Cemiyetçilikten devlet adamlığına uzanan başarının hikâyesi: Prof. Dr. ERCÜMENT KONUKMAN anlatıyor. Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de milliyetçi kuruluşlarda aktif olarak çalışanların; eskilerin tâbiriyle ‘pir’lerinden, batılıların deyimiyle ‘duayen’lerindensiniz. Bu tür çalışmalarınız ne zaman nerede ve hangi etkenlerle başladı? Prof. Dr. Ercüment Konukman: Bunu anlatabilmek için biraz çocukluk dönemine geçmemiz lazım. Ben bir ilkokul öğretmeninin oğluyum. İlkokul öğretmenleri köylerde ve kasabalarda uzun müddet, belirli sürelerde görev yapan insanlardır. Babamın, her görev yaptığı yerde bir çocuğu doğdu. Benim doğum yerim de Gebze’nin Demirciler köyü olmuş. Doğduğum ve ilk üç sene okuduğum yer olmanın dışında şirin ilçemiz Gebze ile alakam yoktur. O dönemde, bulunulan köy veya şehrin durumuna göre; üç sınıf, beş sınıf veya orta mektepten sonra tahsil hayatı tıkanırdı. Türkiye’de lise sayısı belki 10 veya 15 idi. Her vilayette yoktu. Bütün bunların yüzünden de ilkokul öğretmenleri veya memurlar çocuklarını okutabilmek için yer değiştirmek için tekliflerde bulunurlardı. Benim ilkokuldaki 3 senelik tahsil müddetim dolunca Adapazarı’na nakletmek icap etmiş. Bu sebeple ilkokulun son iki yılını ve ortaokulu Adapazarı’nda bitirdim. Adapazarı’nda lise yok. Okumak için İzmit’e gitmem gerekti. O dönemde Adapazarı’ndan İzmit’le iki saatlik tren yoluyla gidilebiliyordu. Başka bir vasıta yok. Oraya da her sabah gidip gelmeyi başlangıçta denedik, olmadı. Ailem beni öğrenci yurduna vererek Vefa Lisesi’ne kaydettirdi. Birinci sınıfta tarih öğretmenimiz Reşat Ekrem Koçu idi. Bana tarihi O sevdirdi. Milletimi sevdirdi. Ve sadece sanki onunla ilgili bir ön hazırlık varmış gibi onun sevgisi bana diğer safhalarda birtakım hedefler belirledi. Bu hedefleri adım adım takip ettim. Talebe yurdunda kalmakta zorlandığımdan, babam emekliliğini istedi ve Üsküdar’a yerleşti. Lise 2’ye başlayacağım sene kaydım, Haydarpaşa Lisesi’ne nakledildi. Oradan mezun oldum. Bu esnada Nihal Atsız Hoca’yı bir müddet orada gördüm. O benim duygularımı perçinleştirdi. O gitti hanımı Bedriye Hanım tarih öğretmeni olarak geldi. Bedriye Hanım bize 2 sene müddetle Türklüğü, Osmanlıyı, Türk dünyasını anlattı. Ve oradan gayet güzel bir intiba ile üniversiteye geçtiğim zaman bir arayış içersine girdim. Bu arayışla evvela Nihal Atsız’ın yetiştirdiği kişilerin grubuna girdim. Bu sebeple ilk girdiğim fikir topluluğu; ‘Türkçüler – Turancılar’ diye isimlendirilen Atsız Grubu oldu. Nihal Atsız Süleymaniye Kütüphanesi müdürlüğüne tayin edildi. Öğrencilerle irtibatının olmadığı bir durumdaydı. Ziyaretlerine gittik fakat yeterli ölçüde faydalanamadım. Kâmil Öztürk adında Konyalı bir avukat ve birkaç kişi dediler ki; ‘Çemberlitaş Camiinin avlusundaki medresede âdemimerkeziyetçilik diye bir konu işleniyor, Prens Sabahattin anlatılıyor. Oraya gidelim.’ Çemberlitaş’taki Muhallimler Birliği’nin bir medrese odasında bir hanım, Nezahat Nurettin Ege, Amerika görmüş, tahsil etmiş ve Prens Sabahattin’le çok yakın temas kurmuş. O hayranlığıyla Prens Sabahattin ve âdemimerkeziyetçilik diye bir konferans serisi tutturmuş gidiyor. Başlangıçta cazip gibi geldi. Ama bir günden sonra tıkandık. Yeni bir arayış içersinde girdik. Çemberlitaş civarında, 1954 sonbaharında Milliyetçiler Deneği kurulmuş. Arkadaşlarımdan biri dedi ki: ‘Bu hafta Milliyetçiler Derneği’nin ilk konferansı var. Sen de oraya gel. İnşallah ondan sonra da devam ederiz.’ Çetinoğlu: O dönemde sivil toplum kuruluşlarının genel durumunu bilmek açısından yararlı olur diye soruyorum: Nasıl bir manzara vardı, hangi imkânlar söz konusu idi? Konukman: Çemberlitaş Cami’sinin avlusunda bir dükkândan bozma iki metreye üç metre, belki ikiye iki bir oda var. Odaya dışarıdan bir kapı ile giriliyor. Kapının üzerinde de bir tabela var: ‘Milliyetçiler Derneği.’ Şöyle kafamı uzattım 20 kadar küçük küçük tabureler var. Bir tahta masa ve bir tahta iskemle var. ‘Ne var burada?’ dedim. ‘Burada Ali Fuat Başgil, ‘Gençlik Meseleleri’ konulu konferans veya seminer verecek. Gelmeni tavsiye ederiz. Bu toplantıya bir de Nurettin Topçu gelecek.’ dediler. Ben o zamana kadar Nurettin Topçu’yu tanımıyordum. Gittik iliştik bir tabureye. Hakikaten orta yaşlı, kır saçlı, babacan tavırlı, gözlüklü bir bey geldi. Türklerden, Türklükten, Anadolu’dan, Anadolu insanının çilesinden falan bahsetmeye başladı. Benim kafamın arkasında hep Turancılık fikri var. Onunla başlamışım. Onun devamı gelecek diye bekliyorum. Ama hiç Turancılıktan falan bahseden olmadı. Daha Anadoluculuk lafını da bilmiyorum. Konferans bitti. Herkes birbiriyle tanıştı. Dediler ki, bunların içersinde İsmail Bey var. Çetinoğlu: İsmail Dayı…. Konukman: Evet. Yağmur Yayınları’nın sahibi idi. O, ‘Sizi bu akşam Nurettin Topçu’nun evine götürmek istiyorum. Hep beraber bir grup halinde gideceğiz.’ Dedi. Nurettin Topçu’nun evi Çemberlitaş’ta Şatır Sokak numara 10. Ahşap bir ev. Dizdariye yokuşu civarında. Çok önem taşıdığı için adresi vermeye çalışıyorum. Oraya 8-10 kişi beraber gittik. Bir ahşap kapı. Kapıyı vurduk. Yukarıdan gıcırtılı merdivenlerden bir ses geldi. Birisi kapıyı açtı. Buyur etti. Sonra ayakkabılarımızı çıkarttık. Üçüncü kata kadar çıktık. Üçüncü katta temiz yüzlü, zekâ fışkıran, ceketini iliklemiş bir bey bizi bekliyor. O Nurettin Topçu’ymuş. Nurettin Topçu teker teker elimizi sıktı. Kendi çalışma odasına aldı. Odada bir tek pencere vardı. O pencereden de deniz görünürdü. Dikkatimizi o anda küçücük odanın ortasında kocaman borularıyla bir çini soba çekti. O aileden intikal eden bir sobaymış. Sonra büyük bir masa var. Masada kitaplar, arka tarafta büyük bir kütüphane. Kütüphanede kitaplar. Bir de Mehmet Âkif’in resmi. Rahmetli Topçu, benim gibi ilk defa gelen kişilerin dikkatlerini çekmek veya onları sıkmamak için bir konu attı ortaya. Kendisi konuşmaya başladı. Daha sonra, yavaş yavaş daha evvel gelmiş olanlar bu konuya iştirak ettiler. Çetinoğlu: Kimler vardı orada. Ferruh Bozbeyli var mıydı? Konukman: O büyüklerimizdendi. Bir nesil önde idi. O, 27’li veya 28’lidir. Ben 33’lüyüm. Derneğin kuruluşunda ben yoktum. Bozbeyli kurucular arasında. O akşamki toplantıda yoktu. Ben dedim ki, ‘Türkler bir bütün ordu olsun, Turan’dır vs.’ Nurettin Topçu; -Ne söylüyorsun sen? Dedi. Ben bozuldum. Dedi ki; ‘Evladım Anadolu’nun insanı aç. Hizmet bekliyor. Sefil. Bunları evvela doyuralım. Buraları imar edelim. Bunların fikrî yapısını oluşturalım. Anadolu’da ciddi, güzel bir organizasyon olsun. Sonra da diyelim ki oradaki Türkler de geliyor ey arkadaşlar… Onun için sizin Turancılık fikriniz falan bunlar hayal mahsulü…’ Dedi. Ben de bozuldum tabi. Çetinoğlu: Biraz sert olmuş… Konukman: Evet ama sevecen bir adam. Sonra devam ettim bu toplantılara. O küçücük dernek merkezinde cumartesi günleri 5 kişi 6 kişi gelir. Bir tane hoca bulabilirsek birkaç cümle sarf eder gider. Birkaç ay sonra o derneğin başkanlık görevi bana düştü. ‘Aman ne olur sen başkan ol. Senin vaktin vardır. Biz sana yardım ederiz.’ Dediler. Çetinoğlu: Siz o zaman fakültede öğrencisiniz… Konukman: Evet Tıp Fakültesi’ndeyim Diş hekimliğine geçmemiştim. Dinleyici toplamak için dernek çalışmalarını duyurma işlerinde çok sıkıntı çekiyorduk. İsmail Bey çok destek oldu, yardımcı oldu. Maddî destek sağlanmadıkça çok sıkıntı çekiyorduk. Hepimiz öğrenci olduğumuzdan cebimizde fazla paramız yok. Derneğin birtakım zaruri masrafları var. Bu masraflar fazla değil ama bunları karşılayacak gücümüz yok. Bizim kurucu ağabeylerimizden rahmetli Mehmet Emin Alpkan, vefat eden Celal Erçıkan… Çetinoğlu: Göz doktoru, profesör... Konukman: Kuruculardandı. Efendim İsmail Dayı arkadaşımızın tavsiyeleri üzerine konuşmacı davet ediyor, konferans veya seminer tertip etmek için organizasyon yapıyoruz. Edebiyat fakültesindeki hocalardan biri, gelirim diyor cumartesi günü 2’de. Bunu nasıl duyuracağız? Radyolar yok. Gazeteler bizim ilanlarımızı basmıyor, Para istiyorlar. Peki biz nasıl duyuracağız? Bir el ilanı basmamız lazım. El ilanlarını ya elden dağıtmamız veya bir yerlere yapıştırmamız lazım. El ilanlarını bastırmak için de para yok. Neyse, 3 lira, 5 lira bir yerlerden bulup bir kartvizit basan matbaa bulduk. Elinde bir tek sayfayı basan baskı makinesi var. El ilanında; konferans, Mehmet Kaplan, Milliyetçiler Derneği’nde… Gibi cümleler var. Çetinoğlu: Matbaanın sahibi rahmetli İlhan Egemen Darendelioğlu olabilir mi? Konukman: Darendelioğlu değil. Ekiciler olabilir. Onlar bize çok destek oldu. Sonra Anadolu Matbaası diye bir yer bulduk. El ilanları zaten 3-5 lira tutuyordu. Almadıkları zaman da oluyordu. Kâğıdını falan bir yerlerden alıyorduk. Biz el ilanlarını Edebiyat Fakültesi’nde dağıtır veya duvarlara yapıştırırdık. Böylece öyle bir devir geldi ki fikir üstün geldi. Rahmetli Nurettin Topçu bu fikri çok iyi aşıladı. Ve bir birlik, bir bütünlük içersinde sadece fikir milliyetçiliği yapmak, kültür milliyetçiliği yapmak ve hiçbir şekilde siyasete karışmamak suretiyle biz bir hayli güçlenmeye başladık. Bir hatıramı anlatayım o çok önemlidir. Eminönü Halkevi o zamanlar için en büyük toplantı yeriydi. Eminönü Halkevi salonu doldurulursa çok güçlü teşkilat veya grup bu işi ele almış demektir. Çetinoğlu: Yıl kaçtı? Konukman: Yıl 1954-55-56 olabilir. 1960’dan önce. Biz her haliyle Eminönü Halkevi’ndeki konferans salonunu dolduruyorduk. Taşıyordu da… Bazen polis geliyordu, dışarıya çıkmışlar içeri sokun diye. Sonra zaman geldi Milliyet Gazetesi’nde Peyami Safa yazardı, köşe yazarıydı. Cinlik ya, benim aklıma geldi, ben gider Peyami Safa’dan konferans isterim. Gittim, dedim ki; ‘Efendim sizin bu kadar yazılarınız o kadar iltifatla okunuyor. Ama bunarın büyük kitlelere de intikal etmesi lazım. Bizim Eminönü Halkevi’nde toplantılarımız oluyor. Bize bir konferans…’ Sözümü kesti; ‘Ama evladım dinleyici bulabilecek misiniz?’ Diye sordu. ‘Merak etmeyin’ dedim. ‘Bakın ben gelirim fakat dinleyici olmazsa konuşmam.’ Biz O’nun reklamını da gayet güzel yaptık. Yanlış hatırlamıyorsam konu; ‘İlim ve Ahlak’tı. Çok da güzel bir konuşa yaptı. Salon doldu dışarılara taştı. Alkışlandı, çok memnun oldu. Salonu Halk Eğitim Derneği işletiyordu. Çetinoğlu: Bir dönemde Millî Türk Talebe Birliği kullanıyordu. Günümüzde Halk Eğitim Müdürlüğü kullanıyor. O bina mı? Konukman: Evet. 1960 öncesinde de sadece kültür faaliyetleri için kullanılıyordu. Halk Eğitim Derneği, 1950 öncesinin Halkevleri çizgisinde faaliyet gösteriyordu. Halkevi adını çağrıştırsın diye, ‘Halk Eğitim Derneği’ adını benimsemişlerdi. Bizim kalabalıkları görünce onlar da konferanslar tertip etmeyi planladılar. Bir ay kadar sonra Peyami Sefa’ya demişler ki, ‘Bize gelip konferans verir misiniz?’ ‘Gelirim.’ demiş. Birkaç kişiyle gittik. Salonun yarısı boştu. Peyami Safa memnun kalmadı. Konferans bitip de çıkarken beni gördü dedi ki; ‘Sizin gücünüz ne? Kimden güç alıyorsunuz? Genç adamlarsınız. Paranız yok pulunuz yok. Bu işleri nasıl yapabiliyorsunuz?’ ‘Efendim işte imanımız var, idealimiz var.’ Dedim. O dönemde, hakkımızda fikir sahibi olan hiç kimse yoktu. Nurettin Topçu hakikaten çevresi olan, fikri olan, fikrini çok iyi ifade edebilen bir ilim adamıydı. Yazıyı edebiyat kalitesinde çok iyi yazabiliyordu. Hikâyeleri, romanları, fikrî yazıları çok güçlüydü. Hakkında araştırma yapınca öğrendim ki; Nurettin Topçu Erzincan’ın Eğin kasabasında doğmuş. Fakir bir ailenin çocuğu. 1927’de İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olunca yurtdışında eğitim bursu almak için imtihanlara girmiş ve kazanmış. Devlet O’nu Sorbon’a göndermiş. Sorbon’da yüksek tahsilini yapmış, sonra ‘İsyan Ahlâkı’ başlıklı bir tez hazırlayıp birincilikle doktorasını yapmış. Birincilikle kazanınca Sorbon Üniversitesi’nin doktora yönetmenliğindeki bir madde gereğince; kürsüye çıkartıldı, takdim edildi ve bir isteğinin olup olmadığı soruldu. Nurettin Topçu diyor ki; ‘Ben buraya bir Türk barağı getirilmesini ve bir de İstiklal Marşı’nın burada okutulmasını isterim.’ Mecburen yapmışlar. Nurettin Topçu kendi isteğiyle bir fikrî cereyanı temsil ediyor. O’nu besleyen, kendisinden 3-5 yaş büyük olan Remzi Oğuz Arık’tır, Şevket Raşit Hatipoğlu gibi isimlerdir. Anadoluculuğu ve Türkçülüğü daha evvel benimsemiş arkadaşları, ağabeyleri de Fransa’da okumuşlar. Onlar devamlı olarak telkin ediyorlarmış. Bu hareket Nurettin Topçu’yu fevkalade sempatik bir hale getirmiş. Türkiye’ye gelince kendini herhalde büyüklük kompleksine kaptırır diye düşünmüşler. Aksine, O tarikata intisap etmiş. Beş vakit namaza başlamış. Bunlardan kimsenin haberi yok. Tertemiz yüzlü bir ilim adamı. Sonra İslam’a sarılmış ama yanlış yapanları da sert bir dille uyarmış: On defa Hacca gidiyorsunuz. Tamam, bir defa görevinizdir. Fakat bunu istismar etmenin âlemi yoktur. Böyle Müslümanlık olmaz falan. O çeşit Müslümanlardan darbe yemiş. Bir de çıkarttığı Hareket Dergisi’nde fikirleriyle birlikte İnönü devrine uymayacak fikirler ortaya atınca ona demişler ki; ‘Bu galiba Atatürk’e karşı.’ Halbuki Hareket Dergisi’nde dalkavukların İslam’a karşı dini istismar edip veya dini ön plana çıkartmaya çalışıp İslam’ı ezenlerin karşısında olan biriydi. Demişler ki bu fazla sivri yazıyor. Avrupa’dan gelince mecburî hizmet olarak bir lisede öğretmenlik vermişler. Oradan Denizli Lisesi’ne sürmüşler. Birkaç yazısını sivri bulunca hem dergisini kapatmışlar hem bir yere daha sürmüşler. Nurettin Topçu kalkmış hem doktorası var dışarıdan, hem lisanı var. ‘Bir tez hazırlayım, üniversiteye gireyim.’ Demiş. O zaman da gene yakın dostları, arkadaşları Fahrettin Fındıkoğlu vs. O’nu destekliyorlar. Lisan imtihanı çok başarılı, tez çok başarılı fakat bir türlü kadroya alma işi gerçekleşmiyor. Diyorlar ki; ‘Senden evvel birisi vardı o kadroya geçsin, sonra sen kadroya alınacaksın.’ Sonra başka bir gerekçe bulunuyor. Nurettin Topçu’yu oyalıyorlar. Uzun yıllar lise öğretmenliği yaptı. Doçent titri var fakat üniversitede hoca değil. Haydarpaşa Lisesi’nde, İstanbul Erkek Lisesi’nde felsefe ve mantık okutuyor. Sert mizaçlı olmasına rağmen öğrencileri O’na çok bağlı. Milliyetçiler Derneği’nde bize yol gösteriyor, imkân sağlıyor ve destek veriyor. Kültür milliyetçiliğinin yayılmasında Anadoluculuk fikriyatının geliştirilmesinde önemli katkısı olmuştur. Çalışmalarımız devam ederken 1958-1959 yılları geldi. Sokak hareketleri başlamıştı. Adnan Menderes’e, Demokrat Parti Hükümeti’ne karşı bir takım gruplar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin tahrik ve desteğiyle aleyhte gösteriler düzenliyorlar, taşkınlık yapıyorlar. Hükümeti sarsmaya çalışan eylemler düzenliyorlar. O kadar etkili oldular ki, asker ve polis de onlarla beraber gibi. Çetinoğlu: İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıdık Sami Onar da eylemci gençlere destek veriyor. Konukman: Evet. Askerî kamyonlarla Beyazıt Meydanı’ndan toplanan bu solcu gençlik bir iki saat sonra tekrar bir yerlerden gelip aynı eylemlerine devam ediyorlardı. Biz de sağ düşünceyi temsil eden fikir kulübü olarak bayağı güçlenmiştik. Anadolu çapında da bir teşkilatlanmamız başlamıştı. 8-10 şube açmıştık. Fikir açısından ses getiriyorduk. Mayıs’ın başlarında İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Kemal Aygün, iktidarı tutuyordu. Genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun da Menderes’in akrabası olarak biliniyordu. Onlar solun bu hareketlerini endişeyle karşılıyorlar, raporlarını veriyorlardı. Raporlarında; ‘Hiç merak etmeyin gelip geçicidir bunlar…’ Diyorlardı. Biraz sıkıntı başlayınca birileri söylemiş veya birileri fark etmiş ki; ‘Kemal Aygün sizi makamına çağırıyor.’ Diye söylendi. Nurettin Topçu, Hâmi Tezkan ve ben… üçümüz gittik. Kemal Aygün; ‘Ülkede bir sol ayaklanmanın, sol fraksiyonun çok ciddî boyutlara eriştiğini buna mani olabilecek gücün şu andaki iktidarda pek olmadığını’ söyledikten sonra; ‘Sizin gücünüz, millî davalar etrafında toplanmış bir gençlik grubunuz var. Sizin imkânlarınızla bu konuyu halledebileceğinizi ümit ediyoruz. Beyefendinin; (Adnan Menderes’i kast ediyor) emri var. Ne istiyorsanız vereceğim. Yer mi, para mı, imkân mı? Sol hareketlere karşı organize olun, gücünüzü gösterin.’ Çetinoğlu: Siz böylece siyasî faaliyetlerin de içerisine girmiş oldunuz. Konukman: Evet. Fakat siyasete aktif olarak girişim bambaşka saiklerle gerçekleşti. Mayısın ilk haftası gelmiş. Sokak hareketleri o kadar fazla solun hâkimiyetine girmiş ki sağın o saatten sonra toparlanmasının imkânı yok. Ankara’da 555 K olayı oldu. Bir de hâlâ Menderes hükümetinin içersinden bile eski Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması ile oluşan bir düşünce var: Milliyetçiler için, ‘Bunlar faşist, bunlar hükümeti de devirebilirler.’ Diye düşünenler var. Yapacaklarımız bize zarar verebilir. Hem bu saatten sonra ne yapabiliriz ki? Parayla o sokak hareketleri durmaz. Teşkilat zaman içersinde kırılır. Biz dedik ki; ‘Geç kalındı. Biz Genelkurmay’ın ve askerin de solun yanında olduğunu hissediyoruz.’ Belediye başkanı da aynı kanaatte olduğunu söyledi. ‘Fakat bir şeyler yapmamız lazım. Zaman geç olmasına rağmen dedik ki; ‘Biz elimizden geleni yaparız. Fakat teşkilatlanmak için, belirli stratejilerin üretilmesi için belirli merkezler lazım ve güç lazım, organizasyon lazım. Ona zamanımız varsa biz bir yerden başlarız.’ Memnun oldu. Biz üçümüz Piyer Loti caddesinin başından Çemberlitaş camiinin avlusundaki bizim Milliyetçiler Derneği’ne girdik. ‘Ne yapabiliriz?’ Diye düşünmeye başladık. Rahmetli Nurettin Topçu dedi ki; ‘Bakın bir şey yaparız. İktidar çok fazla sol fraksiyon tarafından sıkıştırılmış. Ona biraz zaman kazandırmak lazım. Biraz güç vermek, arkasında olduğunu bildirmek lazım. Ne olur? İktidara bir bağlılık telgrafı çekelim.’ Bizim çekmemizle olur mu? Dedi ki; ‘İstanbul’da 50 tene 100 tane dernek var. Nasıl yapacağız? Ayakkabıcılar Derneği, Kuşseverler Derneği bilmem ne derneği. Bunların başkanların hepsini toparlayın gelin.’ Hemen bir yazı metni hazırladı. Yazıda; ‘Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün parçalanmaya başladığı bir dönemde Türk milletinin esas sahibi olan Menderes iktidarının yanında ve Türk milletinin koruyucusu ve Türk milletinin gençliğinin temsilcisi olarak bizler size bağlılıklarımızı…’ falan gibi şablon ifadeler vardı. Bunların hepsini organize ettim. Milliyetçiler Derneği’nin imzasını ben attım. Böyle yüzlerce telgraf Menderes’in Ankara’daki karargâhına gidince, ferahlamış. Ve demiş ki; ‘Gördünüz mü? Bizim çocuklarımız bunlar. Bunlar vatanı kurtaracak. Her türlü imkânı sağlayın bunlara. Birer de telgraf çekin.’ Cevabî telgraf geldi. ‘Bu memleketin gerçek gençliği sizlersiniz. Herkes sizlerle iftihar ediyor. Adnan Menderes.’ Deniliyordu. Fakat ihtilal provası devam ediyor. Sol gene azıttı. Bir sabah bir de gördük ki; Alpaslan Türkeş’in sesi radyoda… Sağ görüşlüler, efendim nefesini sağdan alanların hepsi Balmumcu Kışlası’na gönderiliyor. Gelen telgrafları ve ilgili diğer dokümanları yok edemezsek, bizi de alıp götürecekler. Gece sokağa çıkma yasağı var. Evlerimiz de farklı semtlerde olunca biz bunlara nasıl ulaşacağız? Her türlü tehlikeyi göze aldık, dernek merkezine gelip aleyhimize olabilecek ne varsa hepsini yırttık. Birkaç tane daha bize göre daha önemli belgelerimiz vardı. Hepsini imha ettik. Kitaplarımızı ve konferans metinleri ve diğerlerini, Karadenizli bir arkadaşımız çok cesurane bir hareketle örfi idare olmasına rağmen kamyonet getirip yükledi, götürdü ve kurtardı. Biz kendimizi sol ihtilal içersinde bulacağımızı ve onların sıkıntılarıyla karşılaşacağımızı zannederken İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bir albay geldi. Albay bizim eskiden dostumuzdu. Bir haber gönderdi. Bu haber Alpaslan Türkeş’ten gelmişti. Bizim daha evvel dernek olarak Alpaslan Türkeş’e konferanslar verdirdiğimiz, şahsî dostluklar kurduğumuz bir zaman dilimi vardır. İhtilal olunca birdenbire bizim telgraflarımızı ve ismimizin Menderes’in kasasından çıktığını görünce demiş ki; ‘Bu çocukları koruma altına alalım.’ Bize haber gönderdiler; Birkaç gün görünmeyin. Görünmemekle biz o fırtınayı da atlattık. 1961 yılına gelinip siyasî partilerin kuruluşuna izin verilince Nurettin Topçu, içimizden birkaç kişinin siyasete germesi gerektiğini söyledi. İsmail Dayı, Ferruh Bozbeyli, Camal Külahlı gibi arkadaşlarımızın, kurucu olarak Adalet Partisi’nde bulunmalarını sağladı. Bizim gruptan 60 kişi de milletvekili seçildi. Nurettin Topçu ve beraberindekiler siyasete girmeyip Milliyetçiler Derneği’nin şubelerini Bursa’da, Zonguldak’ta, Karabük’te, Tekirdağ’da, Ankara’da, Gaziantep’te açtık. Fikrî hamleler yapılıyor, konferanslar düzenleniyordu. Şube açılınca genel kongre yapmak gerekiyordu. Genel kongre için şubelerden delegeler geliyordu. O esnada Nurettin Topçu İslamiyet’in sosyal bir din olduğunu biraz daha farklı bir yöntemle anlatmaya başlamıştı. Konferanslarda İslami sosyalizm, ruhçu ve milliyetçi sosyalizm laflarıyla İslam’ı anlatıyordu. Anlatılanlar, İslam taraftarları ve milliyetçiler tarafından farklı ve yanlış yorumlanınca hoşnutsuzluklar başladı. Kongrede, Nurettin Topçu, derneği sola kaydırmakla suçlandı. Delegeler; ‘Biz sosyalist değiliz. Biz elhamdülillah Müslüman’ız.’ Diye bağırdılar. Nurettin Bey üzüldü. Dedi ki; ‘Burada artık bizim çalışma imkânımız yok.’ O akşam dernekten ayrıldık Ondan sonara biz hareketçi grup ‘Hareket Dergisi’ni çıkarttık. Başlangıçta yazı işleri müdürlü ve imtiyaz sahibi idim. Sonra arkadaşlarımızdan Ezel Elverdi’ye devrettim. Nurettin Topçu’nun ağırlıklı yazıları ve diğer arkadaşların da artık makale yazmaya başlamış olmaları şiir yazmalarıyla beraber dergi, olgunlaşmış bir fikir bahçesi haline döndü. 1975’de Nurettin Topçu vefat etti. Hareket Dergisi bir müddet çıktı ve kapandı. Türkiye’deki fikrî hareketlerde Nurettin Topçu ve onun ekibi, Anadolu Milliyetçiliği’nin öncüsü oldu. Bugün Türk Milliyetçiliği dediğimiz zaman, anladığımız millet mefhumuyla, bayrak mefhumunu, vatan mefhumunu pekiştiren bir cemaat, bir cemiyet akımı, Nurettin Topçu’nun başlattığı hareketin devamıdır. (İkinci bölümdeki ifşaat tüylerinizi ürpertecek) (BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)