ANKARA

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, "Eylül ayında bu (Çözüm Süreci taslağı) konuşuldu hükümet tarafından ve İmralı'ya da gösterildi, muhtevayı İmralı da biliyordu, 12 Eylül'de oraya giden HDP heyeti de eylül ayı içerisinde onlar da bilgi sahibi oldular, Kandille görüştüler ve ondan sonra zaten bu asayiş olaylarını bitirme vs gündeme geldi, konuşuldu" dedi.

Akdoğan, NTV canlı yayınında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Akdoğan, "Çözüm sürecine toplumsal destek devam ediyor dediniz ama aynı zamanda 'toplumun kabul etmeyeceği hiçbir adım atılmaz' dediniz ama sonuç itibarıyla demek ki bu sürecin çözümü konusunda bir toplumsal destek, bir toplumsal moment yakalanmış durumda. Bu iki ifade arasında bir çelişki olmuyor mu o zaman?" sorusuna,  "bir çelişki olmadığı" cevabını verdi.

Bu sürecin, demokrasilerde sorun çözme kurumunun, siyaset kurumu olduğunu belirten Akdoğan, siyaset kurumunun da toplumdan aldığı destekle yol yürüdüğünü söyledi.

Akdoğan, çözüm sürecinin başlatıldığına ve ardından ülke genelinde bir seçim döneminin yaşandığına işaret ederek, "seçimde toplumun, AK Parti'ye güçlü bir şekilde destek verdiğini, bunun aynı zamanda AK Parti'nin politikalarına, uygulamalarına da destek vermek" anlamına geldiğini vurguladı.

Çözüm Süreci'ne dönük politikanın da bu noktada destek gördüğünü dile getiren Akdoğan, "Bu çerçevede halkın iradesiyle yol yürüyen, onun desteğiyle bu projeleri hayata geçiren bir hükümet, elbette halka rağmen bir adım atmaz" dedi.

Bu meselelerin farklı farklı boyutları, teknik konuları olduğunu ifade eden Akdoğan, her konunun toplum tarafından bilinmediğini ama bilinebilen kısımları, toplumun zaten görüp, tezahürlerini hissedeceğini, bir kısmının toplumla paylaşılacağını, bunun zaman içinde görüleceğini, şu anda ayrıntılarıyla ilgili bir şey söylemek istemediğini belirtti.

Bunlar çok yakışıksız ifadeler

Akdoğan, "Taslak metnin ön sayfasını gördüler, görmediler HDP'liler... Sonrasında Sayın Demirtaş'ın 'hayır bu büyük bir yalan bize hiçbir şey göstermedi hükümet, yol haritasını biz bilmiyoruz' diyor. Siz yol haritasını HDP ile paylaştınız mı?" sorusunu şöyle cevapladı:

"Bunlar çok yakışıksız ifadeler. Gerçek olmadığı gibi böyle yalan vs gibi ajitatif laflar ben etmek istemiyorum çünkü neticede bu partilerle görüşen bir kişi olarak ileri laflar da söylemek de istemem, hak etmelerine rağmen ama bunlar gerçekten de yakışıksız ifadeler. Burada kimse kimseyi kandırmaz. Ahmet Davutoğlu'nu herkes bilir, kişiliğini bilir, nasıl bir karaktere sahip olduğunu bilir, kesinlikle yalan söylemeyeceğini, konuşmayacağını da bilir, o yüzden bu tür ifadeleri kesinlikle duymak istemiyoruz. Hükümet kurulur kurulmaz Sayın Davutoğulu'nun ilk yaptığı iş, Çözüm Süreciyle ilgili bir kurul oluşturmak ve ilk yaptığı toplantı budur. Bir kurul oluşturmuştur, daha Başbakanlığının ilk haftasında. Hükümet güven oyu alır almaz ilk yaptığı toplantıdır bu. Bu konuya verdiği önemin göstergesidir. Bu konu konuşulmuştur. Yeni hükümet, Çözüm Süreci'nde ivme kazandıracak bir şekilde bu görüşmelerdeki muhtevayı belirlemiştir ve bu 12 Eylül'de HDP heyeti adaya gitmiştir, bu konu konuşulmuştur ve eylül ayı içinde HDP heyeti de bu konuda bilgilendirilmiştir."

Eylül ayında bu işler görülmüştür, konuşulmuştur

HDP ve bütün bileşenlerinin bu konuda, bu muhtevayı eylül ayında gördüğünün altını çizen Akdoğan, şöyle devam etti:

"Bu illa bir şey vermek anlamına gelmiyor ama neticede bu konu görülmüştür, konuşulmuştur, aktarılmıştır diğer bileşenlerine, Kandil'e de aktarılmıştır ve onun üzerine bize 'tamam burada ilk adım bu asayiş olaylarını bitirmek bunu da biz, Kandil, vs, örgüt  gereken adımları atacak. Kırsaldaki uygulanan şiddet vs bunlar son bulacak' denmiştir ve 1 Ekim'de Başbakanımız Sayın Demirtaş'ı Başbakanlık'ta kabul ettiğinde bu da konuşulmuştur. 'Yani siz biliyorsunuz bu muhtevayı. Bunun için de bu tür olayların son bulması gerekir' şeklinde bu konu da konuşulmuştur. Bu yüzden ben hiç anlam veremiyorum yapılan bu açıklamalara. Bunun muhtevası eylül ayında İmralı tarafından, HDP tarafından ve Kandil tarafından bilinmiştir. En son geçen hafta Kandil'e gittiklerinde de bu mevzu tekrar ele alınmıştır. Yani 'biz görmedik, bilmedik duymuyoruz, duymadık' demeleri hiç anlamlı değildir ve  bizim biraz da kızgınlığımız bu konular konuşulmuş ve anlaşılmış olmasına rağmen olayların durması yerine daha da tırmandırılmasıdır. Peki bu konuşulmadıysa niye bunlar mevzu oluyor? Eylül ayında bu işler görülmüştür, konuşulmuştur. 'Biz görmedik, bilmiyoruz' falan gerçekçi değildir."

Bir ayak bağıdır, prangadır

Yalçın Akdoğan, "Sürecin sonunda nasıl bir Türkiye düşünüyorsunuz?" sorusuna yanıt olarak ise bunun onlarca yıldır var olan çok boyutlu bir sorun, iç içe geçmiş sorunlar kümesi olduğuna dikkati çekti.

Bu sorunun sosyal, ekonomik, siyasi ve güvenlik boyutlarının olduğuna işaret eden Akdoğan, ortada da elinde silah bulunan bir örgütün olduğuna değindi.

Akdoğan, "Çözüm Süreci bu konuyu, terör deyin, örgüt, silah vs, bir şekilde bunu sonlandırmaya dönük bir proje. Bu noktada Öcalan'ın geçen yıl nevruzda verdiği 'silahlar sussun fikirler konuşsun" konusunu biz şu açıdan önemsedik; silah bırakma fikriyatının oluşması bile başlı başına bir kazanımdı. Yani bu yöntemin artık doğru olmadığı, bu fikriyatın gelişmesi bile bir kazanımdır ama neticede onların bırakılması çok önemli bir nokta olacaktır ve bu sürecin nihai amacı da budur zaten. Bu, Türkiye'de gerçekten bir ayak bağıdır, prangadır" diye konuştu.

Bu konunun "hem toplumsal barış, birlik ve bütünlük açısından risk üreten sorun olduğunu hem de uluslararası bölgesel gelişmelerde bir şekilde kaşınan, birilerinin manipüle ettiği bir araca da dönüştüğünü" dile getiren Akdoğan, "Sadece terör iç siyaseti tanzim etmek, sivil iktidarları baskılamak için kullanılan bir enstrüman, zaman zaman geçmişte olmuştur. Bunun ötesinde uluslararası politikada kullanılan bir enstrüman, bir araç, maşaya dönüşebilmektedir. Bu, Türkiye'ye yakışmıyor. 'İleri demokrasi' diyoruz, '2023 hedefleri' diyoruz. Buna ulaşmak için bu sorundan kurtulmamız gerekiyor" dedi.

Ben de çok net bir ifade kullanıyorum

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, Hükümetin çok boyutlu olarak ekonomik ve sosyal alanlar gibi diğer alanlarda zaten çok ciddi bir performans ortaya koyduğunu söyledi. Akdoğan, "Biz yayına girerken düştü bu açıklama; Selahhattin Demirtaş, 'yol haritası ne benimle paylaşıldı ne de heyetle paylaşıldı' diye, çok net bir ifade kullanıyor. Buna ne diyeceksiniz?" sorusu üzerine de şunları söyledi:

"Ben de çok net bir ifade kullanıyorum; Eylül ayında bu konuşuldu hükümet tarafından ve İmralı'ya da gösterildi muhtevayı İmralı da biliyordu, 12 Eylül'de oraya giden HDP heyeti de eylül ayı içerisinde onlar da bilgi sahibi oldular, Kandille görüştüler ve ondan sonra zaten bu asayiş olaylarını bitirme vs gündeme geldi, konuşuldu. 1 Ekim'de Sayın Demirtaş'la Sayın Başbakanımızın yaptığı görüşmede buna atfen 'sizde biliyorsunuz bu muhtevayı, bu işlere son vermek gerekir' şeklinde bir görüşme oldu. Bu illa eline kağıt verip madde madde hepsini bileceksin anlamına gelmiyor ama süreç içinde örneğin geçen hafta Kandil'e gittiklerinde de onlar da bunun ne olduğunu gayet iyi biliyorlar. Bu yüzden bu açıklamaları ben çok talihsiz açıklamalar olarak görüyorum. Biraz önce başka bir kanalda Sırrı Süreyya Önder konuşuyordu 'işte süreç şöyle ilerleyecek...' muhtevayla ilgili birtakım şeyler söylüyordu, peki bilmiyorlarsa bunları nereden açıklıyorlar. Daha önce İdris Baluken 10 gün önce biz bunun taslağını gördük dedi vs."

Yalçın Akdoğan, yöneltilen bir soru üzerine de Selahattin Demirtaş'ın "(Kobani olayları) Şahsen beni bir siyasi fügür olarak ortadan kaldırmak istiyorlar" açıklamalarını da değerlendirdi.

"Biz, HDP'yi önemsiyoruz, kabul ediyoruz, görüşüyoruz, temasımız var. Siyasi aktör burada, süreçte muhataptır. Mecliste de kurduğumuz Çözüm Süreci'nde de yine HDP ile birtakım çalışmalar yapıldı" diyen Akdoğan, siyaset kurumunun elinin güçlenmesi gerektiğini, yasal ve meşru olanın siyasi aktör olduğunu, onun güçlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Akdoğan, "Bizim böyle bir şeyimiz söz konusu değil. Ben daha önce Selahattin Demirtaş'ın cumhurbaşkanlığına adaylığında da benzer şeyler söyledim, bundan biz rahatsız olmayız. Bu ciddi bir entegrasyon, kabullenme, aidiyet göstergesidir. Bir dönem siz bir devleti hasım olarak, düşman olarak görüyorsunuz ama sonra o devletin başına cumhurbaşkanlığına talip oluyorsunuz. Bu çok önemli bir kırılma noktasıdır. Siyasi açıdan anlamlı bir durumdur. Bundan biz rahatsız olmayız. Hatta bu çözüm sürecine ivme kazandıran bir durumdur. Çözüm Süreci vurgusuyla aday olan Sayın Erdoğan'ın vizyon belgesinde çözüm sürecine yer vermesi ve seçilmesi bu kadar yüksek bir oy alması da çözüm sürecini destekleyen Selahattin Demirtaş'ın aldığı oy yüzdesi de totalde çözüm sürecine bir destek olarak görülebilir ve sürece ivme kazandırmıştır cumhurbaşkanlığı süreci. Bu yüzden bizim böyle bir düşüncemiz söz konusu olamaz ama kendi iç ilişkileri bağlamında bir şey varsa burada neticede siyasi bir yanlış yapmıştır. Bir meşru siyasi parti böyle bir çağrı yapabilir mi?" değerlendirmesinde bulundu.

Yaşanan vahim olaylar olduğunu hatırlatan Akdoğan, "Burada bir çıkmaz sokağa girmiştir, duvara toslamıştır bundan dolayı da elbet eleştirilecektir. Bu başka bir şey ama 'beni yok etmek istiyorlar vs' tabii o kendi iç işlerini bilmem ben diğer bileşenleri onu nasıl öz eleştiri aldılar, nasıl bakıyorlar Selahattin Demirtaş'a, o kendi meseleleri" diye konuştu. 

Böyle bir baskı tam bir Baas zihniyeti

Akdoğan, "Öcalan 'süreç bir kırılmaya uğradı' diyor. Kırılmanın gerekçesi de 'hükümetin benimle geliştirmeye çalıştığım ilişki biçimini bir araçsallaştırma mekaniğine oturtmaya çalışmasıdır' diyor. Sonrasında '15 Ekim itibarıyla o sorun ortadan kalktı. Yeniden ölen bir süreci dirilttik' açıklaması yapıyor. Daha sonra HDP'nin açıklamalarına bakıyoruz, bir sekreteryadan bahsediyorlar ve de sanki hükümetle anlaşılmış gibi bir tavır var. Öyle ki 'iki üye daha eklenecek heyete hata onlardan biri Hatip Dicle olacak' dedi Sırrı Süreyya Önder, 'önümüzdeki hafta daha 3-4 daha gideceğiz' dedi. Şöyle bir tablo çıkıyor ortaya; sanki 15 Ekim gününde bir anlaşmaya varıldı, Öcalan'a özel bir statü verildi, bir sekretarya oluşturuluyor ve de süreç bir şekilde ilerliyor. 15 Ekim'de ne oldu? Öcalan çünkü '15 Ekim itibarıyla yeniden ivme kazandı' diyor ve de bu sekreterya... Bir anlaşma var mı taraflar arasında?" sorusunu da şöyle cevapladı:

"6-7 Ekim olaylarından önce hükümet çok samimi ve kararlı bir pozisyon ortaya koydu ve verdiği sözün arkasındaydı ama ne yaptılar, birtakım olaylarla bunu sabote etme yaklaşımı sergilendi. Bundan sonra biz durduğumuz yerde duruyoruz ama böyle bir şeyi bundan sonra kabul edemeyiz. Kamu düzeni ve güvenliği şuanda bizim için en öncelikli konudur. Temel zemin budur. Hukuku yok ederek hiçbir şey yapamazsınız, hukuk yoksa demokrasi yoksa temel özgürlükleri siz orada yok ediyorsanız ne çözüm süreci olur, ne başka bir şey olur. Öncelikle bu kabul edilecek. Siz orada zulmedeceksiniz, kime zulmediyorsunuz? Oradaki Kürt'e zulmediyorsunuz. Yüzlerce okulu yakıyorsunuz. Kobani'den gelen insanlara bakan sağlık ocaklarını yakıyorsunuz. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Çocuğun okulunu yakıyorsunuz Kürt. İşadamının makinasını yakıyorsunuz Kürt. Diğer partilerin binalarını yakıyorsunuz. Yani 'burada benim hakimiyetimden başka hiç kimse yaşayamaz, başka bir şey düşünemez, siyaset, iş yapamaz. Böyle bir baskı tam bir Baas zihniyeti."

Böyle bir baskıcı yapıya tahammül gösteremeyeceklerinin altını çizen Akdoğan, geçen hafta bölgedeki oda ve sendika başkanları, milletvekilleri, belediye başkanlarını, yerel basını, akil insanları dinlediklerini hatırlattı.

"Herkesin dert yandığını" kaydeden Akdoğan, devletin buna duyarsız kalamayacağını, devletin vatandaşına sahip çıkmak zorunda olduğunu söyledi.

Temel zemin, kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasıdır

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, Çözüm Süreci'nin "orada bir örgütün düzen kurması süreci olmadığını" vurguladı.

"Temel zemin, kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasıdır, bundan taviz vermeyiz" diyen Akdoğan, "hukuk yok edilerek hiçbir şeyin yapılamayacağını" vurguladı.

Akdoğan, ne yapılacaksa hukuk içinde yapılacağını dile getirerek, "Çözüm süreci var ve güvenliği tamamen rafa kaldırdık' böyle bir şey düşünülemez. Bu yüzden hükümet durduğu yerde durmaktadır ama bu zemini sağlamamız gerekiyor" dedi.

"Sizin geçen hafta gazetelere yansıyan 'Öcalan'ın şartları iyileşebilir' şeklinde ifadeniz oldu. Bununla ilişkili olarak Çözün Süreci bağlamında sizin, hükümet sözcülerinin ifadeleri, Sayın Başbakanın açıklaması oldu Dolmabahçe toplantısında. Galiba bundan sonra süreç şartlı müzakere yani sizin ısrarla söylediğiniz kamu düzeninin sağlanması, HDP heyeti ve bileşenler bu şartlı müzakereyi kabul ettikten sonra, yine sizin cümlenize dönecek olursak, Öcalan'ın şartlarında bir iyileşme olacak mı ya da hangi adımlar atılacak? Akil insanlar heyetinin söylediği başka talepler de vardı, bunlara karşı hükümetin adımları neler olacak?" şeklindeki soruyu yanıtlayan Akdoğan, soru cevap şeklinde bir haberin verilmesinin başka, köşe yazarının yaptığı sohbeti izlenim olarak yazmasının başka olduğunu söyledi.

"Bu şekilde olduğu zaman bazen bağlamından çıkabiliyor edilen laflar" diyen Akdoğan, her kelimeyi, harfi özel seçerek kullanmaya çalışan birisi olduğunu belirtti. Soru ve cevabın birbirini tamamlayan şeyler olduğunu ifade eden Akdoğan, şöyle konuştu:

"Soruyu kaldırıp sadece cevabı koyarsanız, onu da yuvarlama koyarsanız bambaşka bir şey çıkabilir. Burada benim aslında yapmaya çalıştığım, statü meselesi, işte 'dışarıya çıkarılacak', Öcalan'la ilgili o hafta bir sürü tevzirat vardı. Aslında bana soruldu bunların olmadığını söyledim ben. Yok işte 'ev hapsi mi olacak, dışarı mı çıkarılacak, statü mü verilcek' başka bir takım şeyler. Bunlar bizim gündemimizde yok. Konuşulan bir konu değil. Öcalan da bunları gündeme getiriyor değil. Yani kişisel olarak 'benim durumum ne olacak' böyle bir şey diyor değil. Bu yüzden ben bunu yalanlamak için bunu söyledim. Böyle bir şey gündemimizde yok. Zaman zaman sürecin gerektirdiği bir takım şeyler oluyor. Mesela cezaevi şartlarında iyileştirmeler yapıldı, televizyon verildi, bulunduğu ortam, kitap vesaire, insani olarak, işte doktor ihtiyacı olduğunda gidiyor. Bundan bahsettim ama öbür türlü o hafta içerisinde birçok farklı şey konuşulduğundan benim bu sözüm başka bir yere çekilmiş oldu. Bunu önce bir tavzih etmek (açıklama yapmak) gerekir."

Kullanılan dilin de önemli olduğunu belirten Akdoğan, şöyle devam etti:

"Yani biz buna 'görüşme, temas' diyoruz. Siz mesela 'müzakere' diyorsunuz. Bunlar ayrı terminoloji. Bunu ben size öyle demeyin demem ama bizim kullandığımız bir dil, perspektif ve bakış açımız var. Siz mesela 'ateşkes' diyorsunuz, ben 'eylemsizlik' diyorum. Bunlar farklı farklı diller. Biz buna özen gösteriyoruz ve gösterilmesi gerektiğini de ben düşünüyorum. Bu yüzden bir takım görüşmler var, ortada bir muhteva var, trenin yeniden raya oturabilmesi için biraz önce bahsettiğimiz konuları görmemiz lazım. Yani o ortamı siz imha ederseniz, hukuk zeminini imha ederseniz, güvenlik zeminini, kamu düzenini yok ederseniz, orada artık hiçbir şey gelişmez, var olan özgürlüğü kullanamazsınız, yok edersiniz, bırakın bir takım yeni haklar getirmeyi. Bu yüzden bu temel zemini, binanın zemin katı budur. Bunu atmamız gerekiyor."

Hükümet 'adım atmadı' diye yüklenmek haksızlık

Akdoğan, "Şartlı müzakerede HDP ve bileşenler kamu düzeninin sağlanması, bahsettiğiniz asayiş olaylarının son bulması durumunda hükümetiniz hangi adımları atacak?" sorusu üzerine "Hele bir görelim onu. En son çünkü bunlar konuşulmuştu ve tam tersi oldu" diye konuştu.

Hükümete "adım atmadı" diye yüklenmenin haksızlık olduğunu dile getiren Akdoğan, "Bugüne kadar ne yapıldıysa hükümet yaptı ama bunun ilk maddesi bu asayiş olaylarının, yol  kesmelerin, şiddetin bitmesiydi. Bitti mi, bitmedi. Geçen mayısta bunlar Türkiye'yi terk edeceklerdi, ettiler mi, etmediler. O zaman 'hükümet yapmadı, etmedi' sen ne yaptın peki arkadaş, hangi adımı attın. Yani karakola kurşun sıkmamak bir adım değil ki tek başına. Neticede burada bir yol yürünecekse bu iradenin kararlılığının ve pratik sonuçlarının görülmesi gerekiyor" değerlendirmesinde bulundu.

Akdoğan, "Ortada tartışdığımız iki tane konu var; çokça eleştirilen güvenlikçi politikalar, bir de devletin asli fonksiyonu olan güvenlik sağlama. Fakat şunu da biliyoruz; güvenlik öyle bir günde erimiyor, bu da bir süreç. Bu çerçevede son olaylara baktığınızda devletin güvenlik sağlama fonksiyonlarının bir kısmını ihmal ettiğini ya da örgütün etki alanına bıraktığı gibi bir algı oluştu mu sizde?" sorusunu ise şöyle yanıtladı:

"Burada kasıtlı böyle bir politika, yaklaşım yani 'devlet güvenlik tedbirlerini geriye çeksin, kendini geriye çeksin' diye bir yaklaşım söz konusu değil. Hükümetin böyle bir talimatı da olmamıştır. Sürecin bir takım duyarlılıkları elbette var. Yani provokasyonlara kapıları kapatmak, yanlış bir takım uygulamalara geçit vermemek, bu başka bir şey ama güvenlikte herkesin yetkisi, görevi, sorumluluğu bellidir. Yani milletin kullandığı yolu birileri kesiyorsa gidip ona engel olacaksın. Bunun için ayrıca talimat vermeye de gerek yok. Orada kimin göreviyse onu yapacak. İşte bazı yerlerde bunun suistimal edildiğini de biliyoruz. İşte 'süreç var, biz yapmayalım' veya 'bize yapmayın dendi' gibi bir pasifizm üretildiğini, zaman zaman suistimal edildiğini de gördük çünkü son dönemde yaşanan başka tartışmalar da var biliyorsunuz. Devlet içerisindeki bir takım yapılanmalar vesaire. Bunun zaman zaman sabote edildiğini, bölgeye yanlış uygulama şeklinde yansıtıldığını da gördük ama burada güvenlik ve çözüm süreci birbirini tamalaylan parçalardır. Buradan artık taviz verilmesi söz konusu değildir. Bunu herkesin görmesi ve anlaması gerekiyor."

Tahammülsüz bir tasallut düzeni kurmaya çalıştılar

"Güneydoğu'daki olaylarda özellikle HÜDA PAR'lıların hedef seçildiği dikkati çekiyor. Yine bugün bir HÜDA PAR'lıya yönelik suikast söz konusu oldu. Buradaki amaç nedir? 'Yeni bir Hizbullah-PKK çatışması meydana getirilmek isteniyor' şeklinde değerlendirmeler var. Siz buna katılıyor musunuz?" sorusu üzerine Akdoğan, "Biraz önce bahsettiğim gibi, örgüt veya bileşenleri, bölgede çok tahammülsüz bir tasallut düzeni kurmaya çalıştılar" dedi.

AK Parti binalarına, kamu binalarına. HÜDA PAR binalarına saldırıldığını hatırlatan Akdoğan, "Oradaki bütün STK'lar, iş adamları, partiler, kim varsa kendilerinden olmayan bunlar üzerinde müthiş bir baskı uygulayarak bir otorite tesis etme arayışı. 'Ben varsam diğerleri olmaz'... Dediğim gibi tam bir Baas'çı anlayış. Tek tipçi, buyurgan, tahammülsüz bir anlayış. Bunun bir takım uygulamalarını gördük. Bu şiddetle birleştiğinde, baskıyla birleştiğinde bu siyasi tek tipçi, tahammülsüz anlayış bu tür sonuçlar meydana geliyor ve bu, zaman zaman vandalizme dönüşüyor, zaman zaman teröre dönüşüyor, cineyayete dönüşüyor. Bunları gördük" diye konuştu.

Olayların olduğu ilk gece Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun bir açıklama yaptığını anımsatan Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Burada toplum kesimleri, bazı yerlerde birbirine düşürülmek isteniyor. Bir takım provokatif olaylar var. Bazı siyasi görüşler, siyasi yapılar birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Bazı etnik gruplar veya mezhep grupları birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Bunlara karşı bunlara karşı müteyakkız olalım. Ne yapılacaksa devlet yapacak. Kimin hakkı korunacaksa hakkı aranacaksa bir cezalandırma olacaksa hukuk içerisinde devlet bunun takipçisidir. Kimse kendisi böyle bir şey yapmaya kalkmasın. Yaparsa o da gayrımeşru bir alana, illegal bir alana çıkmış olur. O da ayrı bir sorundur. Bu mahiyette yani bu oyuna gelinmesin anlamında Başbakanımızın bir takım açıklamaları oldu. Bu bir iki yerde denendi. Toplumsal gruplar, farklı anlayışlar, siyasi partiler veya örgütler birbirine düşürülme denemeleri yapıldı. Bu çok tutmadı açıkçası. Burada sağduyulu yaklaşımlar sergilendiğini gördük. Hala o kitlesel, insanları sokağa döken, bir adeta başkaldırıya çevirmeye çalışan anlaylış tutmayınca provokatif eylemlere yöneldiler. Bingöl hadisesi gibi, diğer hadiseler gibi. Bu tür provokatif eylemlerle 'acaba bunu kaşıyabilir miyiz, bir yere getirebilir miyiz'in anlayışı var ama burada sağduyulu bir yaklaşım, işte Yasin Börü'nün ailesinin açıklamalarına bakın ne kadar soğuk kanlı şeyler. Milletimiz gerçekten bir basiret ve serin kanlı yaklaşlım sergiliyor. İnşallah bu oyuna kimse gelmeyecek. Herkesin de burada duyarlı olması lazım. Bir yanlışlık varsa devletin buna el atmasını beklemesi lazım."

Akil İnsanların sürece katkısı

Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Akil İnsanlar arasında yapılan 11 saatlik toplantının hatırlatılması ve Akil İnsanların bundan sonraki görevlerinin ne olacağı konusundaki soru üzerine Akdoğan, "Akıl tutulması yaşanan zamanlarda, akil insanlara başvurmak, onları dinlemek, akil insanları yani toplumda muteber olan insanların açıklamalar yapmalarının önemli hadiseler olduğunu" söyledi.

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "Bir kere burada, hükümet bu faaliyetle sürecin kontrolü bende görüntüsünü verdi ve gerçekten de hükümet süreci kontrol altına almıştır ve tren raya oturmuştur. Burada akil insanlarla yapılan görüşmelerde bir takım hususlar aydınlatıldı. Mesela Kobani konusunda hükümetin bakışı nedir, kamuoyunun bilmediği neler yapılmıştır veya yol haritası işte hükümete yükümlülük veriliyor, başkalarının ne yükümlülükleri var da yapmadı vesaire konusu... Hükümetin buradaki kararlılığı iradesi sürece bakışı neticede yeni bir hükümet kuruldu, yeni bir Başbakan, Genel Başkan var. Bunun meseleye nasıl baktığı, bu önemliydi, bir kararlılık irade vurgusu önemliydi. Bu toplantı başlıbaşına yapılmış olması açısından bile değerlidir" diye konuştu.

Akil İnsanlar'ın yaptığı işlerin "çok işe yaradığını" vurgulayan Akdoğan, hem toplumsal desteğin artması açısından, farkındalık oluşması açısından, meselenin çok farklı bölgelerde ele alınması açısından bu çalışmaların önemli olduğunu kaydetti.

"Bazıları şöyle düşünüyor, 'çözüm süreci diye birşey çıkardınız, başımıza bir sürü şeyi bela ettiniz'. Oysa bu sorun var, bu sorun ciddi başka yaralar açmaya başlamıştı Türkiye'nin bekaası açısından, birlik bütünlüğü açısından. Hükümet bunu konuştuğu için bu sorun çıkmadı, bu sorun artık tahammül edilemez noktaya geldi. Hükümet bunu çözmeye çalışıyor" diyen Akdoğan, batıda insanların bu sorunla yüzleştiğini ve bu süreçte Akil İnsanların önemli işler yaptığını vurguladı.

Akil İnsanlar'ın önerdiği birçok hususun Demokratikleşme Paketi'nde hayata geçirildiğini belirten Akdoğan, "Yani biz demiş olduk ki siz önemli bir iş yaptınız. Allah sizden razı olsun, dediklerinizi de yapıyoruz. Bu önemli bir mekanizma olmuştur" şeklinde konuştu. Bundan sonraki süreçte Akil İnsanlara başka bir takım roller verilebileceğini ifade eden Akdoğan, örneğin bazı Akil İnsanlar'ın Çözüm Süreci'ni yurtdışında anlatma önerisinin güzel bir fikir olduğunu söyledi.

Akdoğan, "Bu zeminin var olması, mekanizmanın hayata geçmiş olması başlı başına bir kazanımdır. Bundan sonra da hepsi olmasa bile başka kişilerle de olabilir, mevcut kişilerle de olabilir, bunlar değerlendirilecektir diye düşünüyorum ben. İlla hükümetin de değerlendirmesi gerekmiyor, bu arkadaşlarımızın çoğu bunu bir sosyal sorumluluk projesi olarak zaten benimsediler. Bu olaylar çıktığında bölgeye gittiler, ne yapabiliriz, bu kesimler birbirine girmesin veya şiddeti nasıl durdurabiliriz. Bir de bölge insanını dinlediler. Bu önemli bir şey. Bir sorumluluk hissetmek. Birileri sizi çağırmadan taşın altına elinizi koymak, bu önemli bir bence tecrübe oldu" diye konuştu.

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "bölgede baskı altına alınmış, sesi kısılmış çok sayıda yapı olduğunu" belirterek, bunların bir şekilde sürece katılmasının, beklentilerin rasyonalleştirilmesinin önemli olduğunu kaydetti.  Akdoğan, "Sürecin sonucunda bir yere ulaşacaksınız, yani demokratik bir çözüm. Bunu kendi idealleri, biraz önce dedim ya kızıl elması açısından düşük görenler var veya afaki olan bir takım düşünceler beklentiler var. Bunları rasyonalleşmesi, bu önem taşıyor" dedi.

Bu meseleye, "ileri demokrasiyle eşit vatandaşlık temelinde bir çözüm arayışı içinde olduklarını" vurgulayan Akdoğan şunları söyledi:

"Ama silahlı bir yapı var. Bu, 'demokrasiyle bu iş olmaz' demiş, 'bütün kapılar kapalı' demiş ve insanları dağa çıkarmak için ölüme göndermek için çok ileri şeyler söylemeniz lazım. Şimdi o ileri şeylerle makul olan arasında elbette bir makas açıklığı var. Burada zaman zaman bir takım sıkıntılar yaşandığı anlaşılıyor."

Güvenlik reformuna yönelik eleştiriler

Yalçın Akdoğan, "güvenlik reformunda yer alan, polise 24 saat gözaltı izni verilmesi ve makul şüphe konularındaki eleştiriler" hakkında şunları söyledi:

"Sanki hükümetin gündeme getirdiği konu çok eskilere götürecek. Dünyada böyle bir şey yok. Baskıcı rejimlerin uygulamaları... Böyle bir şeye savrulacakmışız gibi hava estiriliyor. Böyle bir şey yok. Eski Türkiye'ye artık dönemeyiz. AB standartlarının gerisine gitmek gibi bir durum söz konusu değil."

Şu anda Türkiye'de polisin gözaltına alma yetkisi olmadığını ancak Avrupa ülkelerinde polisin bu yetkiye sahip olduğunu vurgulayan Akdoğan, polisin İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya, İtalya, Belçika, Danimarka, Polonya, Bulgaristan, Macaristan, Estonya ve İrlanda'da gözaltına alma yetkisi olduğuna dikkati çekti.

Akdoğan, "Hepsinde polis gözaltına alma yetkisine sahip. Türkiye'de polisin gözaltına alma yetkisi yok. Savcının talimatıyla, bu yetki savcıda. Bu tür olaylarda polisin orada savcıyı bul ikna et vesaire. neler yaşandığını gördük. Burada gözaltına alma da herhangi bir polise verilmiş bir yetki de değil. Burada yetkilendirilmiş bir amirin talimatıyla yapılabilecek bir işten bahsediyoruz ve ondan sonra da 24 saat içinde hakime bu sunulacak. Rastgele bir iş yapamayız, onun bir bedeli olur. Bunun tedbirleri de geliştiriliyor. Kolluk amiri karar verecek, 24 saat içinde hakime sunulacak. Sen yanlış bir şey yaparsan bedelini ödersin ve burada geliştirilen her adımın tedbiri de alınıyor" diye konuştu.

"Keyfiliği önlemek için suistimali önlemek için her türlü tedbirin yanında getirildiğinin" altını çizen Akdoğan, AB ülkesindeki standartların gerisine götürecek bir durum olmadığını söyledi.

Akdoğan, "Türkiye'nin maruz kaldığı tehditlerin sıkıntıların olmadığı ülkelerde bile daha ileri tedbirler var. Oysa biz nasıl bir bölgede yaşadığımız belli, ne tür sorunlarla uğraştığımız belli. Biz onların çok çok ilerisinde bir takım adımlar atmışız, fiiliyatta sorunlar çıkıyor, bu yüzden buna dönük bir şeydir. Ben burada bunların hepsini makul, meşru adımlar olarak görüyorum. Sıkıntı olabileceğini düşünmüyorum" diye konuştu.

İstenmeyen olayların olması durumunda düzenlemelerin değiştirilebileceğini belirten Akdoğan, "Bugün böyle bir ihtiyaç var ve bunun doğru olduğuna inanıyoruz. Bunu yapmak durumundayız yoksa yarın herkes bağırıyor 'Devlet nerede? Devlet otoritesi nerede? Ne olacak? Benim işyerim yakıldı niye engel olmuyorsunuz?'. Bunlara karşı bu adımların atılması gerektiğine inanıyoruz" dedi.

İnsani perspektifle bakıyoruz

Kobani'ye (Ayn el-Arap) Peşmergelerin geçişiyle ilgili bir soru üzerine Akdoğan, Kobani'de gerçekten bir insanlık dramı yaşandığını, Türkiye'nin meseleye siyasi perspektifle bakmadığını belirtti. Akdoğan, PYD'nin süreçte çok ciddi yanlışlıklar yaptığını, PYD'den, yaptığı yanlışlıklardan ve Türkiye'ye karşı hasmane tutumundan bağımsız, olaya insani perspektifle baktıklarını söyledi.

Kobani'de yaşayan 200 bine yakın insanın hepsine Türkiye'nin kucağını açtığını ifade eden Akdoğan, "Türkiye Kobani konusunda duyarsız, sessiz, seyirci kaldı" gibi uluslararası toplumda yapılan dezenformasyonun doğru olmadığını vurguladı.

Kobani ile ilgili birileri bir şey yapıyorsa bunu yapan ülkelerin başında Türkiye'nin geldiğini kaydeden Akdoğan, şöyle devam etti:

" Kobani şu anda Suruç'ta.Kobani diye bir şey varsa orada yaşayan 200 bin insan Kobani'yi temsil ediyorsa bu insanları biz aldık. Bu yüzden Türkiye hiçbir şey yapmıyormuş gibi bir yorumda bulunmak haksızlık olur. İnsani olarak insanları kabul ettik hem orada hem burada insani yardımı Türkiye yaptı. Türkiye üzerinden gitti. 700'e yakın tır, gıda, ilaç, vesaire. Hem Kobani'ye hem Suriye'nin kuzeyindeki diğer taraflara insani yardımı gönderen biziz. Farklı vakıfların, derneklerin, belediyelerin yardımlarına da sınırlarımızı açtık. Daha önce de yaptık. Ama bunun karşılığını HDP'liler çok fazla dile getirmediler. Sanki hükümet hiçbir şey yapmıyormuş gibi bir tavır içine girdiler. Bir sürü olaylar yaşandı, insanlar öldü. Ondan sonra yaptıkları açıklamalarda, 'hükümetin olumlu çabalarının devamını istiyoruz.' Demek ki bir olumlu çabası var. Sen bunu niçin daha önceden söylemedin. Bu kadar olayın mı olması gerekiyordu. Türkiye burada olumlu bakan ve katkıda bulunan taraf. Bir: İnsanları biz kabul ettik. İki: İnsani yardımı biz yaptık ve yapıyoruz. Üçüncüsü: Orada Özgür Suriye Ordusu'yla (ÖSO) yakınlaşmalar, işbirlikleri, bir kısım rahatlamalar oldu. Neticede ÖSO ile PYD birbirini seven gruplar değil, birbiriyle mücadele eden gruplar. Bunlar arasında bir işbirliği oluşmasında Türkiye'nin teşvikinin önemli bir payı vardır."

"Kobani'ye gitsinler dedik. 285 kişiden 64'ü kabul etti"

PYD militanları meselesi gündeme geldiğinde, PYD Eş Başkanı Salih Müslim'in, "100 PYD militanının sınırdan geçmesi" gibi konuları gündeme getirdiğini anlatan Akdoğan, şunları söyledi:

"Oysa biz, 'Türkiye'ye geçmiş PYD militanları var veya kaçmış ne derseniz deyin. Madem öyle açalım sınırları gitsinler, Kobani'ye gitsinler, mücadele ediyorlarsa etsinler' dedik. 285 kişiden 64'ü bunu kabul etti. Bir taraftan bütün dünyayı neredeyse üzerimize saldılar, 'Türkiye sınırlarını açmıyor, insanların topraklarına gidip savunmalarına izin vermiyor, neden sınırlarını açmıyor' diye birileri sürekli açıklama yapıyordu. Bu da bir tenakuzdur. Bir taraftan diyeceksiniz ki: 'Türkiye yabanca savaşçılar konusunda daha katı bir tutum içine girmeli, kesinlikle bunları geçirmemeli, sınırlarını kontrol etmeli.' Bu anlayışla Türkiye gerçekten yabancı savaşçılar konusunda ciddi duyarlılık sergiledi. Birçok geçmeye çalışan insan deport edildi, müdahale edildi. Bir taraftan 'Savaşçıları sınırdan geçirmeyin', diğer taraftan da 'Niye açmıyorsunuz sınırları' deniyor. Bunları geçtik. 'Burada bu kadar adam var madem öyle gitsinler Kobani'ye' dedik. Gitmediler. Şimdi Türkiye zorla oraya gönderse bu sefer 'Bunları ölüme gönderiyorlar' diyecekler. 'Oraya gitmiyorsanız öbür taraftan Kamışlı'dan Haseki tarafından gönderelim' dedik. 'Oraya da gitmeyiz' dediler. 'Ne yapacaksınız', 'Türkiye'de kalacağız'. Niye, 'Türkiye'de huzur, barış var. Bu konuda yapılan şeylerin çoğunu Türkiye yaptı."

"Terör örgütüyle Peşmerge bir tutulabilir mi?"

Yalçın Akdoğan, koalisyon güçlerinin bölgedeki bombardımanları konusunda da Türkiye'nin ciddi temasları ve çabası olduğunu belirterek şunları bildirdi:

"Koridor tartışması geçti daha önce. Ben daha önce PKK sorulduğu için 'Bizim PKK'ya bir koridor açmamız, buradan geçirmemiz veya silah geçişini sağlamamız, bu söz konusu değildir. Bunun hukuki ve siyasi meşruiyeti yoktur' demiştim. Şimdi bazıları, 'Hukuki meşruiyeti yok demiştiniz şimdi niye açıyorsunuz' diyorlar. O zaman hemen arkasından şunu demiştim: 'Bu PKK konusunda öyle ama Peşmerge'nin durumu, statüsü farklı.' Terör örgütüyle Peşmerge bir tutulabilir mi? Peşmerge orada Kuzey Irak yönetiminin, meşru, tanınmış bir yönetimin ve Irak ordusunun bir parçası. Peşmerge denilen şeyler, Irak ordusunun sadece Kuzey'de bulunan, maaşını da merkezi yönetimden alan bir parçası."

"Bunlar uzaydan mı geldiler?"

Akdoğan, "(Bunlar yabancı ülke silahlı kuvvetleri değil, geçişe izin verilerek Anayasa çiğneniyor) şeklinde iddialar dile getirildi. Bunu değerlendirir misiniz" sorusuna şu yanıtı verdi:

"Bir ülkenin silahlı kuvvetleri değilse ne bunlar, uzaydan mı geldiler? Bunlar Irak ordusunun bir parçasıdır. Anayasal olarak Irak ordusunun bir parçasıdır ve meşru bir güçtür. Neçirvan Barzani, Mesut Barzani, burada meşru bir yönetim var ve Türkiye ile de çok ciddi işbirliği var. En son şey, Cumhurbaşkanımızın bunu önermesi yine Türkiye'nin iyi niyetinin bir sonucudur. Bu ne olacak zaman içinde göreceğiz. Bu görüşmeler devam ediyor. Şu ana kadar böyle bir geçiş de söz konusu değil. Ama neticede bu Türkiye'nin iyi niyeti