Ülkemizin son dönemde yaşamış olduğu sıkıntılı, kritik dönem hepimizce çok iyi bilinmektedir. Ancak Türk Milletinin vatanına, devletine, bayrağına olan vazgeçilmez bağlılığıyla, yaşanan tüm sıkıntılar, tehditler bertaraf edilmiş; devletimizin bölünmez bütünlüğünden, milletimizin birlik ve beraberliğinden asla taviz verilmemiştir. 

Milletimizin çözüm bekleyen onca sorunu varken;  ikili rakamlara ulaşan enflasyon, işsizlik problemlerimize, büyüyen iç ve dış borçlarımıza, dış ilişkilerimizde yaşanan onca sıkıntıya, bir de üstüne üstlük giderek kutuplaşan toplum yapımıza rağmen, 18 maddelik bir anayasa içeriğiyle; devletimizin yönetim biçiminin değiştirilmesini hedefleyen halk oylamasıyla karşı karşıya kalınmıştır.

Bu oylamayla asırlık bir çınar ihtişamıyla dimdik ayakta duran, parlamenter demokratik yapısıyla kök salan devlet yönetimimizin tek elde toplanması, ‘Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı’ sistemiyle yer değiştirmesi/dönüştürülmesi amaçlanmıştır.

 Aslında bugün gelinen noktanın ‘sessiz bir devrim’ olduğunu, bu sitemi halk oylamasına sunanların söylediğini de unutmamak gerekir.

Bu halk oylaması öncesinde ülke sathında yaşananları hep birlikte izledik. Bu süreçte miting meydanlarında, görsel - yazılı basında, sosyal medyada her ne yaşandıysa; devletin tüm imkânlarının kullanılarak, yeni sisteme ‘evet’ denilmesini isteyenlerle, mütevazı olanaklarıyla bu görüşün karşısına çıkarak, ‘hayır’ ben demokratik parlamenter sistemden yanayım diyenler arasında geçmiştir.

Sonuçta 16 Nisan’da sandık başına giden Türk Milletinin %85,46’sı oy vermiş; % 51,4’ü yeni yönetim sistemine evet, % 48,6’sı ‘hayır’ demiş, bu sonuç nitelikli kabul oranını içermese de, neticeten milli iradenin onayını almıştır.

Ancak şu gerçeği de hiç kimse yok saymamalı, göz ardı etmemelidir! Sandık başına gidenlerin yarısına yakını da bu oylamada ‘hayır’ demiş, tercihini demokratik parlamenter sistemden yana kullanmıştır.

Neredeyse her metre karesi ‘evet’ pankartlarıyla donanmış ülkemizde, devletin tüm gücünün kullanıldığı onca propagandaya, OHAL şartlarına rağmen; halkımızın % 48,6’sı ‘buzdolabına konulmuş olan demokratik parlamenter sistemin’ devamı yönünde kullanmış, ‘hayır’ demiştir. Bu da, ülkemizin yarınlarını Atatürkçü düşüncenin aydınlatacağına inanmış olanların yanıtıdır.

Halk oylamasında ‘Evet’ diyen de, ‘Hayır’ oyu verende aziz vatanımızın birinci sınıf yurttaşıdır. Evet diyenler ne kadar saygın ise; hayır diyenlerde o kadar saygındır.

Bu referandumda herkesin özgür iradesiyle, vicdanının sesiyle oyunu kullanmış bulunması; aynı zamanda Türk milletinin dünyaya vermiş olduğu önemli bir demokrasi mesajıdır.

Ancak oylamanın yapıldığı gün, YSK tarafından öylesine bir karar alınmıştır ki! Bu kararın açıklanması ülke gündemine adeta bomba gibi düşmüş, oyunu kullanan insanlarımızı şaşkına çevirmiştir! 

Bu açıklamada: ‘’Mühürsüz oy pusulaları da geçerli olacaktır,’’ denilmiş; YSK’nın bu kararı; ’’Vatandaşın kendinden kaynaklanmayan bu hatadan dolayı, bu oyların geçerli olacağı’’ gerekçesine dayandırılmıştır.

Açıklanan bu kararı takiben yapılan eleştiriler, beyanlar, ülkemizin yeni yönetim biçiminin oylandığı böylesine önemli bir tercihi ne yazık ki, tartışmalı hale getirdiği yöndedir. 

Böylece halk oylamasına yapılan itirazların ana başlıkları da belli olmuştur:

‘’Mühürsüz oy pusulaların geçersiz sayılması’’, ‘’Mühürsüz seçim’’  

‘Hayır’ propagandasını yürütenlerin sözcüleri yapmış oldukları açıklamada, mühürsüz zarflar içinde kullanılan 2 – 2,5 milyon oydan bahsetmektedir! 

Bu da katılıma göre % 6’lık bir orana tekabül etmektedir. Dolayısıyla oy pusulalarının tercihi ne olursa olsun; bu yüzde oranı, halk oylaması sonucuna etki yapacak niteliktedir.

İddia odur ki!  Mühürsüz oy pusulaları bu seçim sonucunu doğrudan etkilemiştir.  

900 bin oyun geçersiz sayıldığı bir oylamada, mühürsüz oy pusulası gerçekten bu kadar fazlaysa, bu önemli tespit; bütün ayrıntılarıyla açıklanmalı, vatandaşların aklındaki hiçbir soru yanıtsız kalmamalıdır. Bu açıklamayı beklemek her yurttaşımızın en tabii hakkıdır.

Bu arada Avrupa’dan bir ses yükselmiş, AGİT bir açıklamayla; YSK’nın oy sayımı başlamadan önce yapmış olduğu bu değişikliğin, ‘’Önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdığını. Kanunla çelişkili olduğunu’’ belirtmiştir.

Her ne kadar yurt dışından yapılan benzer açıklamalar; içerik itibariyle ülkemizi yönetenlerce kabul görmese, işitilmese, yok hükmündedir dense de; yapılan bu tespit, AB ile devam eden tam üyelik müzakerelerini olumsuz yönde etkileyebilecektir. 

YSK’nın almış olduğu bu karara, bir de şöyle bakılmalıdır!

Sandıktan çıkan sonuçlar bu oy yüzdelerinin tersi olsaydı; yani ‘Hayır’ oyları, ‘Evet’ oylarından %2,8 fazla çıksaydı; ülkemizi yönetenlerin YSK’nın almış olduğu bu karara tepkisi, uygulaması acaba nasıl olurdu? 

Oyların nasıl geçersiz olacağını belirleyen seçim yasasının ilgili maddesine, anayasa mahkemesinin bu yönde vermiş olduğu karara rağmen; YSK’nın oylamanın yapıldığı gün, bu yasa maddelerini görmezden gelerek almış olduğu kararın bundan sonrasını yine hukuk belirleyecektir. Çünkü bu kararın iptali için ‘hayır’ cephesinin temsilcileri yargıya başvurmuştur. 

Ancak her ne yaşanırsa yaşansın; önemli olan bundan sonraki süreçtir. Devletimizi yönetenlere, tüm partilere düşen ilk görev; ülkemizin önünde bekleyen devasa problemlerin öncelikli çözümüne yönelik olmalı, toplumsal uzlaşı mutlak surette sağlanmalıdır.

Bunun yolu, Anayasa’yı toplumsal bir mutabakat metnine dönüştürmekten geçmektedir. Halk oylamasına sunulan bu anayasa değişikliğine/yeni yönetim biçimine; sandığa giden yurttaşlarımızın yarısına yakınının ‘hayır’ dediği göz ardı edilmemelidir.

T.B.M.M görevinin başındadır. ‘Anayasa’yı toplumsal uzlaşı metnine’ dönüştürmek için zaman geçmiş de değildir; bunun için hala bir fırsat vardır.

Unutulmamalıdır ki! 16 Nisan Halk oylaması; ‘Atı alıp da Üsküdar’a geçmek, ya da eşeğini Bor’a sürmek’ için yapılmamıştır. Bu halk oylamasında özgürlükçü parlamenter demokrasiye inanan, hiçbir dogmaya, dayatmaya diz çökmeyen, beyninde Atatürkçü düşüncenin aydınlık yarınlarını taşıyan %49’luk bir oy oranı da vardır.