KADİM TÜRK YURDU KIRIM’IN, Ruslar Tarafından Üçüncü Defa İşgalinin Dördüncü Yılı Vesilesiyle  Prof. Dr. ABDULVAHAP KARA ile MAZLUM VE MAĞDUR KIRIM TÜRKLERİ Hakkında Konuştuk.

GİRİŞ:

16 Mart 2014 târihinde Kırım’da yapılan referanduma katılanların % 96’sı Rusya’ya bağlanmaktan yana oy kullandı. 17 Mart’ta Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasına ilişkin kararı onaylayan Putin, 18 Mart’ta ise Kremlin’deki Georgiyevski Sarayı’nın parlamenterler ve üst düzey bürokratlarca doldurulan görkemli salonundan canlı TV yayınıyla Kırım’ın Rusya’ya ilhakını ihtiva eden anlaşmayı imzaladı. 21 Mart’ta Rus Parlamentosu’nun da tasdikiyle Kırım Cumhuriyeti ve federal şehir statüsü ile Sivastopol, Rusya’nın sırasıyla 84. ve 85. federe birimleri oldu.

Oğuz Çetinoğlu: 18 Mayıs 1944 tarihinde kızıl diktatör Stalin’in emriyle anayurtlarından Sibirya’ya ve Rusya Federasyonu’nun Özbekistan, Kazakistan gibi uzak diyarlarına sürgün edilen Kırım Türklerinin vatana dönüşlerini hatırlatan bir özet lütfeder misiniz?  

Prof. Dr. Abdulvahap Kara: O günlere geri dönüp baktığımızda, Kazakistan’da Aralık 1986’da Almatı Olaylarının patlak vermesinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra Kırım Türklerinin 1944’de zorla sürgün edildikleri vatanlarına dönüş hareketi Türk basınında haber konusu oluyordu. 1987 Temmuz ayının sonlarında yer alan haberlere göre, Kırım Türklerinden yüzlerce soydaşımız, anayurtları Kırım’a dönüp yerleşmek için Kızıl Meydan'da gösteri yapıyordu.

25 Temmuz 1987’de gerçekleşen gösteride Kırım Türkleri, Kremlin duvarı ile St. Basil Katedrali arasındaki caddede sessizce toplandıktan sonra Kızıl Meydan'a girmek için yürüyüşe geçtiler. Kırım Türklerinin eylemlerine müdahale etmeyen polis, meydana girişi kapattı. Bunun üzerine bir süre, ‘Anayurt’a’ ve ‘Gorbaçov’ sloganları atan göstericiler, sonra yine sessizce dağıldılar. Gösteri sırasında hiçbir olay çıkmadığı gibi, polis, göstericileri gözaltına alma teşebbüsünde de bulunmadı.

Moskova'da toplanan 600 kadar Kırım Türkü adına konuşan Bekir Ömerov, ‘26 Temmuz günü Kırım Türklerinin bulunduğu her yerde gösteri yapılacak’ dedi. Ömerov, Kırım Türklerine bütün haklarının iade edildiğinin ilan edilmesini ve bu yolda mücâdele verdikleri için tutuklanan eylemcilerin serbest bırakılmasını istediklerini söyledi.

Kırım Türkleri heyeti, bu olaylardan 20 gün kadar önce, 6 Temmuz 1987 günü Politbüro üyesi Petro Demiçev tarafından kabul edilmişler ve kendilerine en geç bir ay içinde cevap verileceği bildirilmişti.

16 Temmuz 1987 tarihinde Sovyet resmî haber ajansı TASS, 500 kişilik Kırım Türkleri grubunun gösterisini haber olarak bütün dünyaya geçti. Haberde ilk defa Kırım Türklerine haksızlık yapıldığı ve Dışişleri Bakanı Gromiko başkanlığındaki bir heyetin Kırım Türklerinin müracaatlarını inceleyeceği belirtildi.

Sözcü Bekir Ömerov TASS açıklamasını yetersiz bulduklarını, haberde Ruslar ve Ukraynalılar arasında da Nazi işbirlikçilerinin bulunduğunun belirtilmesi gerektiğini savundu. TASS 1944 sürgününü bir bölüm Kırım Türkünün faşist işgalcilerle işbirliği sonucunda yapıldığını, ancak binlerce Kırım Türkünün de Nazilere karşı savaştığından bahisle yapılan tehcirin haksız olduğunu söylemişti.

Çetinoğlu: Bu gelişmeler Türk basınında yer aldı mı?

Prof. Kara: Evet yer aldı. Konuyla ilgili olarak Milliyet gazetesi yazarı Sami Kohen yorumlarda bulundu. ‘Kızıl Meydan 'da bir süredir garip şeyler oluyor’ diyen Kohen şunları yazıyordu:

En sonuncusu, Kırım Türklerinin dört gün devam eden gösterisi… Düşünebiliyor musunuz? Kremlin'in duvarlarının dibinde bir grup gösterici pankartlarla toplanıyor. İsteklerini Gorbaçov'a duyurmaya çalışıyor, yerli ve yabancı gazetecilere dertlerini anlatıyor... Ve KGB veya Sovyet Polisi hiç müdâhale etmiyor, adamları apar topar içeri atmıyor. Üstelik Sovyet televizyonu olayı gösteriyor, gazeteler bu konuda yazılar yayınlıyor...

Stalin mezarından kalksa herhalde kahrından bir defa daha ölür!

Kırım Türklerini ortadan kaldırmak isteyen o değil miydi?

1944'te, Sovyet orduları Almanları geri püskürtmeye başladıktan sonra Stalin, 250.000 kadar Kırım Türkünü ‘Nazilerle işbirliği’ yapmakla suçlayıp Sibirya'ya sürmüştü. Bunlardan 110.000’i de ya yolda veya ‘Gulag’da ölmüştü. Stalin ayrıca Kırım’ı ‘eritmek’ için o bölgeyi Ukrayna Cumhuriyeti'nin içine almıştı. Ne gariptir ki, (daha doğrusu ne kadar anlamlıdır ki) savaşta gerçekten Nazilerle işbirliği yapan Hıristiyan kökenli Ukraynalılara dokunulmamış, ayrıca bölgeye Ruslar yerleştirilmişti.

Kim derdi ki 43 yıl sonra Kırımlı Türkler kendilerine yapılan haksızlıklara karşı seslerini yükseltecekler, hem de Kızıl Meydan'dan ve anavatanlarına özerklik verilmesini isteyecekler?’

Londra'da yaşayan Kırımlı ünlü yazar Cengiz Dağcı, ‘Kızıl Meydan'daki gösteriler, Rusların bizlere yapılan haksızlığı sonunda kabul etmiş olmalarının bir delilidir’ demekteydi.

Kırım Türklerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında çektiği çileleri anlatan ‘Korkunç Yıllar’, ‘Yurdunu Kaybeden Adam’ ve ‘Onlar da İnsandı’ isimli romanlarıyla tanınan Dağcı Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte şunları ifade ediyordu:

1944’te Kırım Yarımadası'ndan topyekûn sürülürken, 100.000 ölü veren Kırımlı Türklerin sayısı bugün SSCB içinde yarım milyonu geçiyor. Elimizden alınan haklar geri verilse, bize yüklenen vatana ihânet gibi ağır ve haksız suçlama geri alınsa ve bizlere anayurdumuza tekrar yerleşme izni verilse bile bu en az 5-10 yıl alır. Önemli olan itibarımızın geri verilmesidir.’

Çetinoğlu: Kırım Türklerinin sürgünü hakkında kısa bilgi lütfeder misiniz?

Prof. Kara: Turgut Özal ve Türk Dünyası isimli kitabımda Kırım meselesini ayrı bölüm altında incelemiştim. Bilindiği gibi, Kırım Türkleri 18 Mayıs 1944’te KGB Şefi Lavrenti Beriya’nın talimatıyla yurtlarından sürgün edilmeye başlanmıştı. Beriya’nın emriyle Sovyet askerleri sabaha karşı saat 03.00 civarında Kırım köylerinde evlere silahlarıyla girmişler, Kırımlıları uykularından uyandırarak dışarı çıkarmışlardı. Elleri havada dizilen halka ‘15 dakika içinde yolculuk için hazırlanın. Elinizde taşıyabileceğiniz neyiniz varsa, yanınıza alın’ denilmişti.

1966 yılında yapılan tespitlere göre, bu şekilde âniden ve hiçbir hazırlık yapılmasına fırsat verilmeden, insanlık dışı bir şekilde evlerinden, yerlerinden, yurtlarından sürgün edilen Kırım Türklerinin sayısı 238.500’dür.

Kadın-erkek, genç-yaşlı demeden bütün Kırım Türklerini hayvan taşımakta kullanılan vagonlara tıktılar. Genç erkekler Sovyet ordusunda Almanlarla cephede savaşırken, çoğu yaşlı kadın erkek ve çocuklardan oluşan Kırım Türkleri haksız bir şekilde sürgüne, daha doğrusu ölüme gönderildiler. Kırım'da tek bir Türk dahi bırakılmadı. Her nasılsa Arabat isimli köyde unutulan ve sürgün vagonlarına bindirilemeyen Türkler bir gemiye bindirilerek Karadeniz açıklarında batırıldı ve onlar da bu şekilde imha edildi.

İnsanların üst üste doldurulduğu hayvan vagonları içindeki yolculuk çok ağır şartlarda gerçekleştirildi. Varış noktası Orta Asya ve Sibirya’ya kadar olan asgarî 20-25 günlük yolculuk hemen hiç kapılar açılmaksızın, hiç yemek su verilmeksizin, cesetler dahi boşaltılmaksızın gerçekleştirildi. Analar ölü çocukları kucaklarında günlerce yolculuk yaptılar. Bu talihsiz Türk halkı Orta Asya'daki sürgün yerlerine vardığında nüfusunun yaklaşık yarısını (% 46,3) feci şekilde kaybetmiş durumdaydı. Sağ kalanlar da uzun yıllar bomboş Orta Asya çöllerinde, Sibirya’da pek çoğunun galip çıkamadığı bir hayatta kalma mücadelesine girdiler. 

Çetinoğlu: Ahıskalı Türkler ile Karadeniz’in kuzey kıyılarında bulunan diğer halklar da sürgüne gönderildi…  

Prof. Kara: Evet! Bu sürgün veya Kırım’daki Türk varlığının imhası sâdece Kırım Türkleri ile sınırlı değildir. Bu imha planının Türkiye ile de ilgisi vardır. O dönemde ve daha sonra gelecekte Türkiye'yle bir savaşı kaçınılmaz gören Stalin Türkiye'ye bağlılığı bilinen etnik unsurları Türkiye sınırları civarından uzaklaştırmayı, hatta düpedüz yok etmeyi amaçlamıştı. Aynı maksatlarla Gürcistan’daki Ahıska Türkleri de sürgün ediliyordu. Yani bu insanlar yalnızca Türk soyundan olmaları ve Türkiye'ye duydukları büyük bağlılıkları sebebiyle yok edilmek istenmişlerdi.

Zulüm ve imha sâdece Kırımlılara değil, onların vatanlarındaki kültürel mirasa da yapıldı. Kırım’da Türkleri hatırlatacak her türlü bina, yapı ve maddî miras tamamen yok edildi. Başka bir deyişle, Kırım'da Türklere ait hemen hemen her eser ve 1500 civarında cami yok edildi. Kırım Türklerinin evleri, tarlaları Sibirya’dan getirilen Ruslara dağıtıldı. Ayrıca Kırım Türkleri sanki târihte hiç var olmamışlar gibi kitaplardan da onlara ait her şey çıkartıldı.

Sürgün edilen Kırımlıların ve diğer etnik unsurların yurtlarına dönmeleri de yasak edildi. Kırım'a dönme teşebbüsünde bulunan sayısız Türk, Sovyet döneminde çok ağır hapis cezalarına ve işkencelere mâruz kaldılar.

Çetinoğlu: Stalin’in ölümünden sonraki gelişmelere kısaca göz atabilir miyiz?

Prof. Kara: Stalin’in ölümünden sonra sürgünler konusunda hatâ ve zulüm yapıldığını bizzat Sovyet idarecileri kabul etti. Hatta Sovyetler Birliği Komünist Partisi Birinci Sekreterliğine seçilen Nikita Khruşçev Stalin’in baskı ve terör uygulamalarının yanlış olduğunu dile getirdi. Özellikle 1956’da yapılan 20. Komünist Partisi Kongresi’nde Stalin’in yaptıklarını düzeltme adına vatanlarından sürgün edilen halklara haksızlık edildiği kabul edildi. Hatta sürgün halklarından bazılarına yurtlarına dönme hakkı tanındı. Ancak, Kırım Türkleri, Ahıska Türkleri ve Volga Almanlarına bu hak tanınmadı. Sâdece sürgündeki bazı kısıtlamaları kaldırıldı.

Bunun üzerine Kırım Türkleri hak arama mücadelesini başlattılar. Taşkent’te ‘Teşebbüs Grubu’ oluşturarak diğer sürgün halklar gibi vatanlarına dönüşlerine izin verilmesini talep etmeye başladılar. Sovyetler Birliği Komünist Partisi başta olmak üzere yüksek makamlara mektup ve dilekçeler yazıldı. 

Çetinoğlu: Bu çalışmalardan ne gibi haklar kazanıldı?

Prof. Kara: Sovyet yönetimi Kırım Türklerine Sovyetler Birliği sınırları içinde serbest dolaşım ve çalışma hakları tanındı. Hepsi bu kadar… Vatanlarına dönme isteklerini görmezden gelmeye devam etti.

Çetinoğlu: Bu dönemde Mustafa Abdülcemil Kırımoğu’nun çalışmaları ön plana çıkıyor… 

Prof. Kara: Tabii, Kırımoğlu büyük bir şahsiyet. Büyük bir dava adamı. Kendisini halkına adamış müthiş bir aktvist. Çünkü Kırım Türklerinin haklı taleplerini dünyaya ilk defa duyuran Mustafa Cemiloğlu’nun açlık grevi oldu. Cemiloğlu Kırım Türklerinin haklarını savunan çeşitli eylemlere katıldığı, yazı yazdığı ve bildiri dağıttığı için çeşitli defalar yargılanıp mahkûm olmuştu. Her mahkûmiyet cezasından sonra mahkûmiyeti çeşitli bahanelerle tekrar uzatılıyordu. Üç yıl çalışma kamplarında süresini tamamlamasının ardından 1974 yılında tekrar tutuklanan Cemiloğlu bu defa bir yıl için Sibirya’ya gönderildi. Serbest kalmasına üç gün kala aleyhinde tekrar dâvâ açılarak mahkûmiyeti uzatıldı. Bunun üzerine Cemiloğlu 30 gündür devam eden açlık grevini uzattı ve bu tam 303 gün devam etti.

Çetinoğlu: Çok uzun bir süre…

Prof. Kara: İnsanlık târihinin en uzun açlık grevidir. Açlık grevleri listesinde ikinci sırada silahlanma yarışının son verilmesi talebiyle 218 gün açlık grevi yapan, ancak amacına erişemeyen ABD’li Astrofizikçi Charles Hyder, eşi Yelena Bonner’e ameliyat yapılmak üzere yurt dışına gitmesine izin verilmesi talebiyle 178 gün açlık grevi tutan ve amacına erişen bilim adamı Andrey Sakharov, 26 ağır hasta mahkûmun serbest bırakılması talebiyle 133 gün açlık grevi yapan Kübalı gazeteci Guillermo Farnas, Vorkuta kampında hapis yatan ve 1936 yılında siyâsî mahkûmlarla âdil suçluların bir birinden ayrı tutulması, 8 saatlik iş gününün uygulanması talebiyle 132 gün açlık grevi yapan Troçkistler yer aldılar.

Mustafa Cemiloğlu o kadar uzun süre açlık grevi yapmıştı ki, o dönemde O’nun öldüğü yolunda dünya basınında haberler çıkmıştı. Milliyet gazetesinde konuyla ilgili haberde şöyle denilmekteydi: ‘Sovyetler Birliğindeki Kırım Türklerinin Rusya'nın iç bölgelerinde yaşamaya zorlanmalarını protesto etmek için açlık grevi yapan Kırımlı Türk Mustafa Cemiloğlu ölmüştür. Açlık grevi süresince 30 kiloya kadar düşen Cemiloğlu, daha önce çeşitli yerlere sürgün gönderilmişti.’

Kırım Türklerinin lideri Cemiloğlu, 1966 - 1986 yılları arasında Sovyet karşıtı faaliyetler gerçekleştirdiği iddiasıyla 6 kez hapse mahkûm edilip toplam 17 yıl hapis yatıyordu.

1944 sürgünü sırasında altı aylık bir bebek olan Mustafa Cemiloğlu, Kırım Türkleri hareketinin lideri olmasının yanı sıra, SSCB'de rejime karşı çıkan muhalif aydınlar arasında Sakharov kadar önemli bir isimdir. Sovyetler Birliği gibi katı bir rejimde muhalif görüşleri açık bir şekilde dillendirmek herkesin yapabileceği bir iş değildir. Çünkü Sovyet sisteminde insanların bütün hayatı kontrol altındadır. Vatandaşlarının rejim aleyhindeki en ufak şikâyet ve eleştirilerini tespit etmekte mâhir KGB herkesin üzerinde korku salmıştı. Bundan dolayı Sovyet vatandaşları rejim ile ilgili tenkidi görüşlerini dile getirmekte çok temkinliydi. Bu sebeple 1980’li yıllara kadar Sovyet rejiminin siyâsî yapısını açıkça eleştiren Sovyet aydınlarının tespit edilebilenlerinin sayısı 128’i geçmemektedir. Bu 128 muhalif aydın arasında ise Türk asıllılardan tek isim bulunmaktadır. O da Mustafa Cemiloğlu’dur.

SSCB Yüksek Sovyeti 14 Kasım 1989’da haksızlıklara uğrayan Sovyet vatandaşlarının haklarının iade edileceği konusunda bir beyannâme yayınladı. Böylece Kırım Türkleri ve vatanlarından sürgün edilen diğer halkların vatanlarına dönmelerinin önünde hiçbir hukûkî ve siyâsî engel kalmıyordu.

1990 yılında Kırım Türkleri, Kırım Muhtar Cumhuriyeti’nin Başşehri Akmescit’in merkezindeki meydanda büyük bir çadır kurarak protesto eylemi başlattılar. Binden fazla Kırım Türkünün katıldığı eylem sonuç verdi ve Şehir Sovyeti göstericilerle görüşmeyi kabul etti. Görüşmeler sonucunda, ilk aşamada en az 800 parsel arazinin Kırım Türklerine dağıtılması konusunda ilke anlaşması sağlandı.

23 Haziran 1990’da Kırım Türklerinin 46 yıllık özlemi bitti. Bir grup Türk anavatanlarına döndü. Bir caddeye İsmail Gaspıralı’nın adı verildiği köyde Türkler, kendi imkânlarıyla 54 ev inşa etti.

Vatanına dönen Kırım Türkleri başta oturacak ev, hayatını idâme ettirecek iş bulamama gibi büyük problemlerle karşı karşıyadır. Çocukları anadilleri ile eğitim alamamakta dînî ve kültürel bir asimilasyon politikası ile mücâdele etmektedirler.

Bu mücâdelelerin devam ettiği ve netice alınacağının ümit edilmekte olduğu bir dönemde Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı Putin, önce Kırım’ın bağlı olduğu Ukrayna’da karışıklıklar çıkarttı. Ukrayna yönetimini iyice hırpalayıp zayıflattıktan sonra Kırım’ı, tek taraflı bir kararla Rusya’ya bağladı. Ukrayna’nın cılız itirazları hiçbir netice vermedi. Diğer devletler ise, Birleşmiş milletler teşkilatı’nın kararlarına aykırı olan işgal ve ilhak hâdisesi karşısında üç maymun rolünü üstlendiler: ‘Görmediler, duymadılar, bir şey söylemediler.’  

Bu durumdan cesâret alan Putin, Kırım Türklerinin liderleri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ve Rıfat Çubar’ın Kırım’a girişlerini 5 yıl süreyle yasakladı. Mazlûm ve mağdur Kırım Türkleri, tevekkül içerisinde ve sessizce acı kaderlerini yaşıyorlar. 

Prof. Dr. ABDULVAHAP KARA 

19.11.1961’de İstanbul’da doğan Prof. Dr. Abdulvahap Kara, Zeytinburnu Gazipaşa İlkokulu, Abdülhak Hamit Ortaokulu ve Yeşilköy Ticaret Lisesini bitirdikten sonra, 1982’de Boğaziçi Üniversitesi Elektronik Yüksek Teknisyenliği bölümünden mezun oldu. 1982-1985 Yeşilköy Atatürk Havalimanı Elektronik bölümünde görev yapan Kara, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü’nü bitirdi. 1987-1988 arasında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde görev yaptıktan sonra, Almanya’nın Münih şehrinde bulunan Hürriyet Radyosu’na giderek, burada 1988-1995 yıllarında Kazak Türkçesi yayınlarda editör olarak çalıştı.

1995 yılında yurda dönerek Mimar Sinan Üniversitesi Târih Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlayan Kara, 1997’de Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Kazakistan’da 1986 Almatı Olaylarının İçyüzü ve Etkileri başlıklı teziyle Yüksek Lisans eğitimini ve 2002’de Mustafa Çokay’ın Hayatı ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlığı Yolundaki Mücadelesi adlı teziyle Doktora eğitimini tamamladı. 2005 yılında Doçent, 2012 yılında profesör oldu. 

Doktora tezi Türkistan Ateşi Mustafa Çokay’ın Hayatı ve Mücadelesi adıyla, 2002 yılında kitap olarak basıldı ve Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2002 Biyografi dalında birincilik ödülüne layık görüldü. 2012’de Turgut Özal ve Türk Dünyası ( Türkiye – Türk Cumhuriyetleri İlişkileri 1983-1993) isimli kitabı yayınlandı. Bu kitabında Kırım Türklerine ayrı bir bölüm ayıran Kara, Kırım Türklerinin 1980’lerdeki yurda dönüş mücadelesini ana hatlarıyla ortaya koymuştu. Bunun dışında Türkiye’de ve Kazakistan’da yayınlanmış birçok makalesi bulunan Kara, İngilizce, Almanca, Rusça ve Fransızca gibi batı dillerinin yanı sıra Kazakça, Özbekçe, Kırgızca gibi Orta Asya Türk lehçelerini de bilmektedir.