BURSA

Bursa'da, Olay TV'de canlı yayınlanan bir programa katılan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Irak Şam İslam Devletinin (IŞİD), süreç içinde güçlenen, çok acımasız, bazen topluca insanları öldürerek büyük cinayetler işleyen bir terör örgütü olduğunu söyledi.

Türkiye'nin, bir yıl önce Bakanlar Kurulu kararnamesiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uygun şekilde bu tür oluşumları "terör örgütü" ilan ettiğini, bu ve benzer örgütlerin de mal varlıklarının dondurulması, ülkeye giriş çıkışlarının yasaklanması gibi tedbirleri aldıklarını anlatan Arınç, bu konuda ülkenin bir eksiği bulunmadığını vurguladı.

Konunun Türkiye'yi daha çok ilgilendiren yönünün, Suriye'de yaşanan kaos ve Maliki yönetimindeki Irak'ın neredeyse parçalanma ve bölünmeye gitmesi olduğunu dile getiren Arınç, IŞİD'in Musul'daki ilerleyişini hatırlattı. Arınç, şöyle devam etti:

"O sırada tahliye edilmemiş bulunan konsolosluk görevlilerimiz de bayrağımızı indirmeden onların bir şekilde rehinesi durumuna düştü. 'Alıkonmak' da diyebiliriz, 'rehine' de diyebiliriz ama 3 ay doldu. Yani 3 aydan beri... 49 kişidir bunlar. 3'ü yerel ihtiyaçlar için kullanılan o bölgenin insanlarıdır. Türkiye'den giden veya Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olan 46 yurttaşımızdır. İçlerinde bayan da çocuk da var. Onların her haliyle ilgileniyoruz. Kaldıkları yeri biliyoruz, irtibatımız bir şekilde devam ediyor fakat birinin bile burnunun kanamasını istemediğimiz için hassasiyet gösteriyoruz ve bir şekilde onları oradan çekip kurtarmak ve yurda dönmelerini arzu ediyoruz. Bunun ne kadar zor olduğunu az çok tahmin edebilir insanlar. Bursa'dan da birkaç tanesinin yakını var. Geldiğim zaman onlarla da görüştüm. Türkiye'nin her yerinden de arayanlara, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarımız, bizler, ilgili arkadaşlarımız zaman zaman bilgi veriyor ama şu anda sağlıklarının iyi olduğunu, güvenli bir yerde bulunduklarını ama maalesef hala IŞİD kontrolünde ve onların denetimi altında olduklarını bilmemiz lazım. Onları her gün konuşarak, onların bulunduğu durumu daha trajik bir şekilde anlatarak, onlar hakkında yaptığımız çalışmaları sonuçsuz bırakacak birtakım hareketlerden kaçınmamız lazım. En basitini söyleyeyim; ilk zamanlarda bulundukları yerlerin fotoğrafı çekilip bir şekilde internete konulduğu veya haber ajansları geçtiğinde, yerleri değiştirildi. Yer değiştirmeler oldukça bizim birtakım çalışmalarımız veya planlarımız maalesef suya düşüyor ve Allah korusun bu insanların neler yapabileceklerini de en azından yaptıkları işlerden anlayabiliyoruz. Oradaki tüm yurttaşlarımızın inşallah bir gün ve çok da belki yakında, çünkü böyle bir beklenti içindeyiz, kurtulacaklarını, ana vatana döneceklerini, yakınlarıyla kucaklaşacaklarını da ümit ediyoruz."

"Biz Türk milletiyiz, hamiyetli insanlarız"

Arınç, IŞİD'in o bölgede Erbil'e kadar gidebilecek yürüyüşünün, Peşmerge güçleri ile ABD hava unsurları tarafından engellendiğini aktardı.

Bu engellemeyle Kuzey Irak'ın biraz daha güvenli hale geldiğini bildiren Arınç, şunları kaydetti:

"Kerkük'ü de ele geçirebilecek, Selahaddin'i de ele geçirebilecek hatta bir koldan Bağdat'a, bir koldan da Erbil'e yürüyebilecek bir çalışmanın içindeydiler. Tabii Suriye'ye tekrar döndüler, Suriye'de, Kobani denilen, Kürt yönetimi ayrı ayrı kanton bölgeleri kurdu kendilerine göre, kantonlara da yönetici atadı. Ne kadar ciddi bir tedbir, o ayrı bir konu. Şimdi, o Kobani yakınlarındaki Telabyad ve diğer bazı kasabaların üzerine yürüdü IŞİD birkaç günden beri ve bu yürüyüşte de aynen Musul'da olduğu gibi Irak askerlerinin bırakıp gitmesi gibi burada PYD'nin veya YPG'nin silahlı güçlerinin bir şekilde IŞİD'in önünden kaçtıklarını ve oralarda bir boşluk meydana getirdiklerini biliyoruz. Bize, özellikle Suruç ve yanındaki ilçe ve köylerimiz, çok yakın sınırlar. Suriye'yle sınırımız, benimle sizin aranız kadar, oradan öksürüyorsunuz, ben buradan duyuyorum. Hatta zaman zaman atılan bombaların veya mermilerin de bizim tarafımıza düştüğünü, insan kaybına da yol açtığını biliyoruz.

Hükümet olarak düşüncemiz; Suriye'de yaşanan olaylar sebebiyle Türkiye'ye gelen bu kadar insan var. Bu kadar insana maddi olarak her şeyi veriyoruz çünkü onlar ölüm korkusuyla Türkiye'ye sığındı. Suriye'deki yönetimin, halkına karşı zulmetmesini her zaman eleştirdik ama oradan kaçıp da hayatını kurtaran insanlara da kucak açtık. Şimdi aynı şekilde bir akım, Suriye kuzeyinden başlayarak Türkiye'ye Kürtleri de getirecek olursa bu, Türkiye için maddi manevi açıdan bir yıkım olabilir. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar kendi topraklarında onları güvenli haline getirmemiz lazım. İnsani yardımı yapalım, gıda yardımı yapalım vesaire yapalım. Çünkü bunu yapmaya mecburuz. Biz Türk milletiyiz, hamiyetli insanlarız. Aman dileyene, bizden yardım isteyene, 'Beni kurtar' diyene kucağımızı, elimizi, kolumuzu açmak zorundayız. Bunu tarihin her döneminde Türk milleti yapmış."

Halepçe katliamı

Başbakan Yardımcısı Arınç, 23 yıl önce Turgut Özal döneminde Halepçe katliamında binlerce insanın sınırdan Türkiye'ye girdiğini, milletin 500 bin civarında kişiyle ekmeğini paylaştığını anımsattı.

Türkiye'nin güvenli bir yer olduğuna işaret eden Arınç, şöyle konuştu:

"Türkiye'de rahat edeceklerini bilirler, kendilerinin ağırlanacaklarını bilirler. Siyaseten de bize karşı çıkarlar zaman zaman ama 'aman' dediklerinde de Türkiye'den başkası akıllarına gelmez. Şimdi buralarda tabii top sesleri yaklaştı. IŞİD, binleri önüne katıp kovalamaya başladı. Yani bize gelen haberlere göre 1-2 kilometre kadar kalmış aralarındaki mesafe. Gelecekler sınıra kadar, bunları katledecekler, yok edecekler. Sabah onu haber aldığımızda dünkü gelişmelere göre bir plan yapmıştık zaten. Bu plan gereğince İçişleri Bakanımıza ve Numan Bey'e, 'En azından bu 4 bin kişiyi sınırdan içeri alalım, hayat memat meselesi, daha sonrakiler için A, B, C planlarımızı düşünürüz' dedim. Onlar Sayın Başbakanımızla da görüşmüş. O da zaten beyanatta bulundu; 'Kapımıza gelenin kökenine, dinine, inancına bakmayız. Hayat memat meselesi olan ve bizden yardım dileyen herkese kucağımızı, gönlümüzü açarız' dedi. Nitekim alındılar. O trajik manzaraları hepimiz gördük. Ağlayan kadınlar, feryat eden çocuklar, annelerin, ninelerin sırtlarda taşınması, can havliyle bir kısmı araçlarıyla bir kısmı da araçsız bir şekilde sınırlarımızdan içeri girdiler. AFAD yönetimimiz onlar için bir hazırlık yapmıştı. O hazırlık gereğince sağlık hizmetlerimiz bir taraftan, yeme içme, barınma hizmetleri bir taraftan götürülüyor. Belki oradan alınıp başka bölgelere de taşınabilirler."

"Tampon bölgeler, uçuşa yasak bölgeler..."

Hükümetin, gelişmelere bağlı olarak bir planı bulunduğunu aktaran Arınç, IŞİD'in Telabyad civarına kadar girdiğini belirtti.

Bu örgütün girdiği yerlerde yaşayanların ya kaçtığını ya da canını kurtarmaya çalıştığını söyleyen Arınç, "Büyük bir korku var. Bu korku sadece psikolojik değil çünkü ellerinde modern silahlar var. Yani havan toplarından uçaksavarlara, ağır makineli tüfeklere kadar, son model gıcır gıcır arabaların içine monte edilmiş tüm silahlarıyla maddi bir korku da veriyorlar" değerlendirmesinde bulundu.

Arınç, Irak Ordusunun ise perişan durumda olduğuna değinerek, hükümet değişikliğinin ardından ülkenin toparlanmaya çalıştığını bildirdi. Batılı bazı ülkelerin, Irak Hükümetine ve Peşmergeye silah yardımı yapabileceğini, onların unsurlarını silahlandırıp eğitimler vererek IŞİD'e karşı destekleyebileceğini anlatan Arınç, şunları kaydetti:

"İç güvenlik güçleriyle koordineli hazırladığımız, bir taraftan istihbaratımızı taşıyan, bir taraftan da Türkiye'ye zarar vermemek üzerine yapılabilecek her türlü planımız var. Bugün mesela çok kolay bir biçimde, kısa bir koordinasyonla bunun kararı verildi. Kolay bir karar değil. Çünkü eğer sınırlar tamamen açılacak olursa ve bu korkuyla arkadan binlerce insan gelecek olursa, bunun sayısını bugünden biz tahmin edebiliyoruz, bu korkunç bir rakam. O yüzden bugün konuşulan tampon bölgeler, uçuşa yasak bölgeler, şunlar bunlar olabilirliği konusunda hepsi bir planın içerisinde. Çok şükür çalışkan, başarılı, idareci ve güçlü bir hükümetimiz, ordumuz var. Bunları yapabilecek noktadayız."

Çözüm süreci

Çözüm sürecine de değinen Bülent Arınç, bu konuda 2012 aralık ayından başlayan, temeli; "kavga, şiddet, silah kullanmak bitsin. Fikirlerin, siyasetin konuşulacağı günler gelsin. Silahlar terk edilsin, eylem yapılmasın ve Türkiye'deki silahlı unsurlar yurt dışına çıksın, yurt dışındaki de suç işlemeyenler Türkiye'ye gelsin. Dağı besleyen unsurlardan dağa çıkışlar özendirilmesin, dağdan inişler özendirilsin" olan yeni bir sürece girildiğini kaydetti.

Arınç, Türkiye'nin, teröre yıllardır binlerce şehit verdiğini, binlerce sivil halkın yaşamını yitirdiğini, her karakol baskınında 15-25 askerin kaybedildiğini, canlı bomba eylemlerinin yaşandığını, hamile annelerin dahi yaşamını yitirdiği bir süreci geride bıraktığını ifade ederek, şöyle devam etti:

"30 senedir, 35 senedir, 40 seneden beri bir terörün ateşi var ve bu ateşi söndürmek hepimizin boynumuzun borcu. Şehit cenazelerine çok gittik. Hepsi bir üzüntüdür, acıdır, feryatlar vardır. Türk bayrağının sarılı olduğu her cenazenin karşısında 76 milyon insan gözyaşı döküyor ama eşi şehit olmuş veya ölmüş kim olursa olsun kadın anne veya baba şu feryadı yapmıyor; 'benim oğlum öldü herkesin oğlu ölsün.' Hayır bunun yerine tam aksi; 'Benim oğlum öldü ama şu kan akma dursun gözyaşları dinsin. Yeter ki siz bunları yapanları yakalayın cezalarını verin ama bu terör bitsin' diye yalvarıyorlar.

Kolu kopmuş, bacağı kopmuş, gözünü kaybetmiş yüzde 95 neredeyse malul olmuş gazilerimiz var, hiçbirisinin ağzından ben, 'Ben bu hale geldim, herkes bu hale gelsin. Herkesin çocuğu, herkesin evladı askerde bunu tatsın' diyen bir söz duymadım. Silahla karşı karşıya müsademeyle ölmek veya öldürmekle bu örgütün son bulması, bu şiddetin son bulması görünmüyor. Mümkün olsaydı 90'lı yıllarda biterdi, olmamış. Halbuki askerimiz çok gayretli fedakar, polisimiz çok fedakar. Mücadele yapıyorlar bazen 1 yıl içinde binden fazla terörist öldürülüyor. İyi ama bitmiyor. Dağa çıkanlar var 15, 20 yaşından itibaren. Kızlar kadınlar var. Fazlalaşıyor, özendiriliyor ve bu bir kahramanlık haline geliyor. Kendi devletine kendi ülkesine düşman hale geliyor. O zaman siyasi bir çözüme ihtiyaç var."

"Siyasi çözüm için MİT'i kullandık"

Siyasi çözüm için Milli İstihbarat Teşkilatı'nı (MİT) kullandıklarını anlatan Arınç, şunları kaydetti:

"Siyasi çözümün yolunu da ancak böyle bulduk. Kim etkili olabilir bu konuda; Abdullah Öcalan, İmralı'daki insan. Hala onu lider olarak, onların tabiriyle 'önder' olarak görenler var. 'Demek ki onunla bunlar arasında bir irtibat olabilirse ve Türkiye de çözüm sürecine ikna edilebilirlerse bu iş tutabilir' diye düşündük ve kendi istihbarat örgütümüzü bu iş için kullandık.

Hükümet olarak işin içine girmedik çünkü bir siyasi karar organının bir terör örgütü veya örgütün elebaşısı, hükümlü bir insanla doğrudan iletişim kurmasını, başka ülkelerdeki örneklerinin aksine biz doğru bulmadık. Ama istihbarat örgütlerinin esasen görevi budur. Terörü sona erdirmek onun asli görevidir. Bunun için bütün argümanları kullanabilir. Ona yetki ve izin verildi. Temaslar kuruldu gidip gelmeler başlandı Nevruz'da mesajlar okundu. Arkadan eylemsizlik kail oldu. Öcalan, Nevruz'daki mesajında 'artık bu iş bitti, herkes dışarı çıksın, silahlar sussun' dedi, biz onları takip etmeye başladık.

Tabii sonra başka olaylar yaşandı. Geçmişte yaşadığımız karakol baskınları, helikopter düşürmekler, askerlerimize, polisimize ve hatta öğretmenlerimize, hakimlerimize, masum kadınlara, çocuklara yönelik terör eylemleri bitti. Şehit cenazeleri gelmemeye başladı ve Türkiye'de bir huzur iklimi oluştu. Ve halk bunu çok benimsedi. Sadece bölge halkı değil Bursa halkı da Manisa da İzmir de... Bakıldı ki artık 'terör biterse güzel şeyler olacak' bu çözüm sürecinin arkasında millet durdu. Neyle durdu 2011 seçimleriyle durdu."

"Okul yakmalar ve benzeri olayların sonlanmasıyla ilgili çalışmamız var"

Çözüm süreciyle ilgili şimdi yeni çalışma programının içinde, çıkışlar, dönüşler, bunlarla ilgili sosyal tedbirler, rehabilitasyon unsurları gibi konuları içeren 6 maddelik konunun geçen temmuz ayında yasalaştığını, CHP'den de 8 milletvekilinin bu kanuna "evet" oyunu verdiğini aktaran Arınç, "Halkımızın, 'evet cenazeler gelmiyor, şehitlerimize ağlamıyoruz ama bu yol kesmek neyin nesi. Bu heykel neyin nesi. Bu adam kaçırıp fidye istemek neyin nesi. İnşaatlarda kullanılan araç ve gereçlerin kullanılması neyin nesi" gibi şikayetleri var. Hükümet olarak biz de bundan şikayetçiyiz. Şimdi artık onların hiçbirisi olmayacak. Yani, kamu düzenini ve güvenliğini ilgilendiren tüm asayiş konularında bölgede, okul yakmalar ve benzeri olayların sonlanmasıyla ilgili çalışmamız var. Artık bunlar olmayacak" ifadelerini kullandı.

AİHM'in uyarısı

Arınç, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), Türkiye'ye zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde, ailelerin inançlarına saygı duyulması konusunda yaptığı uyarıya ilişkin kararını değerlendirdi.

Bunun yeni bir şey olmadığını, bazı Alevi yurttaşların müracaatı üzerine daha önce de bir karar alındığını hatırlatan Arınç, son çıkan karara ilişkin Başbakan Ahmet Davutoğlu ile CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen'in düşüncelerini ifade ettiğini, hukuki olması bakımından bu konudaki düşüncelerin hepsine saygı duyulması gerektiğini söyledi.

Arınç, Türkiye'ye yönelik herhangi bir cezalandırma olmadığını belirterek, "AİHM kararları da bizim için uygulanması gerekli kararlardır. Gerçi Türkiye'yi nizam eden herhangi bir tazminat veya cezalandırma yapmamışlardır. 'Son hüküm' kısmında Türkiye hükümetine karşı bir şey yok" ifadesini kullandı.

Din öğretimi ve ahlak derslerinin, 1980 Anayasası'ndan sonra okullarda verilmeye başlandığını anlatan Arınç, Avrupa ülkelerinin pek çoğunda da din dersine benzer konuların, bazılarında mecburi kimilerinde ihtiyari olarak okutulabildiğini anımsattı. Arınç, şunları kaydetti:

"AİHM'nin kararı bence içeriğe yönelik. Yani böyle bir dersin var olması veya olmaması tartışılmamış. İçeriğinde bizim iddiamıza göre kolayımıza geldiği için biz 'din dersi' deyip geçiyoruz. 'Din dersi' demek, sadece İslam dininin öğretildiği, öğretmekle kalmayıp, 'namaz nasıl kılınır, abdest nasıl alınır, İslam dininin hususiyetleri nedir', bunların sadece öğretildiği ve işte okullarda da birtakım belki haccın, umrenin yapılmasıyla namazın nasıl kılınacağıyla veyahut diğer zekat vesaire gibi ibadetlerimizin, sadece bunların öğretildiği ve herkesin öğrenmekle de mecbur olduğu bir anlayışla karşılıyorlarsa, buna laik Avrupa'nın belki tepki koyacağını ve AİHM'in bunu reddedeceğini baştan düşünebiliriz. Çünkü bize benzeyen laiklik uygulaması en çok Fransa'da vardır. Yani Fransa'nın laikliği Türkiye için esas alınmıştır ama bizdeki daha koyu bir laikliktir veya laikçiliktir."

Fransa'da okulların ikiye ayrıldığını aktaran Arınç, birinde başörtüsü serbestse öbüründe dini kıyafetlerin bir şekilde bulunması, boynunda haç taşımasıyla başındaki örtüyü yan yana getiren yorumlar yapılmasının mümkün olabildiğini dile getirdi.

"Kıbrıs'ta İlahiyat Kolejleri diye açıldı bu okullar"

Türkiye'deki din eğitiminin içeriğine değinen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bizde daha sonra, din öğretimine dönüştü, yani bütün dinleri anlatan İslam dini gibi, İslam'dan belki biraz daha çok bahseden, ameliyesini öğretmenlere bırakmış, yoksa çocukları alıp, tek tek camiye götürmekle veya 'Nasıl namaz kılıyorsun, bana göster' demekle veya herkes için genel geçer zorlayıcı bir hüküm taşıyan bir eğitim yok. Din öğretimi var, ahlak var. İşte bunlar din dersleri öğretmenleri tarafından anlatılıyor. AİHM diyor ki; 'Sizin müfredatınız sadece İslam üzerine yoğunlaşmış bir müfredat. Oysa Aleviler kendi inançlarının anlatılmasını da isteyebilir, Hristiyanlar kendi inançlarının da anlatılmasını isteyebilir, belki de ateistler bunun hiçbirine ihtiyaç da göstermeyebilir. Dolayısıyla sizin bu din öğretimi dersleriniz İslam inancı ağırlıklı olmuş, diğerlerini kapsamamış. Ya onları da kapsayıcı biçimde müfredatınızı, programlarınızı değiştirin veya bu dersi kaldıracaksanız kaldırın' mealinde. Mesela Sayın Türmen diyor ki; 'Bu açıdan baktığımızda, bugünkü din öğretimi ve ahlak derslerinin müfredatı değiştirilebilir. AİHM'nin kararına uygun bir içerik kazandırılabilir.' İkincisi, bu ders tamamen kaldırılabilir, yerine başka bir ders konulabilir. O dersin adı, içeriği ne olur onu biz bilmeyiz ama buradaki ölçütlere uygun yeni bir dersi koymanız mümkün."

Bursa'da, biri İmam Hatip Lisesi olmak üzere iki okulun açılış törenine katıldığını hatırlatan Arınç, "Bursa ile ilgili notlara baktığımda 27 bin İmam Hatipli öğrenci var. Biz İmam Hatipli diye biliyoruz ama iki gün önce Kıbrıs'taydım, Kıbrıs'ta İlahiyat Kolejleri diye açıldı bu okullar. Yani o isimde de açılabilir" değerlendirmesinde bulundu.  

"Gereği hükümetimiz tarafından yapılacaktır"

Söz konusu okullara yeni isimler bulunabileceğini bildiren Arınç, içinde nasıl bir din öğretimi amaçlandığının gösterilmesi gerektiğini ifade etti. Arınç, şöyle konuştu:

"Alevi yurttaşımız 'Benim inancım da budur, bu şekilde anlatılsın, buna da bu derslerde yer verilsin' diyorsa, biz demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiysek, laiklik de esas ise bu isteği dikkate alan bir müfredat yapmalıyız. Şimdi bence bu incelenecektir ve gereği de Hükümetimiz tarafından yapılacaktır. Şimdi buna ihtiyaç, ben olur mu olmaz mı noktasındayım, kimliğim itibarıyla 'Mutlaka ihtiyaç duyuyor' diyeceksiniz. Evet ben dinin fıtri olduğuna, yaradılıştan, inanma duygusunun daha çok ve insanların mutlaka bu inancını bir şekilde bilerek, anlayarak, düşünerek, ifade etmek durumunda kalacaklarına inanıyorum. İnsanlar 'Ben hiçbir şeye inanmıyorum' da diyebilir, ateizm düşüncesine sahip de olabilir."

"Hepsinin ağzı kıpır kıpır olur"

Bunun güzel bir fıkrası olduğunu ancak sadece onlarla ilgili kısmını anlatacağını belirten Arınç, şöyle dedi:

"Yani, 'Komünist, ateist ne zaman başka türlü olur?' diye anlatmışlar. Mesela uçakta türbülansa girdiniz, indiniz çıktınız 200 metre, hepsinin ağzı kıpır kıpır olur. Hepsi 'Allah'ım sen bizi bu badireden kurtar' diye dua eder. Yokluğunu zannettikleri Allah'ı berbat bir günde hatırlarlar. Geçenlerde BUDO'nun feribotu ne oldu? Dalgalar geldi, camını patlattı. İçeridekilerin hepsinin inançlı olduğunu düşünüyorum da faraza içeride bir tane başka düşünceden olan birisi olsaydı, kollarını açarak, 'Ya Rabbim, bizi bu badireden kurtar' diyecekti. Allah'a inanmak fıtridir. Allah'a inanmazlarsa başka şeylere inanırlar. Taşa, çöpe, ineğe inanlar da var, kutsal sayanlar da var. Budizm var, Konfüçyanizm var, başkaları var. Bu, inanç duygusunu tatmin etmeye yönelik bir arayıştır, buluştur ama diyelim ki onun böyle bir derdi yok, o bundan öte başka bir dünya olduğuna inanmıyor. Her şey burada, 'Ben öldükten sonra beni yakın' diyor veya başka bir şey söylüyor. O da onun inancı, inançsızlığı inanç haline getirmiş. Şimdi burada tabii benim öğreteceğim din dersinde veya din öğretiminde insanların samimi, fıtri olarak inanma duygusunu, İslam nasıl getiriyor, diğer farklı dinler nasıl getiriyor, farklı inançlar ne söylüyorlar? Belki bunları kısa kısa anlatan öz bilgi veren bir şey olması lazım."

"Gerekirse de anayasa değişikliğine gideriz"

Başbakan Yardımcısı Arınç, AİHM kararı incelendikten sonra din eğitimine yönelik gerekli düzenlemenin gündeme gelebileceğini ifade ederek, "Şimdi Milli Eğitim Bakanlığımız da Hükümetimiz de bu konuyu ele alacaktır. Tekrar söylüyorum, AİHM kararını iyice inceledikten sonra haklı olduğuna kanaat getirdiğimiz anda gereken düzenlemeyi yaparız, gerekirse de anayasa değişikliğine gideriz" değerlendirmesinde bulundu.

Dersin içeriğinin değiştirilmesinin en kolayı olacağını veya o içerikle beraber ismini değiştirmenin mümkün hale gelebileceğini anlatan Arınç, şahsen "Tamamen kaldıralım, böyle bir şey olmasın" düşüncesini taşımadığını söyledi.

Arınç, hükümette bu konuyu konuşmadıklarını, hükümetin tavrı veya kararı hakkında bir şey söylemeyeceğini ifade ederek, şunları dile getirdi:

"Ben Bülent Arınç olarak, bu tür bir dersin çocuklarımızın, o yeni yetişen evlatlarımızın ne olup bittiğini anlaması, en basit dini bilgileri öğrenmesi bakımından faydalı olacağını düşünüyorum. Zaman zaman herhangi bir yerde bir cenaze namazına gittiğimizde, çok istediği halde cenaze namazını bilmeyen, abdest almasını bilmeyen, ellerini 'böyle, böyle' koymaya gayret eden insanlar görüyorum. Üzülüyorum tabii. Evladının cenazesinde bunu hisseden insan ne kadar üzülüyordur. Annesinin, babasının cenazesinde 'Benim son görevim bu. Bunu nasıl yapacağım? Abdest nasıl alınırdı?' diye 60 yaşındaki insanın kıvrandığını gören birisi olarak söylüyorum. Herkes bir kenara çekilse bile senin baban o, sen cenaze namazını kılacaksın, eğer inanıyorsan... Bu genel bir uygulama içerisinde basit dini bilgileri sadece bir nosyon olarak çocuklarımıza verebilirsek çok iyi olur diye düşünüyorum."