılar ileride bizi daha büyük sıkıntılara götürebilir. O yüzden kafamızda yer edinen hastane fobisini yenip vakit kaybetmeden uzman bir yardım almakta her zaman fayda vardır. Çünkü erken teşhis ve tedavi sadece fizik tedavide değil bütün sağlık problemlerinde daha büyük durumların önüne geçmemize olanak sağlar.

Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Vücudunuza hak ettiği gibi davranın, onu sevin. Vücudunuz sizin tapınağınız. Sağlıklı bir yaşam sürebilmesi ve sizinle bir ömür boyu sıkıntısız bir şekilde devam edebilmesi için ona çok iyi bakmalısınız. Onu iyi tanıyın, dengeli ve sağlıklı beslenin, hafif de olsa düzenli egzersiz yapın, uykunuzu ve yaşantınızı düzenleyin, stresten uzak durun. Siz vücudunuza iyi bakmazsanız o da size iyi bakmaz. Hayallerinizin peşinden koşacak gücü, enerjiyi size veremez. Hayatta hiçbir gerçek başarı kolay elde edilmez; başarıyı isteyen insan zorluklara da hazır olmalıdır ve bu nedenle de vücudunuza çok iyi bakmalısınız.
Bütün bunları kendimizi kandırmadan yapmalı ve onu çok iyi tanımalıyız. Beğendiğimiz taraflarımızı korumaya, beğenmediğimiz taraflarımızı değiştirmeye ve geliştirmeye çalışmalıyız. Bu durum kendimizle daha barışık, daha dengeli ve daha sağlıklı bir ilişki kurmamızı sağlar. Kendimizi ve sınırlarımızı tanımaktan kaynaklanan bu farkındalık, beraberinde özgüvenimizi ve özsaygımızı da artırır. Bütün bunları yapabilmek için bireyin öncelikle kendisiyle ve bütün dünya ile barışık olması gerekir.
Bugün kendinizi çok sevmekten başlamaya ne dersiniz? Sağlıkla ve sağlıcakla kalın. 

Röportaj: Ayşenur MAMA