Hayatımızda çevremizin, toplumun, nefsimizin eleştirilmesini istediği, yerilmesini arzu ettiği birçok mevzu vardır. Bizde bazen isteyerek bazen de alışılageldiği gibi davranarak toplumun önemli bir bölümünün müşahede ettiği hususlara eleştiriler getirebiliyoruz. Belki bu eleştirilerimizde haklı olduğumuz taraflar vardır. Ama şunu unutmamak icap ediyor, eleştirilen mevzu enine boyuna etüt edilmiş, hakkında ne kadar polemik varsa gündeme getirilmiş tüm hususiyetleri ile masaya yatırılmış olmalıdır. Çünkü dürüstlük prensibi bunu gerektirir bir mevzuyu eleştirirken insaf çizgilerini aşmamak gereklidir. 
Cihan Harbinin neticelerinden biri de yıkılan İmparatorlukların yerine Ulus-devletlerin kurulmasıdır. Osmanlıcılık politikalarının balkan savaşlarında, Ümmetçiliğin ise cihan harbinde son bulmasıyla Tek seçenek kalmıştı: Türkçülük. Bu müspet hareketin varlık nedenleri Ulus devlet anlayışımızın tarihsel gerekliliğini ortaya koymaktadır. Cihan harbine müteakip yeni kurulan devletlerin rejimlerinde köklü değişimler yaşanmıştır. Birçok ulus cumhuriyet rejiminin çağın şartlarına uyumlu doğru bir karar olduğunu düşünmüşler. Diğer ülkelerde bu devrim süreci ne kadar sorgulanmıştır, bilmiyoruz. Lakin üzerinden neredeyse bir asır geçmesine rağmen bizim ülkemizde hala sorgulanıyor ve ne hikmetse her sosyal çatışmaların, terör olaylarının sebepleriyle ilişkilendiriliyor.
Cumhuriyet kurulduğu yıllardan 91. Seneyi devriyesini tamamladığı bu günlere kadar hep bir takım eksikliklerinin, yanlışlıklarının olduğu iddiasıyla sorgu sahasına çekilmeye çalışılmaktadır.  Elbette bir yönetim tarzı eleştirilebilir, eleştirilecek tarafları da vardır belki. Ama eleştiriler kimi zaman istikameti itibariyle kirli niyetlerin neticesi olduğundan insafını yitirmektedirler. Öncelikle şunu belirtmek gerekir Cumhuriyet ve onu kuran kadrolar jakoben değildir. Yani Cumhuriyet öyle birden bire ortaya çıkmış bir mefhum değildir. Onu kuran kadrolar bir başka memleketin siyasetçileri, saray taifesi, saltanat mirasçısı, devşirme yani tepeden inme değildirler. Cumhuriyet kadroları Osmanlının son dönemine şahitlik etmiş, I. Dünya ve İstiklal savaşlarına iştirak etmiş hata vazife almış asker ve devlet adamlarıdır. 
Yakınlarda bir yazarın söylediğinin aksine Cumhuriyet öyle oldubittiye getirilerek yürürlüğe konmuş bir uygulama da değildir. Bu iddia yersizdir. Osmanlı içerisindeki anayasal çalışmalar, meşrutiyet denemeleri cumhuriyetin birikerek ilerleyen bir demokratik kültür olduğunu ortaya koymaktadır. Cumhuriyet ile onun kazanımlarıyla hesaplaşmamız gerektiği yorumu var. Bu hususta getirilen eleştirilerde dikkat çekicidir. Bu eleştirileri tek tek dile getirmeden bir şeyi belirtmekte fayda var. Tarihsel gerçeklik, gündem koşulları ile değil yaşandığı dönemin koşulları ile değerlendirilmelidir. 
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş nitelikleri itibariyle hem ulus-devlettir hem de çağdaşlığı prensip edinmiştir. Bu vaziyeti cumhuriyete iki hasım kazandırmıştır. Bunlardan biri şimdi Cumhuriyet’e karşı olduğu gibi geçmişte de Matbaaya, Darülmuallimine ve Meşrutiyet’e karşı olan gerici (irticacı) cenahtır. İkincisi ise çıkar ilişkileri bozulan menfaatlerinin önü tıkanan dün Kürt Teali Cemiyeti, Damat Ferit Hükümeti ve bugün aynı ayrılıkçı, teslimiyetçi fikriyatın temsilcileri… 
Kabul etmek gerekir ki bugünde milli varlığa düşman cemiyetler varlıklarını sürdürmektedirler.  Ve hala Cumhuriyetle hesaplaşma peşindeler. Dünkü itirazları ve uyumsuzlukları bir hayal kırıklığının neticesiydi. Bugünkü memnuniyetsizlikleri ise beklentilerinin istedikleri ölçüde karşılık bulamayışlarındandır. İşte bu cenah sırf bu tavrın sahibi olmalarından ötürü cumhuriyetin sorunlarını çözmesinde taraftar olanlar değil problemlerinin kaynağı olduğunu düşündükleri cumhuriyeti bertaraf etmek isteyenlerdir.