Almula Merter: Hoş geldin Aret Vartanyan. Nasıl gidiyor? Bu ‘Pandemi Dönemi’ herhalde bayağı işleri de aksattı, zorladı her şeyi, ama ben yine de o mutluluk tohumlarını senin yazılarınla bize gönderdiğini düşünüyorum. Hep içimiz ısınıyor. Hoş geldin mutlu kalpler kulübümüze...

Aret Vartanyan: Pandemi döneminde hayatlarımızı çok sorguladık.  Bizim uğraştığımız alanlara insanlar daha çok ilgi gösterdiler ve her şey çok hızlı değişmeye başladı, özellikle bu dijitalleşme… Dolayısıyla biz de bu süreçte kendimizi yeni dünyaya uyarlama yoluna gittik ve ben de bütün eğitimlerimi hatta kitaplarımı çalışmalarımı hepsini hızlı bir şekilde dijital dünyaya uyarladım. Ama iş mutluluğa, mutluluk tohumlarına gelince mutluluk her şeyden bağımsız... Ben ona inandım. Biz mutluluğu hep bir şeylere bağlayarak bekliyoruz oysa o bağımsız.

Almula Merter: Peki sana göre mutluluğun tam tanımı nedir?

Aret Vartanyan: Mutluluk bence insanın iyi olma hâli. Kendinle barışık bir şekilde inandığın gibi yaşamak. Burada en önemli sözcük “inandığın gibi yaşıyor olmak”

Ben de kendi yolculuğumu yapıyorum ve kendimi ararken aslında insanlarla birlikte o yolculuğa çıkmayı seçtim. O yüzden de 2008 yılından beri dediğim şey şu; burada öğreten adamlar yok ve ben ermiş değilim. Arayış son yolculuğa kadar devam edecek, benim yaşanmışlıklarımla ve yapabileceğimiz çalışmalarla ve herkesin tanıklığıyla birlikte bir şeyler yapabiliriz. Kimse sana senin hayatını veremez ve formül yok. Yaşam: yaşayarak öğrenilir...

Almula Merter: Kendini buldun mu?

Aret Vartanyan: Her zaman son nefese kadar sorgulamaya devam edeceğim. Şunu dersek olur; en çok ne değişti hayatımda? Kendimle barışma noktasında inandığım hayatı yaşamaya başladım. Gece yatağa giren biz var, bir de sabah uyanan biz var. Bundan on beş sene önce gece yatan Aret ile sabah kalkan Aret arasındaki fark bu kadar çoksa şimdi bu kadar az.

Almula Merter: Kendine kırgınlıkların oluyor mu? Mesela bir şeye kızdın kendine, o dönüşümünü kendine kırgınlıktan kendinle mutlu olma yoluna geçişini nasıl sağlıyorsun?

Aret Vartanyan: Kompartmanı çok hızlı değiştiririm ve yaptığım bir hata üzerine karalar bağlamak bana bir şey kazandırmayacaksa hemen olumlu tarafını görmeye çalışırım. Yani ne yapıyoruz? Mesela ben şu an elim çarptı çayı devirdim diyelim. Elimi niye böyle koydum? Keşke buraya koymasaydım demek yerine hemen burayı kurulamam lazım deyip hemen oraya dönüyorum. Artık çok az kendimi suçluyorum veya kendime kızıyorum. “Ya bunu böyle niye yaptım?” dediğim çok az şey var. Kendimize en ağır yargıç biziz aslında. Dışarıdaki insanların bize yargısından önce kendi yargımızla kendimizi aşağıya çekiyoruz, çok acımasızız kendimize karşı. Belki de cesaretsizliğimizi, ürkekliğimizi kendimizi ortaya koymaktan kaçışımızı, kendimize yüklenerek kapatmaya çalışıyoruz ama her birimiz olduğumuz gibi değerliyiz ve hata yapacağız. Önemli olan şey şu; devam edeceğiz yine duvara çarpacağız,  yine yanlışlarımız olacak ama geri dönüp baktığımızda da yapabileceğimizin en iyisini yaptık aslında diyebileceğiz. Nasıl düzelteceğim? Şimdi ne yapacağım? gibi sorular olabilir. Eğer bu sorunlarımı çözebiliyorsam geçmişimi de çözüyorum demektir.

Almula Merter: Yas süreci nasıl geçer?

Aret Vartanyan: Bazı insanlar onu hemencecik geçiyor ve eski haline gelmeye çalışıyor. Hayır yas tutulmalı. Ama kaç sene tutulmalıdır? Kolay değil sevdiklerimizi kaybetmek ama çok iyi biliyoruz ki hepimiz öleceğiz.

Varoluşçuluk felsefesi benim beslendiğim yer aslında. Derine indiğimizde sonuçta her gün ölüme yürüyoruz. Hepimiz çok iyi biliyoruz fonda geçici bir şey yaşadığımızın ve bunun bir sonu olduğunu biliyoruz. Bence yaşamı anlamlı kılan da bu. Sonsuz bir yaşam olsaydı anlamı olmazdı. Yaşam su anda çok anlamlı. O halde yaşamı anlamlandırma noktasında sabun köpüklerine mi yoksa çakıl taşlarına mı yoğunlaşıyoruz yoksa gerçekten aslında bize yaşadığımızı hissettirecek noktalarına mı yoğunlaşıyoruz? Hayat çok hızlı geçiyor ama gerçekten bir o kadar da çok uzun. Hayatta tabii ki sorunlar yaşayacağız insanız. Ağlayacağım, güleceğim, sinirleneceğim çünkü hayat böyle bir şey.

Almula Merter: Peki ben mesela çok depresyondayım, üzgünüm, problemlerim var, aşka küstüm ve sana geldim. Çalışmaya  benimle nereden başlarsın?

Aret Vartanyan: Ben şuradan başlarım diyemem, ben de hazır formüller yok. Bu yüzden de klinik bir durum varsa onu yönlendiririm. İlk önce şuna inanıyorum; karşındaki insanı olduğu gibi anlayıp önce kabul etmek önemli çünkü herkes herkese akıl veriyor. Sonra ilk şey çapayı doğru yere koymak. Yani gerçekten ne istiyor bunu bulmamız lazım. Ben eylem odaklayım. Yoksa sabahlara kadar özgüven de konuşabiliriz, süper örnekler verebiliriz, dinleyebilirim, anlatabilirim. Önemli olan kişinin A noktasından B ye, B den C’ye birlikte yürümektir. Kişisel dönüşüm bir ekoldür, içeriyi halletmeden dışarıda bulabileceğimiz bir şey yok. Kadim bilgelikten sosyoloji, psikoloji, felsefe kadar önemli olan şey bizim ihtiyacımız olan eyleme geçebilmemizi sağlamak. Sihirli formüller yok evet ama şunu çok iyi biliyorum; gerçekten yüreğinizi açtığınızda gerçekten o insanı kabul ettiğinizde ve yargılamadığınızda insanların potansiyelleri açığa çıkar. Şifalanırlar.

Almula Merter: Peki çok güzel fotoğraflarını görüyorum sosyal medyada eşinle, büyük bir aşk belli ki. Evlilik sana göre nasıl uzun süreli olabilir? Kırgınlıklar, kızgınlıklar anlaşmazlıklar nasıl çözülür? Evliliklerde nelere dikkat edilmeli? Neler yapmalı evliliği ayakta tutabilmek için?

Aret Vartanyan: Evlilik bir ilişki. Önce kendi hayatımızda şunu bilmeliyiz “ben ne bekliyorum bir ilişkiden” “gerçekten niye evleniyorum” ya da “gerçekten niye birisi ile beraberim” Eğer bir kişinin özgüveni yerlerdeyse, ilişkiden ne beklediğini bilmiyorsa kendisini sevmiyor ve kendisiyle barışık değilse ilişkisi sorunlu oluyor. Özü yakalamak çok önemli.

Yani hayatımda nereye gideceğimi bilmiyorsam ilişkiyi nasıl seçeceğim? Çırılçıplak olun birbirinize karşı. Ben hep söylerim eşimin yanında ağlayamayacaksam kimin yanında ağlayacağım? Rekabet olmaz, strateji olmaz, oyun olmaz. Bir de düşünerek ilişkiye başlanmaz. Eğer stratejiyle, oyunla bir ilişki devam ediyorsa bitişini de kabul etmemiz gerekir. Bitişler her zaman kötü bir şey değildir, dünyanın sonu değildir. Öbür türlü çok daha acı verecektir.

Almula Merter: Peki çocuklar falan olduğu zaman?

Aret Vartanyan: Birlikte olan ama sevgiyi tüketmiş bir ailenin çocuğu olmaktan daha zor değildir   boşanmış bir ailenin çocuğu olmak. Yani o sevgisizliğe tanık olmak, o hır güre tanık olmak… Biz eğer ayrılmayı bilirsek travmatik bir sonuç yaşatmayız çocuklara. Ama eğer çocuğu biz rekabet aracı yaparsak, koz olarak kullanırsak, onun üzerinden mesaj iletmeye çalışırsak o zaman sorun büyük oluyor. O yüzden de evlenirken nasıl medeni bir şekilde evleniyorsak ayrılırken de onu bilmek zorundayız.

Almula Merter: Evlilik veya ilişki bittiğinde dost kalınabilir mi?

Aret Vartanyan: Olur, çok da net olur. Zaten ayrıldığımız nokta bizim birbirimize karşı o aşk tarafını yitirdiğimiz nokta ama bu travmatik biterse veya bir taraf hiçbir şey olmuyormuş gibi her şey yolundaymış gibi zannederken ilişki bir anda kesilirse çok zor olur. Buna katılırım ama eğer birlikte karar veriyorsak ve ayrılık kararını ikimiz de onaylıyorsak dost kalmak gayet mümkün. Dost kalmayı şöyle görmeyelim yani her gün beraber yiyip içeceğiz değil sadece saygıyı kaybetmemek ve kötü bahsetmemek. Çünkü yıllarınızı paylaştığınız insan ayrıldığınız için kötü insan olmuyor.

Almula Merter: Ben biraz bolluktan, bereketten söz etmek istiyorum.  Bizim kafamızda hep ailelerimizden gelen inançlar var değil mi, “ayağını yorganına göre uzat” ya da “elin fazla para kazanırsa elinin kiri” olur…

Aret Vartanyan: Aslında yokluk içinde değilim, sadece oradaki hakkını alamayanım henüz ya da zihnimde o hakkı alamayacak olanım. Hakkını alamayacağına inanmış olanım. Şimdi herkes şunu söyleyebilir sonuçta yoksullar, zenginler, sınıfsal farklar var vesaire ama işte hepimiz kendi hayatımıza dönelim. Bir bakalım paraya nasıl bakıyoruz mesela para ne demek bir banknot, bir kâğıt parçası o. Aslında bir enerji. Bir şey üretmem lazım yani illaki kâğıt para olması gerekmiyor. Yani aldığım bir sevgi, aldığım bir sarılma illaki bu cebimdeki para demek değil. İki, tutarak veya harcamayarak zengin olunmuyor veya o para artmıyor para için çalıştığınız sürece de para gelmiyor çok net ama vermeyi bilebilmek önemlidir. Bir fatura ödediğiniz zaman çok fazla bu fatura demek yerine çok şükür ki ödeyebiliyorum şu anda onu ödeyebilecek gücüm var, diyebilmek önemli. Bir şekilde rızkımı bulabildim. Önce şunu bilelim biz hep yoka yoğunlaşıyoruz. Param bitecek, param bitecek, yoksullaşacağım ve sokakta kalabilirim diye düşünüyoruz ve bunu doğuracak sonunda. Şundan da bahsetmiyorum oturalım biz olumlama cümlelerini söyleyelim. Kolay olmuyor, ürettiğimiz bir şey var bizim ve bu şöyle bir şey baktığınız zaman, mesela 10 kuruş kazanıyorum sonra 20 kuruş kazandığımda bakıyorum ya 20 kuruş kazanabilirmişim sonra bir şey yapıyorum 30 kuruş. 30 kuruştan aşağıya düşmezsin artık. Ben kurumsal hayatı bıraktıktan sonra kendi işimi kurdum daha sonra maaş yatmadı ve ne oldu para gelmiyor ama sonra bakıyorsunuz ki bir dakika, ne verirsem onu alacağım artık. Ama şu çok önemli bunu bütün inanç sistemlerinde görebiliriz; zekat… Kazancımın yüzde onunu vermem gerek mutlaka ve mutlaka paylaşmak zorundayım onu.

Almula Merter:  Alma verme dengesini kurmak lazım.

Aret Vartanyan: Bu bir döngü… Ben de toplarsam, tutarsam akışı keserim ve böylece bana gelişinin de önünü kesmiş olurum. Kutsal kitaptan alıntı yapacağım”  sokaktaki kedi köpek de rızkını bulabiliyorsa eğer sen de bulabileceksin rızkını.” Zihindeki yoksulluk ne kazanırsanız kazanın bitmiyor, yani milyonlarca paranız olduğunda bile yoksulluk bilincinden çıkamıyorsunuz, yoksulluk sizinle çünkü o zihindeki bir kıtlık kısmı.

Almula Merter: Peki bağlılık ve bağımlılık hakkında ne düşünüyorsun?

Aret Vartanyan: Çok net. Bağımlılık tamamen özgüven eksikliğinden kaynaklanır, bağlılıksa ihtiyaç duyma hali. “Ya ben sensiz yaşayamam” bence klinik bir cümledir.

Almula Merter: Peki sadakatsizlik nerede başlıyor?

Aret Vartanyan: Sadakatsizlik artık zihinde başlıyor, sadakatsizlik şu; yalan söylemek. Keşke birbirimize karşı her şeyi söyleyebilsek ve ilişkilerde her şey konuşulsa.

Almula Merter: Beyaz yalan diye bir şey var mı?

Aret Vartanyan: Ya olmaz beyaz yalan. Ben hatta “Sen ve Ben” kitabımda yazmıştım. 1 aylık ömrü kalan birisine bunu söylemeli miyiz, söylememeli miyiz? Veya söylemezsek buna beyaz yalan diyoruz ama değil, çünkü belki o bir ayda o kişinin vedalaşması gereken birisi olabilir, yapması gereken bir şey vardır belki, bunu elinden alıyorsun. Doğruyu bilmek her zaman iyidir.

Almula Merter: Nötr olabiliyor musun dinlerken?

Aret Vartanyan: Artık oluyorum ama ilk başta en çok zorlandığım şey oydu.

Almula Merter: Empati veya sempati?

Aret Vartanyan: Empatide kalın sempatiye geçmeyin. Birçok tartışma empatiden sempatiye geçtiğimiz için başlıyor. Hayatın sırrı bence şu; yorumsuz bakabilmek.

Kendimle kavgalıysam, bu hayatta aradıklarımı bulamıyorsam o kadar yargılayan oluyorum. Aslında çığlık atıyorum. Aslında görünmek istiyorum. İnsanları en çok eleştiren insanlar en çok acı çeken insanlar. Öyle insanlarla karşılaştığımız zaman da hep söylediğim şey “lütfen şefkatle yaklaşın”. Çünkü korkuyor, acı çekiyor. Sen mutlu olduğunda sen kendinle barıştığında, sen, sen gibi yaşamaya başladığında, sen iyi hissettiğinde yargıların da azalacak, kavgan da azalacak, insanları eleştirmen de azalacak.

Almula Merter: Çok teşekkür ediyoruz sevgili Aret. İyi ki varsın.