Ekseriyyeti, Monarşi ile idare olunan, Ehl-i Salîp devlet’lerinin ısrarlı telkinleriyle, 01 Kasım 1922’de Saltanat lağvedilmiş, 05 Mart 1924’de de, Hilâfet kaldırılmış, Devletin Rejimi’nin Cumhuriyet olduğu bütün dünya’ya ilân edilmiştir. Türk Vatandaş’larının herhangi bir rejim mes’elesi yoktur. Cumhuriyeti kuranlar’dan ba’zıları da, dâhil, Fethi Bey, (Fethi Okyar), Kazım Karabekir, Ali Fuad Cebesoy, Fevzi Çakmak, gibileri “Saltanatı kaldırdık, hiç değilse, sembolik olarak Hilâfeti muhafaza edelim. Edelim ki, İslâm ülke’lerinin Devletimize karşı alaka’ları devam etsin,” Millî Mücadelemiz sırasında, Hindistan Müslümanları miting meydanlarında, Milletimize yardım için toplandıklarında, vereceği hiç bir şeyi bulunmayan, bir kahraman, Hind’li Müslüman hanımefendi, yanında bulunan çocuğunu, başının üstüne kaldırır, “Benim verecek hiç bir şeyim yoktur. Alın bu çocuğu, satın, parasını yardım olarak, İstanbul’a, Halife-i Ruy-i Zemin’e gönderin,” diye haykırır. Bu ruhun, bu alaka’nın devamı için, hilâfetinin muhafazasını istemişlerdi. Fakat, rejimin zimamdarları, Çankaya Köşkü’nde, alınan bir kararla, Saltanat’ın ardından, Hilâfetin de kaldırılmasına karar vermişlerdir. (Not: Hindistan Müslüman’larının kendi aralarında topladıkları ve Millî Mücadelemize destek vermek üzere, gönderdikleri bu yardımlarla, İş Bankasını kurmuşlardır.)

Saltanat’ın ve Hilâfetin lağvedilmesinden sonra, ne Hânedân’ın, Necîp mensuplarından ve ne de, Türk Milleti’nin başka ferd’lerinden, Saltanat’ın ve Hilâfet’in geri getirilmesini isteyen, tek kişi çıkmıştır. Bu da, neyi gösteriyor? “Türkiye’de rejim mes’elesi yoktur, sistem mes’elesi vardır,” diyenler doğru söylüyor. Bizce de artık, bir rejim mes’elesi, rejim tartışması yoktur. Ama, lime lime, dökülen ve artık devam ettirilmemesi gereken, bir sistem mes’elesi vardır. 

Birileri çıkmış, meydan meydan, salon salon, dolaşıyor, “Tek Adam,”lık’dan bahsediyor. Bütün Türk Devlet’leri tarihinde, gerçek ma’na’da, “TEK ADAM,”lık, 1923-1950 arasındaki, 27 yıllık müddette, Tek Parti Mütegallibe döneminde geçerliydi. 

30 Ekim 1923’den, 10 Kasım 1938’e, Ebedî Şef döneminde, kararlar, devrimler, kanunlar Çankaya Köşkü’nde alınır, bir gün sonra veya bir-kaç gün sonra, T.B.M.M.’sine adetâ tebliğ edilir, tartışmasız kabul edilirdi. Bu dönem’de, Başvekillik yapan, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Fethi Bey (Okyar), silik birer şahsiyet idiler. Bugün kısa bir müddette olsa Başvekillik yapan Fethi Bey’i (Fethi Okyar’ı) kaç kişi hatırlar? İsmet İnönü ve Celâl Bayar daha sonraki yıllar’da Cumhurbaşkanlığı’nda bulunmasaydılar, Fethi Bey, gibi onlar da unutulup gitmeye mahkûm idiler. 

11 Kasım 1938 – 12 Mayıs 1950, Millî Şef dönemi: 

26 Aralık 1938’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin olağanüstü kongresinde, İsmet Paşa Millî Şef ve değişmez-değiştirilemez, değiştirilmesi, teklif dahî edilemez, Genel Başkan ilân edildi. Yâni, müseccel Tek Adam! Onun devri de, Tek Adam devri! Bu dönem’de kararlar ve kanunlar, önce C.H.P.’sinin merkezinde oluşturulur, T.B.M.M.’sine getirilir, hiç müzâkere edilmeden, tartışılmadan, eller kaldırılır, ittifakla kabul edilirdi.

Bu dönem’in hükûmetleri, hep kukla hükûmetlerdi. Bu dönemin Başbakanları, - o dönem’de Başvekil denilirdi. - Refik Saydam, Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker, Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay, hiç hatırlanıyorlar mı? Bırakınız, avam tabakasını, okumuş-yazmış, siyâsetle alakalı çalışmaları olanlardan kaç kişi bu dönemin Başvekillerini hatırlar, sayabilir? 

Varsa-yoksa, İsmet Paşa-İsmet İnönü... 

Türk Siyâsî Tarihine 4’lü takrir sahipleri olarak geçen, Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuad Köprülü ve Ali Adnan Menderes, C.H.P.’den ayrıldılar. Çok partili dönemin başladığı tarih olarak bilinen, 1946’da (07 Ocak 1946)’da “Atatürk ilkelerinden ta’viz vermemek, irticâ’ya kaçmamak ve dış politika’da polemiklere girmemek konularında İnönü ile Bayar mutabakatı sonrası, muvaza’a’lı bir şekilde, Demokrat Parti kuruldu. Parti programı, liberalizme ve demokrasiye dayandırılan Parti’nin Genel Başkanlığı’na, Celal Bayar seçildi. Parti henüz yurt çapında tam teşkilatlanmadan, Cumhuriyet Halk Partisi 21 Temmuz 1946’da erken genel seçim kararı aldı. Açık rey, kapalı tasnif sisteminin uygulandığı bu seçimler’de seçime büyük hileler karıştırıldı. Sandıklar kapalı kapılar arkasında açıldı. Eğer, C.H.P. 10, Demokrat Parti 90 ise, me’murlar, mazbatalara, 100, C.H.P. olarak geçiyordular. Buna rağmen, ba’zı insaflı seçim me’murlarının zabıtlara doğru rakamları geçmeleri sâyesinde, Demokrat Parti, 61 milletvekilliği kazanabilmişti. Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de, hâkimler nazâretinde yapılan seçimlerde, ekseriyyet sisteminin uygulanması dolaysiyle, kâhir bir ekseriyyetle, seçimleri kazanmış, Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Ali Adnan Menderes Başbakan olmuştu. Türk Siyâsî Tarihinde nisbeten istikrarlı dönem kabul edilen, 1950-1960 arası Demokrat Parti iktidarları döneminde, üst üste üç dönem, 1950, 1954 ve 1957 seçimleri Demokrat Parti kazanmıştı. Adnan Menderes de üst üste, üç def’a, Başvekîl olmuştu. Arkasında, her döneminde, kahir bir ekseriyetle, parti grubu vardı. Menderes’in arkasında, “Siz isterseniz, Saltanatı, Hilâfeti bile getirirsiniz,” dediği bir grup olmasına rağmen, Sistem’in za’fiyetinden nâşî, maalesef, muvaffak olamamıştır. Üstad Necip Fazıl’ın, Büyükdoğu Gazetesi’nde, kendisine, “Ya ol, ya öl,” dediği Menderes, olma’yı beceremediği gibi, ölmeyi de tercih etmemiş, ipleri hep Bayar’ın elinde, kendi müsteşar’ını bile ta’yin etmekten aciz birisi durumuna düşmüştü. –Bilindiği gibi, Başvekil, Adnan Menderes’in Müsteşarı olan zât, Celal Bayar gibi, 33 dereceden mason Ahmed Salih Korur idi. Yassıada Mahkemeleri sırasında, Başvekili, tahkîr, tazyîf ve terzîl zımnında, ortaya atılan, “Bebek da’vâ’sı, cımbız, don ve sevgili da’vâ’ları” bu adamın başının altından çıkmıştı. 

Üst üste, iki dönem seçim kazanan, bırakılsaydı, üçüncü dönemi de kazanmasına muhakkak gözüyle bakılan bir başka parti de, Demokrat Parti’nin mirasçısı, Adalet Partisiydi. Bu Parti’nin iktidarda bulunduğu yıllarda, yine, nisbeten istikrarlı yıllardı. Bu yıllar’da, Süleyman Demirel Başbakan olarak, Cumhurbaşkanları, Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay ile çalışmıştı. Cemal Gürsel, 27 Mayıs Darbesinin başı, Cevdet Sunay, İhtilâl sonrasının Genelkurmay Başkanıydı. Bu dönem’de Cumhurbaşkanları, salahiyetsiz ve sorumsuzdular. Fakat, 1961 Anayasasında, “Hâkimiyet bilâ kayd-ü Şart Milletindir,” denilmiş olmasına rağmen, Millet bu hâkimiyyetini organları eliyle kullanır, denilerek, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay gibi, T.B.M.M. ve hükûmetin dışında başka organlar da ortaya çıkarmıştı. 

Bu yıllar’da, Süleyman Demirel’e sorulmuştu. “Kırat ne zaman şaha kalkacak?” – Bilindiği gibi, Kırat, Demirel’in Partisi, Adalet Partisi’nin Remzi amblemi idi.- Süleyman Demirel, “Kırat şahlanmasına, şahlanacak da, Taylar bırakmıyor,” demişti. “Bütün Türkiye’nin, asâyiş’inden-emniyyetinden sorumlu tutuluyorum, fakat, Ankara’ya, bir Emniyet müdürü bile ta’yin edemiyorum,” sözü de Süleyman Demirel’e aittir. O yıllarda, sabah-öğle arası, vazife’den alınanlar, öğleden sonra, “Yürütmeyi durdurma” kararıyla idare’nin karşısına çıkardılar.

12 Mart 1971 Muhtırasından, 12 Eylül 1980 arası dönem, sistem’in tamâmen çöktüğü, tefessüh ettiği, en istikrarsız bir dönemdi. Memleketimiz, Aziz Milletimiz, 2. Cihan Harbi sırasındaki Fakr-u Zarûret dönemine döndürülmüş, pek çok gıda ve ihtiyaç maddeleri karne’ye bağlanmıştı. Demirel’in meşhur, “Memleket, 70 Cent’e muhtaç hale getirildi,” dediği dönem işte bu dönemdir. Bu yılların sonlarında, Merkez Bankası’nın kapıları kapatılmış, devrin Başbakanı, döviz talebiyle hiç bir kurum, kuruluş ve şahıs bize müracaat etmesin, kendi başının çaresine baksın! demişti. 

İlaç Fabrika’ları bile, zarûrî ilaç ham maddelerini, yurtdışında bulunan işçilerimizden te’min ettikleri döviz’lerle ithal edebiliyorlardı. 

12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra, 70 Cent’e muhtaç hale getirilen ülkemize, ba’zı Avrupa Birliği ülke’lerinin borç-ödünç para vermeleri söz konusuydu. Devrin Başbakan Yardımcısı, Merhum Turgut Özal, ağır bir kalp krizi geçirmiş ve ameliyat edilmişti. Hekimler eşliğinde, Avrupa’ya götürüldü. Avrupa’nın en küçük ülkelerinden birisi, nüfusu, Ankara’nın, İstanbul’un, orta ölçekli mahallelerinden birisinin nüfusu kadar, 370 bin nüfuslu Lüksemburg, Başbakan Yardımcısı ve hey’etini, 7 saat kapıda beklettikten sonra, Türkiye’ye, 1 milyon A.B.D. doları, yazıyla (BİR MİLYON DOLAR), borç verebileceğini açıklamıştı. İşte, AB ülkelerinin, Ehl-i Salîp Batı’nın görmek istediği Türkiye bu Türkiye’dir. Hazmedemedikleri Türkiye de, günümüz Türkiye’sidir. Allah’a sonsuz şükürler olsun ki, bugün İstanbul’daki herhangi bir sanayi sitesindeki küçük ölçekli herhangi bir firmadan talep edilse, bir milyon değil, beş milyon, on milyon A.B.D. Dolarını, def’aten çıkarır verebilir. 

Bu sistemin değiştirilmesi için önümüzde büyük bir fırsat vardır. Değiştirilen, değiştirilmesi istenen, rejim değil, bu kokuşmuş, tefessüh etmiş sistemdir... 

Ba’zı dost’larımız, “Hocam! Bırak siyâseti siyâsetçiler yazsınlar, konuşsunlar” diyorlar! 

Azîz Kardeşlerim. Bendeniz, Patagonya’da yaşıyor, birisi değilim. Ayrıca, akılsız, hissiz, Hüdây-i Nâbit, Etobur bir hayvan tarafından yenilmiş, hazmedilmiş, gübre olarak yeryüzüne savrulmuş bir nebât da değilim. Hislerim var, rabbim akıl lütfetmiş, “Aklımızı kullanmamızı” emir buyurmuş, Kur’ân-ı Kerim’de, def’aatle “Niçin aklınızı kullanmıyorsunuz,” buyurmuştur. 18 yaşından beridir, memleketimizin ve dünya’nın siyasetiyle, İktisâdî ve İçtimâî vaziyetiyle yakından alakadarım. Bendenizden, bir işâret, bir delâlet bekleyen Kardeşlerim vardır! İçinde bulunduğu devr’in siyâsetini iyi bilmeyen ve iyi ta’kip etmeyenlerin, Allah’ın dinine hizmet etmeleri mümkün değildir. 

Mecelle-i Ahkâm-ı İslâmiyye’nin bir Maddesi şöyledir: 

“Def-i Mazarrat, Celb-i Menf’eattan Evlâdır,” (Zararları def’etmek ile yararları kendisine çekmek, eşid zorlukta ise, zararlıları def’etmek daha evladır. Siyâset, ba’zen “mazarratı,” def’etmek için yapılır. 

1957 yılında, ba’zı yakınlarının, zamansız siyâsî tercihlerini deklare etmeleri üzerine, devrin Cebâbiresi’nin tertip ve iftiralarıyla, 69 yaşında, şeker hastalığı ve şeker hastalığı’na bağlı olarak, pek çok rahatsızlığı bulunan, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve Müceddid, 59 gün, Kütahya Mahpushâne’sinde tutulmuştu.