Bu ay ki konuğumuz Duygu İnce;

Aylardan ekim, meme kanseri farkındalığı için her yerin pembeye boyandığı bu dönemde, Duygu ile röportaj yapıyoruz. Röportaj sırasında, onu bu köşeye taşıyan süreçlerin de gazetede okuduğu meme kanseri ile ilgili bir makaleyle başladığını öğreniyor, misyonumuzun sorumluluğunu daha bir derin hissediyoruz.

Duygu’yu bu ay konuğumuz yapan, saygıyla ayakta alkışladığım ve biz arkadaşlarına ilham olmuş bir sureci hayatının. Duygu, bir meme kanseri amazonu; bu sureci 8 aylık kızını büyütürken ve akciğer kanseri ile mücadele ederken kaybettiği sevgili babası ile birlikte yaşadı. Onun hayata duruşu; cesur, gerçek ve sıcacık. Acılarına da sevinçleri kadar sahip çıkışı, düştüğü yerden güçlenerek yeniden hayatın pozitif bir yerlerine tutunarak kalkışı, hepimiz için derslerle dolu. Buyurun, yüreğini bizlere açtığı, ilham veren hikayesini birlikte dinleyelim.

Bize biraz kendinden bahseder misin? Duygu İnce kimdir?

Duygu İnce, 1981 Tekirdağ doğumlu, öğretmen bir kadın.

Uzun yollardan geçmiş, eğitim hayatını tamamlamış, meslek hayatına başlamış, daha sonra sevdiği adamın peşinden giderek meslek hayatına biraz ara vermiş bir kadın.

Önce eşimin işi sebebiyle Dubai’ye daha sonra da Hong Kong’ a yerleşip yaklaşık 5 senemizi yurtdışında geçirdik. En sonunda da eşimin isteğiyle Türkiye’ye dönme kararı aldık, yaklaşık da 7 yıldır Ankara’dayız.

7 yıl boyunca da birçok şey yaşamış deneyimlemiş, görmüş, üzülmüş, ağlamış, yıkılmış, kalkmış, tekrar yıkılmış, tekrar kalkmış, bu arada da bir kız çocuğuna anne olmuş bir kadın.

Özeti bu.

O süreçlerde, güçlü; yaşadığı duygulara sahip çıkan, onları kabul eden ve bazen o süreçlerle dalga geçen bazen onlarla ağlayan bir Duygu gördüm. Bu süreci, bizimle paylaşır mısın?

Benim hastalığımın tanısının konması, 6 yıl önceydi. O zamanlar yurtdışından yeni dönmüştüm, hamileydim ve doğum günümde babamın akciğer kanseri olduğunu öğrendim. Kanseri ilk onunla öğrendim, ne yapabileceğimizi doktorlarıyla konuştum.

Daha sonra; kızım, çok küçük, 8 aylıktı; eylül ayında gazetede meme kanseriyle ilgili bir makale okudum ama kapattım. Çünkü belki de kendimize ve çevremizdekilere hastalığı yakıştıramadığımız için insan hep “bana olmaz” duygusuyla yaşıyor. Belki de kanserin adı kötü olduğu için.

Ertesi gün gazetede yine meme kanseri ile alakalı bir makale vardı. Ben herkese kendilerini ihmal etmemeleri gerektiğini anlatan bir insandım, mutlaka kontrollerini yaptırmalarını tembihlerdim özellikle ablama ailedeki hastalık geçmişimizden dolayı çok ısrarcı olurdum. Ailemizde özellikle babamın tarafından çok kanser hikayemiz var; meme, akciğer ve rahim kanserleri. O an “pekiyi ben niye kontrolümü yapmıyorum” deyip elimi göğsüme atmamla elime kitlenin gelmesi bir oldu.

O ara evi yerleştirmeye çalışıyorum, kızım çok küçük, bir hayat telaşım var ve dönüp kendime hiç bakmıyorum. Hemen eşime seslendim, en yakın hastaneden bir randevu aldık. Randevuya giderken ailem ve arkadaşlarımla konuştum, herkes yakıştıramama duygusuyla “süt bezesidir”, “yağ bezesidir”, “yeni doğum yaptın” diye telkin etti. Çünkü bizde bir de “emzirme, göğsü korur” diye bir algı var. Kızım bir göğsümü emmeyi reddediyordu mesela. Ben eşime, randevuya giderken, “bu işin altından iyi bir şey çıkmayacak” dedim. Bilerek, kabullenerek, kendimi hazırlayarak yola çıktım ben.

Doktor ultrasoundda bana temiz göğsü gösterip normal bir göğsün nasıl olması gerektiğini anlattı, diğer göğse geçtiğimizde ben bana anlattığının tam tersi bir tablo olduğunu görebiliyordum. Tomografi ve MR da çekildikten sonra doktorumuz bize “PET çekelim” dedi. PET, vücuda şekerli bir sıvı verilerek vücutta kanserli hücre olup olmadığının tespiti için yapılan bir tarama. O yüzden hep söylenir “şeker kanserin dostudur, uzak durmamız gerekir” diye. Doktor sonuç olarak “acele ameliyata almamız gerekiyor” dedi. Ben ileri bir seviyede olduğumuzu sandım ama doktor hastalığın adını telaffuz etmeden “bu sadece önlem amaçlı, kitle iyi de olsa kötü de olsa almak istiyorum” dedi. Aslında normal süreçte biyopsi yapılıyor ve sonucun gelmesi 15 gün sürüyor sanırım benim olayımda o zamanı kaybetmek istemedi. Ben iki göğsümün de alınmasını istedim çünkü orada bir saatli bombayla yaşamak istemedim açıkçası. Doktorum yayılma olmadığı için buna gerek olmadığını, koruyucu meme dokusunun alınmadığı sadece kanserli dokunun alındığı bir ameliyat yapılacağını söyledi ve o yapıldı.

Ameliyattan sonra hemen 6 kur kemoterapi ve 30 seans da radyoterapi planlandı ama ben doktorumdan süre istedim çünkü kemoterapi ile verilen iki ilaç da saçlarımı dökecekti 17. günde. Ben saçlarım dökülmeden ailemin yanına gitmek istedim, kimse bir şey anlamasın diye. Bunun sebebi hastalığımı saklamak değildi, şu an 92 yaşında yaşlı bir anneannem var, Allah uzun ömürler versin, onun beni görüp üzülmesini istemedim. PET çekilmek için radyasyon aldığım için kızımdan 2 gün ayrılmam gerekti, o nedenle ailemden saklama şansımız olmadı.

Unutamadığım bir sahne var orada; babamın evimin salonunda diz çöküp “Allah’ım ne olur kızımın iyileştiğini bana göster” diye ağlaması. Bir evde iki kanser hastasıydık artık. Birbirimize üzüldük, neşeli olmaya destek olmaya çalıştık.

Hastalığı çok çabuk kabul ettim, yaşamam gerekiyormuş diye düşündüm bir süre sonra da hastalığın bana bir lütuf olduğunu fark ettim çünkü onunla beraber vücudumda başka bir şey varsa o da temizlenecekti. Kabullenebilmemin en büyük sebeplerinden biri babamdı diğeri de kızımdı. Çünkü kızım çok küçüktü ve onun için hayatta ve ayakta kalmam gerekiyordu. Çünkü büyüdüğünü, üniversiteye gittiğini, kendi ayakları üzerinde duran bir birey olduğunu görmek istiyorum. Benim kemoterapiden ziyade en büyük ilacım kızım oldu bu süreçte, “iyi ki vardı” diye düşünüyorum.

Bütün bu tecrüben, bir elle muayene ile başlamış, hastalığın tanısı bu kadar kolay mı?

Değişik belirtileri var; göğüs ucundan gelen koyu kahverengi bir sıvı, ağrı, göğüs de şekil bozukluğu, göğüs ucunda geri çekilme… Parmaklarınızla kontrol ederken göğüsteki mercimek tanesi kadar bir kitleyi bile fark edebilirsiniz. Benim daha önce fark etmemem garipmiş çünkü elimi göğsüme atmamla ceviz büyüklüğünde bir kitleydi, hareket etmiyordu, oynamıyordu. Benim şansım, büyüklüğüydü.

O halde; biz, kadınlar, kendimizi ihmal mi ediyoruz sence?

Kesinlikle. Galiba o, “bana olmaz” duygusuyla ve hayat telaşıyla oluyor. “Yemek yapmam lazım”, “işe yetişmem lazım”, “çocukların beslenmesini ayarlamam lazım”, bu arada “devam eden bir hayatım var”, “eşim var” vs. derken biz kadınların en büyük hatası, kendimizi hep geri planda bırakıyoruz. Belki bizim ülkemizde kadınlarımız çok fedakâr.

Meme kanserine neden olan bilimsel sebepler belli mi?

Aslında birçok sebebi var, bir kere hepimizde meme kanseri olabilecek bir potansiyel var. Çevre faktörünün etkisi olabilir, benimkisinde genetikti. Ben yine bir makale ile keşfedip genetik test yaptırdım. 40-45 yaşından önce, düzenli takibindeyseniz, rahimin alınmasını çok uygun görmüyorlar. Benim test sonucum, hastalığımın tamamen genetik olduğu yönünde geldi. Dolayısıyla bizde yeni bir süreç başladı. Bu sürecin sonunda harekete geçmeye hazır olmayanlara bu testi tavsiye etmiyorum. Çünkü bu testin, Allah korusun, olumlu çıkması halinde bazı ameliyatlar olmanız gerekiyor, vücudunuzda bazı şeylerden vazgeçmeniz gerekiyor. Eğer bunları yaptırmayacaksanız, “ben ne zaman kanser olacağım?” duygusuyla yaşamayı çok sağlıklı bulmuyorum.

Günümüzde hastalıkların duygusal/ruhsal nedenleri de olabileceği kabul ediliyor, kendinde böyle bir şey gözlemledin mi?

Birçok hastalığın kaynağı stres ama gördüğüm kadarıyla da hayatında stres olmayan hiç kimse yok. Bunu ya hayat bize yaşatıyor ya da biz bazı şeyleri kendimize stres kaynağı olarak yaratıyoruz. Evet, zorlu dönemlerden geçtim belki beni en çok tetikleyen babamın hastalığıydı, belki onunla yüzeye çıktı. Ben çevresel faktörlerin önemli olduğunu düşünüyorum; üzüntü, stres, mutsuzluk… Bunların hastalığı çağırdığını bazen de bizim hastalığı çağırdığımızı düşünüyorum. “Çok kötüyüm”, “öleceğim” gibi negatif cümlelerle çağırıyor olabiliriz belki de.

Sence tıbbi tedavinin yanında, hastalığı yenmende, genetik rapordan sonra o cesur kararları almanda, seni başarıya götüren şeyler nelerdi?

O ameliyatlardan sonra ben yumurtalıklarımı aldırmaya karar verdim. Doktor, “gerek yok takipteyiz” dese de rahim, yumurtalık vs. bir suru ameliyat oldum.

Akabinde instagram açtım, kendi başıma gelen şeyleri paylaşmaya başladım. Daha sonra hastalık sebebiyle beni bulan, benim bulduğum insanlarla görüşmeye başladım.

Belki kendi kendime bir misyon yüklendim, bilmiyorum. Birilerine bir el uzatacağım, bir omuz vereceğim duygusuyla onlarla görüşmeye başladım. Belki motive ettim belki onların negatif taraflarını aldım.

Hayatimi sorguladım; hayatımda olması gerekenler, olmaması gerekenler, beni mutlu edenler, beni mutsuz edenler, hayatıma aldığım insanlar, vedalaşmam gereken insanlar ve kitaplar ve kedilerim. Aslında kendim için şuna karar verdim; ben önemliyim. Ben iyi olursam herkes iyi olur. Ben iyiysem benim kızım da iyi olur, eşim de iyi olur. Sanırım, bu sebeple başarabildim.

Hasta yakınları sence nelere dikkat etmeliler? Nasıl bir görev düşüyor onlara? Sevdiklerimize bu süreçte nasıl destek olabiliriz?

Bir kere en yapılmaması gereken şey, “merak etme, kurtulacaksın” gibi altı boş cümleler kurmak sanıyorum. Bu, insani ölümün kıyısında olduğu, sureci geçip geçemeyeceği gibi bir duyguya sürüklüyor. Bir de beni en rahatsız eden, saçım döküldüğünde “merak etme, çıkacak” denmesiydi. Ben de biliyorum çıkacak, kökü bende. Ama onu duymak istemiyor insan, ya da belki de karşı tarafın üzülerek bakmasını yaşamak istemiyor. Özellikle topluluk içinde maskeli gezilmesi gerektiği için oradaki bakışlar insani çok rahatsız ediyor. Dolayısıyla orada bir empati kurmak lazım. Ben şu anda gördüğümde normal karşılayıp o anda yaptığım şeye devam ediyorum. Olabildiğince rutin hayata devam etmek gerektiğini düşünüyorum ne aşırı bir ilgi ne de ilgisiz bırakmak. Çünkü bu donemde insan yanında olanı ve olmayanı zaten net görüyor. Bazıları önemsemiyor bu sizi üzüyor. Bazıları normal zamanınızda yokken o dönem destek oluyor. Mesela sizi alıyor dışarı çıkarıyor, sevdiğiniz şeyleri yapmaya devam ediyor, sizi mutlu edecek küçük bir şey yapıyor mesela görmek istediğiniz bir yere götürmek, okumak istediğiniz bir kitabi hediye etmek. Normal şartlarda da bu birilerinin sizi mutlu etmek için çabalaması demek aslında. Ayni şekilde devam etmek gerek, çok da dramatize etmeden.

Babanla bir sureci birlikte yaşadınız, bunun sende etkileri olumlu mu oldu olumsuz mu oldu?

Aslında iki hastanın aynı evde olması çok sağlıklı bir durum değil çünkü siz onun için üzülüyorsunuz, o sizin için üzülüyor. Süreçleri farklı geçiriyorsunuz örneğin ben babama göre daha iyi geçiriyordum. Çünkü meme benim hayati bir organım değil ama akciğer öyle değil. Babamın hayati bir organı ve onun nefes almasını zorlaştırıyordu. O nefes almakta zorlanırken benim aldığım nefes bana acı veriyordu. O yüzden onu öyle görmek ve çaresiz kalmak beni içten içe çok yıprattı. Diğer taraftan iyiyiz baba deyip ona ümit vermeye çalıştım, o da beni ayakta tuttu. Hem avantajı var hem dezavantajı var. Biz ayni evde olmaya mecburduk çünkü küçük bir çocuğum vardı. Annem çocuğumla ilgileniyordu, ben ve babam kemoterapiye gidiyorduk.

Aslında ben aynı evde olmayı babamın beni görüp üzülmesini istemediğim için istemedim. İnsanın evladını karşısında hasta görmesi ve o hastalığının ne olduğunu bilmek insani çaresiz bırakıyor, onun yaşadıklarını hissetmeye çalışıyorum ve sanırım onun için daha zordu.

Hastalıktan sonra hayatında ne değişti?

Hayatımdaki önceliklerimi hatırladım. Ne yapmak ne olmak, nasıl bir anne olmak, nasıl bir eş olmak, nasıl bir kadın olmak istediğimi, hayatıma neleri almak neleri almamak istediğimi fark ettim.

Arkadaşlığa bakış açımı değiştirdim, yanımda olan arkadaşlarımla yürümeye devam ettim.

Çok kedi istiyordum, eşimi ikna ettim çünkü bana iyi geleceğini hissediyordum. Eve bir kedi aldım hatta şimdi ikinci kedimi aldım. O benim için insanların “ölmeden yapmam gereken şeyler” dedikleri listede bir yerdeydi.

Daha az üzülmeyi öğrendim, bazı şeylerin beni yıpratmasına müsaade etmemeyi öğrendim.

Çok pimpirikli bir anneydim galiba çocuğumla ilgili biraz rahatladım. Rahatladığımda çocuğumun da rahatladığını fark ettim.

Kendime vakit ayırmayı öğrendim, kitaplara sarıldım. Benim için en büyük avantajı o oldu. Zaten çok okuyan biriydim, daha da çok okumaya başladım.

Bir farkındalık için sosyal bir projeye katıldım, Sağlık Bakanlığı’nın çektiği kamu spotuna katildim. Orada bir yudum birilerine bir çağrı yapabilip bir doktora gönderebildiysem ne mutlu bana. Onun haricinde bu tarz diğer oluşumlarda başkaları ile bir araya gelmeye çalıştım.

Galiba biraz önceliği kendime verdim. Çünkü hep başkaları için yaşayan biriydim, bunu biraz törpüledim. Tamamen vazgeçtim mi? Hayır. Çünkü bu bir karakter. Yine başkaları hayatımda var ama önce ben, sonra etrafımdakilerin mutluluğu.

Yaşadığımız böyle tecrübelerin pozitif duygularımız kadar kutsal olduğuna inanıyorum. Çünkü onlar da bizi farkındalığa, hayatla ilgili değişiklikler yapmaya itiyor. Ama okuyucularımıza şunu da vermek isterim; bu sihirli değnek dokunmuş gibi olmuyor, yine mücadele gerekiyor. O yüzden şunu da sormak istiyorum, değiştirmek istiyorum deyip hala değiştirmemekte zorluk yaşadığın şeyler neler?

Hastalık sizi alıp bambaşka biri yapmıyor, bazı şeyler karakter ve değişemeyip sadece törpülenebiliyor. Galiba hala yediğim kazıklara üzülebiliyorum, onu değiştirmek isterdim. Biraz daha üzülmemeyi öğrenmek isterdim. Onu çok törpüleyemedim hala bir şeylere üzülebiliyorum. Ama o da insani bir duygu, onun değişmesi çok mümkün değil. İnsanız, bu duyguları kaybedersem zaten ben olamam. Tabi ki üzüleceğim yine yıkılacağım yine kalkacağım. Kalkmak zorundayım önce kendim için sonra evladım için sevdiklerim için.

En önemlisi olan şey, kabul etmek. Her şeyin kabul etmekle başladığını düşünüyorum. Kabul ettiğimiz zaman öyle ya da böyle bir yol çıkıyor karşımıza.

Bundan bir sene sonra bambaşka bir duygu olacak. Bundan bir sene öncekine göre de bambaşka bir duygu var. Büyümeye, gelişmeye, öğrenmeye ve düşünce kalkmaya devam ediyorum. Bu hepimizin hayatında böyle süregelecek çünkü hayat bu.

Sosyal medyanın hayatındaki yerine değindik röportaj suresince. Lakin sosyal medyayı çok yargılayan da var. O yüzden senin perspektifinden, sosyal medyanın güzel yönlerini duymak isteriz.

Kendi çapımda ufak ufak paylaşımlarla başladım. Kitap yorumlarımı paylaştığım bir mecra oldu benim için. Daha sonra bir farkındalık yaratmak için kanser öykümü paylaştığım ve böylece etrafında arkadaşlarımın oluştuğu bir yer benim için.  Hem kanser hem de kitap sebebiyle gelen arkadaşlıklarım var. Onlardan dışarıda hatta eşli ve çocuklu olarak görüştüğüm arkadaşlarım var. Uzak noktalardan birbirimizi takip edip ayni noktada buluştuğumuz insanlar var.

Evet, hep iyi gözüken bir tarafı var ama ben yıkıldığım zaman da paylaşıyorum. Ev halimi de paylaşıyorum. Bazen ben hep geziyorum, kitap okuyorum sanılıyor. Hayır ben metroya biniyorum, orada beş dakikam varsa o beş dakikada da kitap okuyorum. Kitaplarım benim her daim yanımda. Bana kazandırdığı çok güzel insanlar var ama bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar da “keşke hayatıma girmeseydi” dediğim insanlar da var. Ya da aslında “iyi ki girmiş ben bunu da görmüş oldum” dediklerim de var.

Ben hayatimin hiçbir döneminde olmadığım biri gibi olmadım, neysem o oldum, gülüyorsam güldüm, ağlıyorsam ağladım. Dolayısıyla o kadar ilgi duyulmasının sebebinin samimiyet olduğunu düşünüyorum. Ve ben aktif ve farkında bir kullanıcıyım. Fazla paylaşım yapıyorum, bazen kitaplara dikkat çekmeye çalışıyorum, kan bulmaya çalışıyorum bazen. Oradan koordine olup kan bulduğumuz insanlar var, o zaman inanılmaz mutlu oluyorum. Hatta senin de bağışçısı olduğun kampanyalar yaptık, bağışlarda bulunduk, okullara kitap dağıttık. Aktif olarak şu an öğretmenliğe devam edemiyorum ama “keşke bütün çocukların okullarında kütüphane olsa keşke bütün çocuklar eşit şartlarda olsa” diyerek birilerine vesile oluyorum. Onun tatmini, onun mutluluğu benim için yeterli, dünyaya bedel!