Ağrı İl Kültür ve Turizm Müdürü E.Muhsin BULUT ile röportaj

04 Ağrı; efsanevi özelliğine sahip ve Avrupa ile ülkemizin en yüksek dağıyla karşılıyor bizi 

Röportaj: Hande Hamdiye Ağırman

İkinci teşkilatlı saray olan İshak Paşa Saray’ının bulunduğu ve gittikçe popüler olan organik ürünlerin imalatı için uygun ortam sağladığı yer
Dünya genelinde insanların büyük bir bölümü, yeni ekonomik fırsatlardan yararlanmak için kente göç ederken öte yandan, turizme katılan insanların büyük bir bölümünü kentlerde yaşayan sakinleri oluşturur. Gelişmiş ülkelerdeki insanların birçoğu, yıllık gelirlerinin büyük bir kısmını tatil döneminde yapacakları turizm giderlerine ayırırlar. Tatile giden turistlerin ilk görmek istedikleri yerler; ülkenin kendine has özelliklerini, dağ köylerinin evleri ile yaşam biçimini, doğa manzaralarının bulunduğu alanlar ve tarih ile kültürel miraslardır. 
Turizm alanında Ağrı ilimiz, kirlenmemiş doğası, tarihsel kalıntıları ve dağcılar için Türkiye ile Avrupa’nın en yüksek dağına sahip olması ideal turizm kentlerimizden biri diyebiliriz. Çünkü turizm faaliyeti toplumsal verilerden çok doğal ve tarih verilere gereksinim duymaktadır. 
Turizm potansiyeli yüksek olan bölgelerde, gelir artışının yanı sıra yerli insanlarının da araştırma zorunluluğu hissettiklerinden dolayı eğitim ve kültür düzeyinin yükselmesi mümkündür. Ayrıca halkın sahip olduğu değerlerin farkına varmasıyla da bölgelerini her türlü tehlikelerden koruma içgüdülerini artırıyor. 
Ağrı’da bulunan dünyanın 2. Meteor Çukuru, her yıl binlerce turisti ağırlamış olsa da oldukça bakımsız. Etrafında herhangi bir koruma önleminin alınmadığından dolayı doğal atıklarla gün geçtikçe küçülmekte. Etrafında oluşan sel, toprak kayması vb. olumsuz durumların sürmesi halinde maalesef Meteor Çukurun kapanma olasılığı yüksektir. Bu doğa harikasını eski canlılığına yeniden kavuşturulması veya en azından korunması adına çalışmaların yapılması gerekir. Turist oranını daha da yükseltmeye yönelik, konaklama alanlarının artırılmasıyla beraber, gelen ziyaretçileri bilgilendirecek rehberlerin görevlendirilmesi gerektiğini düşünüyor ve umut ederum.
Günümüzde Ağrı, ekolojik bozulmalardan etkilenmemiş olsa da, turizm faaliyetini olumsuz etkileyen önemli unsur; dış cephelerin her çeşit terörü başımıza salıp halkımızı geriye itmek ve ülkemizin kalkınmasına engel olmaktır. Bu eylemlerin bir örneği; bölge halkının gelir kaynağı olan Ağrı Dağı, yaklaşık 2 yıldan fazla süredir tırmanış turizmine kapalı olmasıdır. 
4. Haftamızda Ağrı İl Kültür ve Turizm Müdürü Sn E.Muhsin BULUT’un anlatımlarıyla Ağrı ilimizi daha yakından tanımış olalım.

 Ağrı denince ilk aklımıza ne gelmeli? 

-Ağrı Dağı, İshakpaşa Sarayı ve Nuh’un Gemisi geliyor.

 Ağrı ismi nereden gelme? 

-Orta Asya’dan gelen kavimlerin Anadolu’ya girişleri sırasında Ağrı, bir geçiş oluşturmuş, dolayısıyla birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Ancak bu medeniyetler Ağrı’yı bir giriş kapısı olarak gördüklerinden burada çok köklü bir uygarlık oluşturamamışlardır. Bölgede egemenlik kurdukları sanılan Hititlerin güçlerini yitirmeleri üzerine, M.Ö.1340-M.Ö.1200 tarihleri arasında Hurriler bölgeye yerleşmişlerdir. Hurriler krallık merkezi olan Urfa’dan uzak olan Ağrı’yı ellerinde tutamamışlardır. İlimizde en köklü uygarlığı Urartular oluşturmuştur. 
Osmanlı döneminde Şorbulak   olarak anılan ilin adı, Ermeniler zamanında Karakilise olarak değiştirilmiştir. Kazım Karabekir Paşa zamanında Karakilise ismi değiştirilerek Karaköse diye adlandırılmıştır. Nuh Tufanı ile ilgisinden dolayı Tevrat’ta adı geçen Ararat Dağı ve ülkesinin, Ağrı ve çevresinin olduğu sanılması dolayısıyla Ağrı’ya batılılar tarafından Ararat da denilmektedir. 1834 yılında bucak, 1869 yılında ilçe olan Ağrı, 1927 yılında il merkezi olmuştur. 5137m. yüksekliğiyle Türkiye’nin en büyük dağı olan Ağrı Dağı’ndan dolayı da Ağrı adını almıştır.  

Kültürel faaliyetleri nelerdir? 

-Her yıl Ekim ayında Bal Festivali, Ağustos ayında Ahmed-i Hani Kültür ve Sanat Festivali düzenlenmektedir. 

Ağrı’yı diğer illerimizden ayıran tarihi veya coğrafi konumunun özellikleri nelerdir? 

-39.05 ve 40.07 kuzey enlemleri ile, 42.20 ve 44.30 doğu boylamları arasında yer alan il, deniz seviyesinden 1640 m yükseklikte kurulmuştur. Anadolu’nun İran’la bağlantısını sağlayan yolun üzerinde bulunması ile önemi artan ilin doğusunda İran, batısında Muş ve Erzurum, kuzeyinde Kars, güneyinde Van ve Bitlis ile kuzeydoğusunda Iğdır ili bulunmaktadır. Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Murat-Van bölümü içinde kalan yüksek Anadolu yaylasının devamı üzerinde yer almaktadır. Yüzölçümü 11376 kilometre karedir. Topraklarının %46’sını dağlık alanlar, %29’unu ovalar, %18’ini platolar ve %7’sini yaylalar oluşturmaktadır. Ağrı ilimizi diğer illerden ayıran en önemli özellikleri ülkemizin ve dünyanın en keyifli tırmanış merkezi olmasıdır.  Bu tırmanış merkezinin aynı zamanda bir inanç merkezi olması da ayrı bir avantajdır.
 
Turistik yerleri? 

-Biz turistik değerlerimizi doğal turizm değerlerimiz oldukça önemlidir. Bunları kısaca açıklarsak; Başa hem bir tırmanış hem de bir inanç merkezi olan Ağrı Dağı’nı başa koymalıyız.
 
Ağrı Dağı; 
Ağrı Dağı, bir doğa harikası olarak, jeolojik konumunun yanı sıra, kutsal kitaplarda yer alan Tufan ‘dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yaptığı inanışı dolayısıyla efsanevi kimliğiyle de ön plana çıkan bir dağdır. Kutsal kitaplarda da adı geçen bu dağ, birçok dilde farklı adlarla anılmaktadır. Bunların başlıcaları, Ararat, Kuh-i Nuh, Cebel el Haris'tir. 

Marco Polo'nun yazılarında, hiçbir zaman çıkılamayacak bir dağ diye sözünü ettiği bu görkemli dağa ilk tırmanış, kayıtlara göre 9 Ekim 1829 yılında Profesör Frederik Von Parat tarafından gerçekleştirildi. Türk dağcıların dağa ilk kış tırmanışı ise çok daha geç bir tarihte, 21 Şubat 1970'de Dağcılık Federasyonunun eski başkanlarından Dr. Bozkurt Ergör tarafından gerçekleştirildi.   Gerek yerli gerekse yabancı tüm dağcılar arasında Ağrı Dağı'na solo kış çıkışı, dağcılar için büyük adrenalin kaynağı ve başarı sebebi olarak kabul görmektedir. Dağın coğrafi yapısı nedeniyle çok sert fırtınalara hedef olması ve hızla değişebilen hava koşulları nedeniyle, kış aylarında yapılacak bir solo tırmanış halen dağcıların önünde bir hedef olarak durmaktadır.
İzinler, ekip sorumlusu ve profesyonel dağcının adını mutlaka belirtmek şartıyla, Ağrı Valiliği adına Doğubayazıt Kaymakamlığına yapılacak yazılı başvuru ile bir gün içinde alınması mümkündür. Volkanik bir dağ olan Ağrı Dağı bilindiği üzere ülkemizin en yüksek dağıdır. Ancak sanılanın aksine tek bir kütleden oluşmaz. Çevresi yaklaşık 130 kilometreyi bulan bu dağ 3000 metreden sonra ikiye ayrılır ve Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı olarak adlandırılır. Büyük Ağrı'nın zirvesi ve krater kalıntısı geniş buzulların altındadır. Küçük Ağrı'nın ise buzul hareketleri ve erozyonlar sonucu krater çanağı yok olmuştur. Bu nedenle 3896 m yüksekliğinde olan dağ oldukça sivri bir yapıdadır

Meteor Çukuru;
İlimizin  Doğubayazıt ilçesinde bulunan meteor çukuru, Gürbulak sınır kapısı ve Sarı Çavuş köyü arasında bulunmakla birlikte, Doğubayazıt’a 35 km uzaklıktadır. 1892 senesinde bu noktaya bir göktaşı düşmüş ve büyük bir çukur açılmıştır.  Yerli ve özellikle yabancı turistlerin yoğun ilgisini gören ve turizm açısından önemli bir nokta olan Ağrı Meteor Çukuru, eski dönemlerde 60 metre derinliğindeyken günümüze 35 metre derinliğindedir. İlginç bir yapı olan Meteor Çukuru ziyaret edilmelidir.

Diyadin Kaplıcaları;
 Kültürüyle, tarihi değerleriyle ve doğal güzellikleriyle Ülkemizin  önemli şehirlerinden biri olan Ağrı, kaplıcalarının şifasıyla da bilinmektedir. İlimizde  bulunan Diyadin Kaplıcaları, ismini bulunduğu ilçeden alır. İlçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta bulunan kaplıcaların alanından geçen Murat Nehri ise bölgeyi çekici kılan doğal güzellikler arasındadır. Diyadin Kaplıcaları, bikarbonatlı, klorürlü, sülfatlı, kalsiyumlu ve karbondioksitlidir. Romatizma, nöroloji, kemik, kireçlenme, siyatik, cilt ve metabolizma rahatsızlıklarına şifa olan kaplıcalar, termal turizm açısından büyük bir öneme sahiptir.  76 Santigrat derece ile çıkan sıcak sular dinlendirildikten sonra havuzlara verilmektedir. Yeni tesislerin yapıldığı termal merkezi size oldukça keyifli anlar yaşatacaktır.

Balık Gölü;
            
Taşlıçay’a 28 ve Doğubayazıt’a 60 km. uzakta (Taşlıçay D. Bayazıt ilçe sınırları arasında) ve yüz ölçümü 34. km. kare olan gölün derinliği 100 metreden fazladır. Deniz seviyesinden 2.250 metre yüksekliği ile yurdumuzun en fazla yüksekte oluşmuş tek gölüdür.

Göl yatağındaki kaynaklar ve çevreden inen çay ve pınarlarla beslenir. Gölün suyu tatlı ve temizdir. Fazla sular güney doğu ucundan gür güre adıyla Doğubayazıt ovasına akar. Doğubayazıt ilçesinin içme suyu da bu gölden gitmektedir.
Sazan balığı ve ünlü kırmızı pullu (Kızıl alabalık) alabalığı vardır. Göldeki Kızıl pullu balıklar kırık çıkık gibi ortepetik tedavilerinde ilaç olarak kullanılır.
Gölün çevresinde yazın karpuz çatlatan buz gibi pınarlar vardır. Balık Gölünün etrafını çevreleyen buz gibi kaynaklar, Anadolu’ nun en güzel sularıdır. Göl, doğal bir güzelliğe ve sade bir güzelliğe sahiptir. Doğu Anadolu’ nun Abant’ ı sayılmaktadır. Gölün kuzey tarafında üzerinde tarihi kalıtılar bulunan dört dekar genişliğinde küçük bir ada vardır. Adaya motorlu ve kürekli kayıklarla gitmek mümkündür. Gölün kuzey doğusunda dört dekarlık tarihi yapı kalıntıların bulunduğu bir adacık vardır. Çevresi ağaçsızdır. Güney kenarındaki küçük şeritler halinde,  düzlüklerde iyi çayır olur. Çok dik olan batı kıyısı oldukça bitektir. Buralar orman kalıntılarıdır. Balık gölü ilkbahar ve yaz mevsimlerinde doyumsuz bir güzelliğe kavuşur.

Kış mevsiminde gölün üzeri tamamen donar. Kalınlığı 20 cm. olan buzların üzerinde hayvanlar arabalar bile geçer, burası buz üzerinde yapılan kış sporları için elverişlidir. Balık Gölüne Taşlıçay merkezden Doğubayazıt Suluçem-Musum ayarımı üzeri yolları ile gidilmektedir. Yazları günübirlik geziler için ideal bir mekândır. Tüm gürültülerden uzak bir hafta sonu için; soğuk pınarları ve leziz alabalığı ile misafirlerini beklemektedir. 
Buz Mağarası;
Küçük Ağrı Dağı’nın güney eteğinde Hallaç köyünün yaklaşık 3 km kuzey doğusunda, meteor çukuru ile aynı lav tüneli sistemi üzerinde bulunan doğal bir anıt mağarasıdır. Mağara, uzun eksenli, elips biçiminde, yaklaşık 100 m uzunluğunda, 50 metre genişliğinde,   8 m derinliğinde elips biçimli bir çukurdur. Mağaranın ağzı esas çukura göre biraz yukarıda kalmaktadır. İçinde bazalt lavlar, kayalar ve bu kayaların üzerinde saf ve temiz suların donmasıyla oluşmuş buz tabakalarını görmek mümkün.  Kayaların üzerinde renk renk görünen temiz buz tabakaları, sarkıt ve dikitleri olan buz mağarası mevsimler göre değişken bir havaya sahiptir. Kışın fazla soğuk olmayan buz mağarası, hava akımının etkisiyle yukarıdan damlayan suları dondurarak buza çevirmektedir. Doğubayazıt ilçesinin en sıcak bölgesinde böylesine geniş bir çukurda dışarıdaki zıtlık gösteren buzdan sarkıt ve dikitler, insanı şaşırtacak şekildedir. Mağaranın ağzından süzülen, güneş ışığı, mağara içindeki buzlar üzerinde ışık oyunları yapmaktadır.
Doğubayazıt ovasında çok sayıdaki bataklıktan anlaşılacağı üzere yeraltı suyu tablası çok yüksektir. Bu durumda hava akımının mağaraya yakın yerlerden kaynaklandığı düşünülmektedir.

Yöre halkının buzluk olarak adlandırdığı bu mağara, çevresindeki yerleşimlerin su ihtiyacını karşılamaktadır. Mağaranın en önemli özelliklerinden biri de yazın soğuk, kışın sıcak olmasıdır. Kapısında sürekli sıcak ve soğuk hava akımı bulunur. 
Ahmet Hani ve Türbesi;
 
İslam alimi, şair ve mutasvvuf kişiliği ile tanınan Ahmed-î Hânî 1651 yılında doğmuş, 1707 yılında Doğubayazıt’ta vefat etmiştir. Ahmed-î Hânî, küçük yaşlarda ilme ve yazmaya başlamış, Arapça, belagat ve dini ilimleri okumuş  Astronomi ile ilgilenmiştir. Bayezid medreselerinde müderrislik görevinin yanı sıra İshak Paşa Sarayı katipliği de yapmıştır. 
Halk arasında Veli olarak kabul edilen Ahmed-i Hani'nin Doğubayazıt’ta İshakpaşa Sarayı'nın yanında bulunan türbesi halen ziyaretgahtır. Başlıca eserleri Nubihara Biçukan, Akide-i İman ile Mem U zin adlı eserleri günümüze ulaşmıştır. Mezarın bulunduğu türbeyi hergün yüzlerce kişi zyaret etmektedir. 

Doğubayazıt Kalesi;
Doğubayazıt şehrinin 7 km güneydoğusunda Belleburç denilen bir konumda, sarp bir kayalık üzerinde kurulmuş olan ve günümüzde harabe bir durumda bulunan kalenin ilk olarak ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak kaledeki Urartu mezarları ve antik çağlara ait kalıntılar, buranın antik bir yerleşme olduğu izlenimini vermektedir. Beyazıt şehrinin coğrafi konumu nedeniyle, kale tarih boyunca önemli görevler üstelenmiştir.
Doğubayazıt’tan geçen tarihi İpek Yolu’nun çok eski çağlara uzandığı düşünülürse, ilk yerleşimin Urartulardan önce kurulduğu düşünülebilir. Doğal bir kale konumunda olan Karaburun tepelerinin sarp kayaları, düzgün taş duvarlarla örülerek muhkem bir kale inşa edilmiştir. Kalenin temelinde bulunan taşarın cins ve kesme tekniğinden de, ilk kalenin Urartular tarafından yapıldığı, daha sonraki yıllarda kalenin Selçuklular ve Osmanlılar tarafından onarıldığı anlaşılıyor.
Bayazıt Eski Camii;
Doğubayazıt 1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra I. Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmış, kalenin hemen yanında, merkezi kubbeli ve tek minareli Selim Camii de o dönemde yapılmıştır. Caminin yer aldığı yamaç düzeltildikten sonra, duvar örülmek suretiyle düz bir teras oluşturulmuş ve üzerinde bu camii inşa edilmiştir. Kesme taştan yapılan camii, 15–20 m. x 15–20 m. boyutlarında, kare plânlı ve tek kubbelidir. Sonradan yıkılan beş gözlü son cemaat yeri ile bir minaresi vardı. Yapıda kahverengi tuğla kırmızısı, sarı ve beyaz renkte taşlar karışık bir biçimde kullanılmıştır.   
 Tarihi caminin giriş kapısı, beden duvarları, mihrabı, son cemaat yeri, mihrabiyeleri, duvar payeleri, kubbeye geçiş sistemleri, duvarlardaki kemerler, pencereler ve minarenin yapımında bir sadelik göze çarpar. Bayazıt Camii restore esilmiş hali ile ibadete açıktır.
 İshak Paşa Sarayı;
 
Doğubayazıt’ın 7 güneydoğusunda, Eski Doğubayazıt’ın kayalıkları üzerindedir. 1634-1680 yılları arasında Beyazıt Sancakbeyliği’ni yapan Çolak Abdi Paşa tarafında 1685 yılında yapının imarına başlanılmış ve 1784 yılında II. İshak Paşa döneminde yapı tamamlanmıştır. Yapı 99 yılda tamamlanmıştır.
                  İshak Paşa Sarayı, Saraydan öte bir külliyedir. İstanbul Top kapı Sarayından sonra ikinci teşkilatlı saray sistemine sahiptir. Aynı zamanda yörenin en büyük tarihi eseri ve en çok gezilen turistik yeridir. Osmanlı İmparatorluğunun Lale devrinde yapılmış son büyük anıt yapısıdır. 
Harem dairesi Topkapı sarayı örnek alınarak yapılmıştır. Saray binasının oturduğu zemin vadi yakasında olduğundan kayalık ve sarptır. Sadece doğu tarafında müsait bir düzlük vardır. Bununla saray çevreye bağlanır ve saraya giriş çıkış buradan sağlanır. İshak Paşa sarayının oturduğu bölge arazi olarak doğudan batıya doğru inildikçe kademe kademe alçalır. Bu nedenle de sarayı belli bir eksene yerleştirmek için kuzey ve güney batı yönlerinde dolgular yüksek teraslı duvarlar ve bodrumlar yapılmıştır. Siyah yontma taşlarla alttan yukarıya doğru düzgün bir meyille örülen terasların yüksekliği 15 metreyi bulur. 
Sarayın planında Türk Saraylar Geleneği esas alınmıştır. Kapladığı alan 7600 m2 alan saray 360 birimden meydana gelmiştir. Saray teşkilatı iç içe iki avlu etrafın da toplanmış birinci avlu etrafında bulanan yapılar büyük tahribata uğradığından ayakta bulunan bölümleri restore edilmiştir. Böylece sarayın “U” şeklindeki iki avlusundan birincisinin yalnız çevre duvarları, ikincisinin ise karşılıklı olmak üzere odaları ve yıkılan temelleri bulunmaktadır.
Sarayın mimarisinde Osmanlı Fars ve Selçuklu medeniyetlerinin ortak etkisi gözlenmektedir. Uzaktan bakıldığında arazinin sertliğinden dolayı insana bir sertlik duygusu kazandırmaktadır. Bunun sebebi bir zamanlar çevresinde kurulmuş olan şehrin aşağıya taşınmış olması ve çevresinin ıssızlaşmasıdır. Ancak tüm bu sert ve ıssız görünümüne karşı sarayın iç ve dış mimarisindeki güzellik yüreklere huzur bahşeden bir ifade taşımaktadır.  Yüksek duvarlar üzerine oturtulmuş olmasına rağmen sulh ve sükûnu temsil eden bir havası vardır. Saray eski kalelerin özelliğini kaybettiği ateşli silahların geliştirilerek bol kullanıldığı bir çağda yapıldığından doğu yönündeki tepelerden gelecek bir saldırıya karşı müdafaası zayıftır. Cümle kapısı müdafaa bakımından en zayıf noktasıdır. Cümle kapısının taş ve oymacılığı muntazamdır. Saraydan öte bir tarihi bağrında yaşatan saray siz değerli ziyaretlerini beklemektedir. İshak Paşa Sarayı anlatımın ötesinde görülecek ve yaşanacak bir yerdir.

Hamur Kümbeti;
Hamur kümbeti Hamur ilçe merkezinde yer almaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabeden, sadece 1802 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Plan bakımından Kırşehir’deki Âşık Paşa Türbesi’ne benzemekte olup, Selçuklu ve Osmanlı Kümbetlerinden farklı bir planlama gösterir. Yapı dikdörtgen planlı olup, içten aynalı tonoz, dıştan balıksırtı şeklindedir.
 Güney taraftaki orijinal olmayan tahta kapıdan giriş sağlanır. Doğu cephesinde 3, batıda ise 2 penceresi bulunmaktadır. Yapı, kesme taş malzeme ile yapılmış olup, cepheleri kuşatan dört sıra bazalt ile renkli bir görünüm kazanmıştır. Kümbet içerisinde İshak Paşa’nın torunlarından İbrahim Paşa’nın ve ailesinin mezarları bulunmaktadır. Mezar taşları, bitkisel motifler, sekiz kollu yıldız ve Arapça yazılar ile süslenmeleri mevcuttur.

Belirgin yöresel yemekleri? 

-Abdigör Köfesi;
En tanınmış yemeği Abdigor Köftesi’dir. Doğubeyazıt ilçemizde yaygın olan bu köfte, içli köfteye benzer. Yöremizin en lezzetli yemeğidir. Yağsız, sinirsiz, kemiksiz sığır eti, çok az miktarda soğan, bir adet yumurta ve baharatlardan yapılır. Hazırlanması taze et, bir tokmak ile taş üzerinde merhem şeklini alıncaya kadar dövülür. Hamur haline gelen et, soğan ve su katılarak elle çırpılır. Çırpıldıktan sonra bir saat dinlendirilen köfteler pilav üzerine konularak servis yapılır.
Goşteberg;
Tereyağı, soğan, salça ve aynı addaki ot harmanlanıp hayvan postuna doldurulur ve nemli toprağa gömüldükten sonra üzerinde ateş yakılarak pişirilir ki, buna buğulama da denir.
Saç Kavurma;    
 Taze oğlak veya kuzu eti, sarımsaklı yoğurt ve tereyağından yapılır. Hazırlanışı; taze et doğranır, içine tereyağından eritilmiş salça konulur. Bu şekilde kızartılan et indirilip bir süre dinlendirilir, üzerine sarımsaklı yoğurt dökülerek servis yapılır.

Alabalık;
 
Balık Göl’ü, Cuma Çayı ve derecik sularında bulunan kırmızı pullu kızıl alabalık güzel tadından öte kırık, çıkık gibi ortopedik tedavilerde ilaç olarak kullanılır.

Beyaz Bal;

Türkiye’nin en güzel çiçek balı burada elde edilir. Bin bir renk ve çeşitli kokulardaki yayla çiçeğinden elde edilen bembeyaz balın tadına doyum olmaz.
Haşıl;
Haşıl yapılırken ince yarma önce bulamaç şeklinde pişirilir. Sonra ortası havuz gibi açılır ve üzerine tereyağı konur. Çevresine ise sarımsaklı yoğurt gezdirilir. Haşıl ortasına açılan yağ havuzu nedeni ile ayrı tabaklara bölünmez ve tek bir kaptan yenir.
Hengel;
Buğday unundan hazırlanan hamur bir süre dinlendirilir, yufka şeklinde ince olarak açılır ve kareler şeklinde kesilir. Kaynar suda haşlandıktan sonra süzülür ve bir tepsiye çekilir. Üzerine sarımsaklı yoğurt veya hengel sosu dediğimiz yöremize has kurut isimli bir malzeme ezilerek dökülür yine içinde küçük soğan parçacıkları kavrulmuş tereyağı dökülerek servis yapılır. Bekletilmeden ve soğutulmadan yenmesi gerekir.
 Erişte;
Evde kesilen erişte ve yeşil mercimekle hazırlanır. Önceden haşlanan yeşil mercimek, erişteyle kaynatılıp süzüldükten sonra yağlanmış tencerenin tabanına patates dizilir, üzerine mercimekli karışım konur. Son olarak üzerine kızdırılmış yağ gezdirilir ve patatesler kırmızı renk alıncaya kadar pişirilir. Ters çevrilip servis edilen bu yemek, kimi zaman patates yerine lavaş ekmeği ile de yapılır
Kuymak;
Önce bir tavaya kaymak konulur ve ısıtılır. Daha sonra alabildiği kadar Mısır unu veya buğday unu konularak sürekli bir biçimde karıştırılır. Biraz su dökülerek karıştırılamaya devam edilir. Ta ki kaymağın yağı çıkıncaya kadar, yağ çıktığı zaman yenmeye hazırdır. 
Kete;
Mayalanmış hamurun, yufka seklinde açılarak doğrudan sacın üzerinde pişirilmesidir. Yağlanarak veya kuru olarak yenir. Yufkadan kalın lavaştan ince olduğu için yöremize özeldir.
Bişi/Erdek;   
İsteğe göre, süt veya su ile mayalanarak yoğrulan hamur, biraz bekletildikten sonra, elle hafif ekmek boyutuna getirilinceye keder çevrilir, yuvarlak hamur kızgın yağa atılarak kızarıncaya kadar pişirilir.
   
Ayran Aşı; 
Kabuğu alınmış buğdayın güzelce suda kaynatılıp, ayran eklenerek nane ve doğranmış kabağın içinde kaynatılması ile yemeye hazır hale getirilir. 
Halise;
Kabuğu alınmış buğday ve Tavşan etinin tandırda kiremit kaplarda saatlerce tuz katmadan kaynatılıp hazır hale getirildikten sonra üzerine yağ ve tuz katmak suretiyle yemeye hazır hale getirilir.
Murtuğa;
Un, şeker, süt ve suyun karıştırılması ile yağda kızartılıp helva şekline getirildikten sonra içine ceviz içi, fındık atılabildiği gibi sade olarak ta yeme haline getirilir.
Sn E.Muhsin BULUT ile görüşme esnasında; -ilimiz ile ilgili bizimle paylaşmış olduğunuz özelliklerine bakılırsa dünyaca ünlü diyebiliriz, dediğimde. -Bu özellikler sadece yüzde ellisidir. Dediler. Hepimizi aydınlattıkları için Sn Ağrı İl Kültür ve Turizm Müdürümüze çok teşekkür ederiz. 
Ağrı
Sen anlat tarihsel kentim, kaç asırlardan gelmesin?
Yoksa insanların nesli feyiz dağlarından yayma,
Bak İzi bulunan, güvenle dağa oturan var ya,
Gemisiyle burada yatan, Nuh Tufanı’ndan mısın?

İshak Paşa Sarayı gibi bir sanat eserisin,
Lale Devir’inden kalma yapıların örneğisin.
Kahraman halkınla bu hazneyi koru ne olursun,
Dimdik duran Mehmetçik’lerin gücüne güç katarsın.

Dünyanın en yüksek dağına konulan yesek kalksın,
İlk aya çıkan astronot gibi hep keşfedin dersin.
Masum milletin geçim kaynağına el konulmasın,
Çünkü bir zamanların en büyük turizm kentisin.

Eksilmez tependeki kar, güvercin kanadı gibisin,
Olsa olsa krallığındandır, gururlu neslin evvelisin,
Yurt aynasından bir dekor, dağlarına tutarsın,
Bize tepeden bakarsın ya, anladım sen Ağrı’sın.