Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi İlâhiyatçı Prof. Dr. ABDULHÂKİM YÜCE ile DİNDE İHLAS, SAMİMİYET ve RİYA1 Hakkında Konuştuk.

Çetinoğlu: Dînî mevzular konulurken, sık sık, ‘ihlas’ ve ‘samîmiyet’ kavramlarından bahsediliyor. İslâmî meselelerin biraz uzağında kalmış kişiler için yapacağınız açıklama ile sohbetimize başlayabilir miyiz? 

Prof. Dr. Abdulhâkim Yüce: Samimiyet kelimesi, içtenlik, candan davranmak, art niyetsizlik, menfaatsizlik, riyasızlık, açık yüreklilik, senli benli olmak gibi anlamlara gelir. İslam kültüründe konu daha çok ihlâs kavramı ile dile getirilmiştir. Bunun zıddı da ‘riyâ’dır. 

Bilindiği gibi ihlâs; ‘doğru, samîmi, katışıksız, dupduru; riyâdan uzak olma ve kalbi bulandıracak şeylere karşı kapalı kalma, kapalı yaşama veya gönül safveti, fikir istikameti, Cenab-ı Allah ile münâsebetlerinde dünyevî gayelerden uzak kalma ve tam bir sadakatle kullukta bulunma’ şeklinde yorumlanmıştır.

Öyle ise ihlâs, ferdin, inanç ve ibâdetinde, Yüce Allah'ın emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanması, yaptığı şeyleri Cenab-ı Hakk’ın teftişine arz mülâhazasıyla yapması demektir.  Diğer bir deyişle vazife ve sorumluluklarını O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirken de O’nun rızâsını hedeflemesi ve O’nun uhrevî teveccühlerine yönelmesinden ibârettir. İhlâsın bu sırlı gücünden dolayıdır ki, Allah Resûlü: ‘Dinî hayatında ihlâslı ol, az amel yeter’ ve ‘Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin; zira Allah, sâdece amelin hâlis olanını kabul eder.’ diyerek amellerin ihlâs yörüngeli olmasına tembihte bulunur.

Çetinoğlu: İhlas’ kavramı, insan vücudunun hangi organı ile alakalıdır? 

Prof. Yüce: İhlâs, bir kalp amelidir ve Allah da, kalbî temayüllerine göre insana değer verir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) ‘O, sizin sûret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize ve kalbî temayüllerinize bakar.’ buyurmaktadır. 

Çetinoğlu: İbâdet’ ve ‘ihlas’ ilişkisi hakkında bilgi lütfeder misiniz? 

Prof. Yüce: İbâdetlerdeki ihlâs konusunda şu şekilde üçlü bir derecelendirme yapılmıştır:

1-Yapılan ibâdeti başkasının görüp hissetmesinden kaçınmak, 

2-Başkalarını bütün bütün unutmak,   

3-Hattâ öyle bir seviyeye gelip ihlâsı dahi hatırlamamak…

Kısacası ihlâs, ibâdeti her türlü mülâhazadan uzak bulundurmak ve sürekli murâkabe ile maddî-mânevî bütün hazları unutmaktır. Aslında Yüce Allah kemâliyle, bütün güzellik ve iyiliklerin zirvesini tuttuğundan, zaten O'na samîmi bir şekilde inanmak ve ibâdet etmek kulluğumuzun bir gereği olarak algılanmalıdır. Böyle olunca da insanın nazarında, medih-zem, tâzim-tahkir ve yaptığı işlerle bilinip bilinmemek hatta sevap ve mükâfat mülâhazası dahi söz konusu olmaz. Dolayısıyla böylelerinin gizli-açık her halleri aynı çizgidedir. Yâni iç ve dış bütünlüğüne varmışlardır.

Çetinoğlu: Riyâ?

Prof. Yüce: İhlâsın zıddı olan riyâ; kelime olarak gösteriş, samîmiyetsizlik, iki yüzlülük, mürâilik gibi anlamlara gelir. Görmek anlamına gelen ru’yet mastarından türetilmiştir. Yâni ‘görsünler’ diye bir davranış içine girmektir. İslâmî bir kavram olarak, Allah’tan başka bir varlık için, başta ibâdet olmak üzere, yapmacık bir şey işlemek, bununla halkın övgüsünü kazanma ve onlar tarafından sevilmeyi arzulamak ve Allah’a yaklaşma niyeti dışında her hangi bir gaye gütmek anlamına gelir. Riyâda yapılan iş yâni fiil niyetle uygunluk arz etmez. Şöyle de denilebilir: İcra edilen fiil ve davranışın insanın niyetine kısmen veya tamâmen ters düşmesi, yâni niyetinin aksini yapması ve bundan bir sonuç beklemesi riyâdır.

Çetinoğlu: ‘Riyâ’ hareketinin, fiilinin tek yönlü olmadığı anlaşılıyor…

Prof. Yüce: Riyâda iki yalan vardır. Riyakâr, Allah için yaptığını söylediği fiili kullar için yaparak bir yalan, Allah’tan beklediğini iddia ettiği karşılığı kullardan bekleyerek ikinci bir yalan içine girmiş olur. Bu tam bir kişilik çöküntüsüdür.

Çetinoğlu: İhlâs ve samîmiyetten nasiplenememiş insanlar en çok hangi durumda riyâya  yönelirler?

Prof. Yüce: Riyânın hem nifak hem de şirkle yakın ilişkisi bulunmaktadır. Kur’an ve sünnet riyânın en çok sergilendiği ibâdetlerin başında namazı ve sadakayı zikrederler. Anlaşılan dinin direği olan namazın ihlâsla kılınması büyük önem arz etmektedir. Aksi bir durum dinî yıkıma götürebilir. Konu şu âyet-i kerimede çarpıcı bir şekilde özetlenmiştir: ‘Kim (yalnız) dünya hayatını ve onun süsünü istemekte ise, onların işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz. Fakat onlar, âhirette kendileri için ateşten başka hiç bir şeyleri olmayan kimselerdir. (Dünyâda) yaptıkları da boşa gitmiştir, hâlen yapmakta oldukları şeyler de bâtıldır.’ (Hûd, 11/15-16)

Hadis-i şeriflerde ise şu ifâdeler var: “Melekler bir kulun amelini Allah'a yükseltince onlara,

‘Benim bu kulum ameliyle beni kastetmemiştir. Ameliyle Cehenneme atın!' buyurur."

 Çetinoğlu: Kurtuluş nerededir?

Prof. Yüce: Sorunuza, bir hadis-i şerifle cevap vereyim.  Hz. Peygamber buyuruyor: ‘Kulun Allah'ın ibâdetiyle insanları arzulamamasıdır.’

Çetinoğlu: Riyâda şirk tehlikesi söz konusu mu?

Prof. Yüce: Riyâ iki kısımdır. Birincisi: Ağır olan riyâ, kişinin yaptığı ibâdetlerde kastının sâdece gösteriş olmasıdır ki, bu kişinin inanmadığını gösterir. Hafif olan riyaya gelince: Allah'ın ibâdetiyle hem Allah'ın sevabını hem de kulları arzulamak, ikisini bir kalpte birleştirmek yâni amele şirk karıştırmaktır. Birincisi insanları istemekte, Allah'ı istememektedir. İkincisi ise ameline şirk karıştırmaktadır. Çünkü ikisinin de övgüsünü beklemektedir. Bu konuya parmak basan Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Allah, 'Benim hiç bir ortağım olmaz. Kim yaptığı amele başkasını karıştırırsa ben o amelden beriyim. Kimi karıştırmışsa o amel onun içindir' diye ferman eder."

Çetinoğlu: Başka bir konuya geçmeden önce riyâ hakkındaki açıklamalarınıza ilâve edeceğiniz bir husus var mı Hocam?

Prof. Yüce: Riyâ konusunda şu noktaya da değinmek gerekir: Başlangıçta herkesin riyâya düşebileceği, kulluk kapısından riyâ ile girilebileceği söylenir. Fakat kulluk, riyâ ile devam etmez; kul, ihlâs yolunda mesâfe kat' ettikçe riyâyı bırakır ve tam ihlâsa erdiğinde, artık onda riyânın eseri kalmaz. Yani riyâyı tanımadan, riyânın ne demek olduğunu anlamadan insanın içine ihlâsı elde etme gayreti doğmaz.

İnsan, ihlâsa ulaşmak için uğraşırken riyâyı tanır; tıpkı nefsin bilinmesinin Allah'ın tanınmasına açılan bir kapı olması gibi… Sokrates'in ‘kendini tanı’ tembihi, tasavvuf ehlinin, ‘nefsini bilen, Rabbini bilir’ şeklinde hadis diye rivâyet ettikleri meşhur söz bu gerçeği ifâde etmektedir. İnsan, yaptığı şeyleri belki de başta sunî olarak yapar; anlamını, muhtevâsını ve derinliğini kavramadan, sırf emrin gereği olduğu için yapar.

Çetinoğlu: Babasının alakasını ve sevgisini kazanabilmek veya artırabilmek için namaz kılan gencin durumu nedir?

Prof. Yüce: Başlangıçta riyâ diye yorumlayabileceğimiz bazı tavırlar tabiî görülebilir, görülmelidir de. Fakat insan, daha sonra belli bir mârifet ufkuna ulaştığında, artık kendini kontrol altına alır ve hâlisane ibâdet eder.

Çetinoğlu: Riyâ bahsine devam etmek gerekti. Riyâya sebebiyet veren faktörler nelerdir?

Prof. Yüce: Riyâya sebep olan pek çok faktör vardır: Gurur ve kibir gibi hususlar bunlardandır. Kimi kibrinden dolayı müraîdir; kimi kendini iç beğenmeye kaptırmış, kendi düşüncelerinin, kendi büyüklük psikozlarının altında ezilmiştir; bu sebeple de riyâya düşmüştür. Bâzısı kalemiyle, bâzısı düşüncesiyle, bâzısı çok kitap karıştırmasıyla, bâzısı bibliyografyadan haberdar olmasıyla, bâzısı çok kişi tanımakla... Kısacası herkes, bir sebeple riyâya girebilir. Tehlikenin büyüklüğü ise, şahıstan şahsa değişir.

Çetinoğlu: İdrak etmekte olduğumuz ramazan ayı boyunca câmilerde hoca efendiler, diğer zamanlara nazaran daha fazla vaaz edecekler. Vaaz, denilebilir ki, nasihattir.  Nasihat hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Yüce: Hz. Peygamber şöyle buruyor: ‘Din nasihattir.’ Bu hadis, ‘cevamiü'l-kelîm’ denilen, az sözle pek çok mânâlar ifade eden hadislerden biridir. Bu sebeple İslâm âlimleri, nasihat hadisini, İslam'ın esasını oluşturan hadislerden biri ve en önemlisi kabul ederler. 

Nasihat kelimesi, Arapçanın en kapsamlı kelimelerinden birisidir. Dilimizde öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere dâvet, kötü ve şer olan şeylerden nehyetmek, yırtık olan elbiseyi dikmek gibi çeşitli mânâlar ifâde eder. Daha çok, Farsçadan dilimize geçen 'hayırhahlık' kelimesi ile karşılanmaktadır. Birisi hakkında hayır düşünme, hayır isteme, onu sırat-ı müstakime, tevhide ulaştırma, iyi bir insan olmasını ve iyilik yapmasını isteme, gönlünü ibâdet şuuruyla donatma vb. anlamlara gelmektedir. Bizim dilimize de sâdece bu anlamları ile geçmiştir.

Oysa aynı zamanda ve öncelikli olarak nasihat, bir şeyi ve bir kimseyi içten ve gönülden sevmek, ona bağlanmak, ihlâs, sadâkat, samîmiyet, arı, duru, saf olmak demektir. İçinde aldatma duygusu olmayan, kalbi halis kimseler için nasih veya nasûh ifâdesi kullanılmıştır.

Nitekim Kur’an'da içten gelerek yapılan samîmi tevbelere tevbe-i nasûh denilmiştir. Yâni sâhibini bir daha günaha götürmeyen halis tevbedir.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in 'din nasihattir' derken daha çok bu ikinci anlamı kastettiğini düşünmek, hadisin ruhuna daha uygun görünmektedir. Bu yaklaşıma göre nasihatin zıt anlamı da, aldatmak, kandırmak ve ikiyüzlü davranmak olur. Nitekim kaynaklarda da 'nasihat' kelimesinin karşılığı olarak aldatmak veya 'adâvet' yani düşmanlık kelimesi kullanılmıştır.

Buna rağmen gerek ülkemizde, gerekse İslâm âleminin diğer bölgelerinde nasihat kelimesi aldatılmak, kandırılmak, ihânet, adavet ve ikiyüzlü davranmanın zıddı olarak ihlâs samîmiyet, içten davranmak, gönülden bağlanmak, anlamı değil de öğüt vermek, vaaz ve tavsiye, ihtar etme gibi anlamları ön plana çıkmış ve bu hadis 'din samîmiyettir' yerine daha çok 'din vaaz ve irşaddır' şeklinde anlaşılarak, hem dinin dörtte biri olduğu kabul edilen bu hadisin eksik anlaşılmasına, hem de Hz. Peygamberin yaptığı din târifinin gözlerden kaybolmasına yol açılmıştır. Oysa din nasihattir, nasihat ise samîmiyettir.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. 

Prof. Dr. ABDULHÂKİM YÜCE

1962yılında Batman'da doğdu. 1986'da, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. İki yıl boyunca, alanında araştırma yapmak gayesiyle görev almayıp, özel dersler aldı ve ilmî araştırmalar yaptı. 1988 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde doktora çalışmalarına ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde vaizlik görevine başladı. Başkanlığın görevlendirilmesiyle, Almanya'nın Köln ve Fransa'nın Paris şehirlerinde, belli sürelerle görev yaptı.

1992'de doktora yaptığı fakültenin Tasavvuf Anabilim Dalı'na asistan olarak tâyin edildi. Aynı yıl, Mefatîhu’l Gayb’ın İşarî Yönü (Razî'nin Tefsirinde Tasavvuf) adlı tezini bitirerek, alanında doktor oldu. 1993 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalına Yar. Doç. Dr. olarak tâyin edildi. 1997'de Doçent, 1997'de Doçent, 2003'te Profesör oldu. 

İngilizce ve Arapça bilen Yüce, hâlen bu görevine devam etmektedir.

Yayınlanmış Kitapları:

*Razi'nin Tefsirinde Tasavvuf: Nil Yayınları, 1996. *Kalb Hayatı (Muhâsibî'den çeviri): Işık Yayınları, 1997.  *Gece İbâdeti: Işık Yayınları, 1999. *Şehitlik ve Şehitlerin Hayatı: Kaynak Kitaplığı, 2001. *Tasavvuf ve Bid'at: Nil Yayınları, 2001.*Konuşma Sanatı ve Hitâbet: Işık Yayınları, 2013. *İtikâf: Işık Yayınları. *Bizim Yuvamız: Işık Yayınları 2014

LÛGATÇE

riyâ: Yalnız Allah (cc) rızâsı için yapılması gereken ibâdetleri ve güzel hareketleri, kendini beğendirmek ve insanlara göstermek maksadıyla yapmak.                                                                                                                                                     safvet: (saffet) Hile ve şeytanlıktan uzak olma, temizlik, saflık.    

uhrevî: Ahrete ait, ahretle alakalı.   

sûret: Dış görünüş, şekil    

murâkabe: kontrol, denetleme.    

medih: (medh) Övme, iyi taraflarını anlatma.  

zem: Bir kimsenin aleyhinde konuşma, çekiştirme, ayıplama.   

tâzim: (ta’zim) Büyük görme, saygılı davranma.    

tahkir: Hakaret etme, şeref ve haysiyetini düşürme.    

nifak: Dille inandığını ifâde etmesine rağmen kalben inanmama hâli.     

şirk: Yüce Allah’ın ilahlığında, sıfat ve fiillerinde ve Rab oluşunda ortağı, benzeri ve eşinin olduğunu kabul etme fiili.    

bâtıl: din kavramı içerisinde var gibi görünen, gerçekte ise din ile alâkalı olmayan boş, temelsiz ve asılsız şeyler. 

ferman: Emir, irâde.   

nefs: insanın hem maddî varlığını hem de gözle görülmeyen, iyiyi ve kötüyü arzu eden mânevî varlığını ifâde eder.  

kibir: kendini büyük görme, büyüklenme, başkalarını küçük görme demektir.   

mürâi: İkiyüzlü, söylediği ve göründüğü ile yaptığı zıt olan kişi.   

psikoz: Nevroz dışında kalan akıl hastalıklarına verilen verilen ortak ad. (nevroz: İkinci derecede bir ruh hastalığı)   

bibliyografya: Kitâbiyat, kitap bilgisi.  

nehyetmek: haram kılmak, yapılmasını yasaklamak.       

hayırhah: İyilik isteyen,  iyilik dileyen.     

sırat-ı müstakîm: doğru, sağlam, güzel ve güvenilir yol.    

tevhid: Cenâb-ı Allah’ın zâtını bütün tasavvurlardan, zihinlerdeki hayal ve evhamdan ayrı tutmak. Yüce Allah’ı ilah olarak kabul etmek, bir olduğunu tasdik etmek ve O’na hiçbir eş ve ortak kabul etmemek.   

nasih: Devamlı öğüt veren.       

nasûh: Nasihat eden, öğüt veren.         

adâvet: Düşmanlık, husûmet, kin, garaz.    

irşad: Allah’ü Tealâ’nın varlığına ve birliğine inananları, dinî görevlerini yerine getirmeye dâvet etmek. 

RAMAZANLIK SORU VE CEVAPLAR

Aşı olmak veya iğne yaptırmak orucu bozar mı?

Dinimiz, tedâvi sürecinde olan hastaların oruç tutmamalarına ruhsat vermektedir. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve oruç tutmalarına da başka bir engel yoksa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkâna sâhip olmayanlar, tedâvi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptıranlarla, damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.

Mesleği gereği sürekli olarak yolcu olan kişi namaz ve oruç ibâdetlerini nasıl yerine getirebilir?

Dinen yolcu konumunda bulunan kimseler farz namazları kısaltarak kılarlar. Yolculuk hâli Ramazan orucunun ertelenmesi için de bir ruhsat sebebidir. Sebep devam ettiği sürece ruhsatlar da devam eder. Sürekli seferilik mâzereti bulunan kişiler, Ramazan oruçlarını mümkün olduğunca tutmaya çalışılmalıdır.

Fakat buna güç yetirilemezlerse mazeretleri ortadan kalkınca, zamanında tutamadıkları Ramazan oruçlarını kazâ ederler.

Astım hastalarının kullandığı sprey orucu bozar mı?

Nefes açıcı sprey kullanmak mecburiyetinde kalan astım hastası oruç tutmayabilir. Daha sonra iyileşince tutamadığı günleri kaza eder. İyileşme ümidi kalmamışsa, o takdirde tutamadığı günler sayısınca fidye verir. Bir fidye, Ramazanda bir ki için verilen bir fitre miktarıdır.

Ancak, nefes darlığı dışında oruç tutmaya engel başka sağlık problemi bulunmaya astım hastaları soluk alma; rahatlatacak özel spreyi ağızlarına püskürterek oruç tutabilirler. Bu sprey orucu bozmaz.