I.Körfez Savaşı’nı (1991) hatırlayalım.. Dönemin ABD Bağdat Büyükelçisi tarafından gaza getirilerek Kuveyt’e sokulan Saddam, “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle, ABD önderliğinde oluşturulan koalisyon güçleri tarafından tepelenmiş, ülkesi 36. Paralel boyunca bölünmüştü. Sormak isteriz, Saddam’ın bağımsız bir ülke olan Kuveyt’e girmesiyle, Senegal’in, bağımsız bir ülke olan Gambiya’ya girmesi arasında ne fark vardır? 

“Demokrasiyi koruma” adına BM’nin onay, ABD’nin “olur” verdiği bu operasyon, yeni dünya düzeni oluşturma sürecinde sıkça tanık olacağımız bir “post-modern işgal” örneğidir.  

Sormak isteriz, Senegal Silahlı Kuvvetleri’nin Gambiya’ya girmesine onay veren BM ve ABD, Afrika’da yeni ve sonu gelmez bir savaşın fitilini ateşlediklerinin farkında değiller mi? 

Hatırlayacaksınız, Mart 2005 tarihinde yayınladığımız “HARİRİ’Yİ KİM ÖLDÜRDÜ?” ve Kasım 2005’te yayınladığımız “HARİRİ NİÇİN ÖLDÜRÜLDÜ?” başlıklı yazı dizilerimizde, Hariri suikastinin Ortadoğu’daki gelişmeleri nasıl etkileyeceğine ilişkin sorulara yanıt bulmaya çalışmıştık. 

HARİRİ NEDEN ÖLDÜRÜLMÜŞTÜ?

Irak'ın işgali,   Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesi,   Suriye'nin Lübnan'dan çıkarılması,   Genellikle Arap göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları Paris’ten isyan ateşlerinin yükselmesi,   ABD'de Başsavcı Patrick Fitzgerald'ın Buhs ve ekibini dünya kamuoyunu yanıltan birer dolandırıcı olarak ilan etmesi...   

Uzak coğrafyalarda yaşanan bu olayları birbirlerinden bağımsız düşünmek mümkün mü?   Değil elbette...   Peki, bu olayları birbirlerinin devamı olarak görmemize neden olan bileşke nedir?   Bileşke öyle sır falan değil; bugünkü ekonomilerin belkemiği olan enerji, yani petrol ve doğalgaz yataklarının paylaşımı...   

Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri bombalı bir suikast sonucunda öldürüldü. Elimizdeki tek gerçek bu. Katil Suriye mi? Hizbullah mı? Hamas mı? ABD mi? İsrail miydi? Soruları havada uçuşurken, Amerika ile Fransa'nın Birleşmiş Milletler'deki ortak girişimiyle Suriye hedef tahtasına oturtuluvermişti. Olayın perde arkasını aydınlatmak amacıyla katilin peşine düşenlerin karşısına şaşırtıcı ipuçları çıkıyordu. Örneğin, Ortadoğu'da dengeleri altüst edebilecek bu suikastte, Fransa'nın ağırlıklı olarak rol oynayabileceği hiç aklınıza gelir miydi? 

Ortadoğu pastasına boğazlarına kadar batmış olan açgözlüler Türkiye'yi talana ortak olmadığı için değil, soygunda kendilerine yardımcı olmadığı için suçluyorlar. Suriye yanlısı bir politika izlediğinden, Hariri suikastinden sorumlu tuttukları Suriye üzerinde kurulan baskıdan, Türkiye de aynı ölçüde etkileniyor, yalnızlığa itiliyordu. 2005 Brüksel Zirvesi'nde, ABD Başkanı Bush'un "stratejik müttefikim" dediği bir ülkenin başbakanı ile ayak üstü sohbeti (brüt 8.5, net 4 dk.) yeterli görürken, Irak Savaşı öncesinde kendisine şiddetle karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'la şömine önlerinde uzun uzun sohbetler yapması, basına gülücükler dağıtmaları ilginç değil miydi?

HARİRİ'NİN SÜRPRİZ KATİLİ KİMDİ? 

Hariri'nin öldürülmesi Ortadoğu'da dengeleri altüst etmişti. Mayıs ayında Lübnan'da yapılacak seçimler sonrasında işbaşına getirilecek (pardon) gelecek olan hükümet, Suriye'yi Hariri suikasti ile suçlayacak ve BM'nin 1559 sayılı kararına uyarak derhal ülkesini terketmesini isteyecekti. Büyük Ortadoğu Projesi'nin bundan sonraki bölümünün hayata geçirilmesi Hariri suikasti üzerine kurgulandığı için, özetle bu sırayla gerçekleşecekti. Yayın organlarının beyin yıkama gücünden yararlanılarak, Suriye'ye, "Hariri'nin katili terörist devlet, Lübnan'dan çık!" diyen bir dünya korosu oluşturuldu ve hepsinden önemlisi, bu koroya "Amerikan karşıtı" bir ülke olan Fransa da katıldı. Gerisi kolaydı... 

Fransa, Amerika'nın şefliğini yaptığı, “Katil Suriye, Lübnan'dan çekil!" korosuna nasıl ve neden katıldı?" Sorusuna yanıt aramadan önce, Lübnan'daki gelişmelerin yakın geçmişine bir gözatmakta yarar vardı. 

Suriye, 1976'da, İsrail'in neden olduğu bir iç savaş sonrasında, Maronite Hıristiyanları'nın davetini gerekçe göstererek Lübnan'a girmişti. İç Savaş sonrasında görev alan Fransız sempatizanı Başbakan Refik Hariri, ülkesinde iyi işler yapmış, Maronite Hıristiyanlarının da, Dürzî Müslümanların da sevgisini kazanmıştı. Lübnan Anayasası’na göre devlet başkanının Hıristiyan, başbakanın Sünni olması gerekiyor. Hariri'nin Ekim 2004'de istifası üzerine yerine Omer Karami almıştı. Cumhurbaşkanı da, görev süresi 3 yıl uzatılan Emile Lahud idi. İkisi de Suriye yanlısıydı. 

Peki Suriye, Lübnan coğrafyasına akrabalık ilişkileri dolayısıyla bu kadar yakınken ve siyasi kadrolara bu kadar hakimken, politik gücünü yok edecek, dünya kamuoyu önünde "terörist devlet" ilan edilerek köşeye sıkıştırılmasına neden olacak bir suikaste karışmış olabilir miydi? 

Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, "Hariri'ye düzenlenen suikastten Beşar Esad'ın bilgisi olduğunu sanmıyorum" diyordu. Suikastten Suriye'yi sorumlu tutanlar ise, "Başer Esad'ın haberi olmayabilir. Çünkü Suriye, babasının kurduğu bir "İstihbarat örgütleri konfederasyonu" şeklinde çalışan bir polis devletiydi ve Hafız Esad Orkestra Şefiydi. Başer Esad Orkestraya hakim değil, ülke çeşitli orkestra şeflerinin yönetiminde" diyorlar; "Suikast, Başer Esad'ın olmasa da Suriye'nin işi". 

SÜRPRZ KATİL FRANSA MI?   

Suriye'nin desteği ile işbaşına gelmiş olan Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri, Batı yanlısı biriydi, fakat, Batı'nın Fransa kanadıyla içli dışlıydı. Fransa, yıllarca önce çekilmiş olsa da, eski arka bahçesi Lübnan'da belirli köşe başlarını "Birgün gerekebilir" düşüncesi ile elde tutmuştu. Bizim gibi, tarihi ve kültürel mirasını hovardaca harcama akılsızlığına hiç bir zaman düşmemişti. 

Refik Hariri, Irak Savaşı öncesinde, Türkiye gibi, savaş karşıtı bir politika izlemişti. Komşusunu işgal etmeyi planlayanların değil, Fransa'nın yanında yer almış ve onun direktifleriyle hareket etmişti. Bu nedenle Hariri, demokrat görüşlü ve Batı yanlısı olmasına rağmen, Amerika ve koalisyon ortaklarının pek sevmedikleri bir politikacıydı. 

Hariri'nin ABD-İsrail işbirliği ile ortadan kaldırıldığını savunanlar, ortakların bunu Fransa'nın yardımı ile başardıklarını, ateşteki kestanelere el sürmeden sonuca ulaştıklarını söylüyorlar. 

Hariri aslında kendi ipini kendi çekmişti. Fransız Cumhurbaşkanı Chirac'a gönderdiği mesajda, "ülkesinin uluslararası bir gücün müdahalesine sıcak bakabileceği" mesajını ulaştırmıştı. Bu mesaj, Hariri'nin hayatına maloldu. 

Açalım... Fransa ile ABD, Eylül ayında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne verdikleri ortak karar tasarısıyla, Suriye'nin 1976'da işgal ettiği Lübnan topraklarından çıkarılmasını istemişlerdi. BM Güvenlik Konseyi'nin 1559 sayılı kararı bu başvuru üzerine çıkmıştı. Çıkan kararın uygulanmasını çabuklaştırmak için, dünya kamuoyunun baskısını harekete geçirecek ve Suriye' yi "terörist devlet" ilan edecek şok bir olaya gerek vardı. 

YARIN. ABD VE FRANSA HARİRİ’NİN SEÇİMLE GERİ DÖNMESİNİ NEDEN İSTEMİYORDU?