ANKARA

Başbakan Ahmet Davutoğlu, El Cezire televizyonuna verdiği röportajın ikinci bölümünde, çözüm süreci ve bölgesel gelişmelere yönelik açıklamalarda bulundu.

Türkiye’nin AK Parti iktidarı döneminde belirlediği sadece Ortadoğu’ya dönük olarak değil, Balkanlara, Kafkaslara ve Orta Asya’ya dönük olarak belirlediği bir bölge politikası olduğunu belirten Davutoğlu, Türkiye'nin tek boyutlu bir ülke olmadığını belirterek, şunları söyledi:

"Türkiye, birçok bölgeyle aynı anda temas içinde. Bütün bu bölgelerde, özellikle de Ortadoğu’da, hep şunu savunduk: Yüksek düzeyli siyasi diyalog, ekonomik karşılık ilişkilerle karşılıklı bağımlılık ve ekonomik ilişkileri yoğunlaştırmak, kültürel çoğulculuk ve ortak bir güvenlik havzası. Bunun için bütün komşu ülkelerle ve özellikle de Ortadoğu ülkeleriyle yoğun temasa girdik ve aslında yakın zamana kadar bu konularda çok ciddi mesafeler aldık. Ancak Arap Baharı sorasında yaşanan gelişmeler maalesef bizim muhatabımız olan ülkelerin birçoğunda ciddi iç karışıklıklara sebebiyet verdi. Ben hep bölgesel politikaları bir yapıcı işbirliğine mi dayalı yoksa rekabete mi dayalı olduğuyla ilgili sınıflandırırım. Türkiye için her zaman yapıcı işbirliğine dayalı politikalar esas oldu. Dolayısıyla bizim, bir tarafta doğru dünyanın en büyük ordularından birine sahibiz ve herhangi bir şekilde Türkiye’ye bir tehdit olduğunda bunu karşılayacak güce sahibiz."

AK Parti döneminde Türkiye'nin ordu gücü kadar yumuşak gücü, diplomasisi, kültürü, en önemlisi de demokrasisi, halk rızasına dayalı yaklaşımı ve ekonomik kalkınmasıyla bölgede bir barış gücü olmaya çalıştığını kaydetti. Türkiye'nin, hiçbir zaman gerekli olmadıkça orduyu kullanmadığını belirten Davutoğlu, "Hep kullandığımız araçlar ekonomi, siyaset, diplomasi ve yumuşak güç araçları oldu. Şimdi de bence bölgeye yeni askeri araçlarla girmek yerine bu barışçıl araçları kullanma zamanı geldi ve esas itibarıyla buna yönelmek lazım. Başka ülkelerle ilgili tabii hüküm vermek istemem ancak askeri yöntemlerin bölgemizde yaygınlaşması bölgedeki istikrarı da huzuru da güvenliği de olumsuz yönde etkiliyor. Şimdi hep beraber bölgede kalıcı bir barışı inşa etmenin yollarını denemeliyiz" diye konuştu.

Türkiye'nin yükselişi

Davutoğlu, Türkiye’nin yükselişinden, Türkiye’nin takip ettiği siyasetten rahatsız olan taraflar olabileceğini belirterek, bu tarafların Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak da isteyebileceklerini ifade etti. Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Ancak burada bugün Suriye’ye dönük olarak, IŞİD’e, DEAŞ’a dönük olarak, oluşan koalisyonun bu taraflarla doğrudan ilgisini kurmak doğru değil. Bu tür kanaatlere sahip olan çevrelerle ama Türkiye’nin bu yükselişinden bazı çevrelerin, özellikle de eskiden beri bölgenin bütünleşmesinden, Türkiye’nin oluşturduğu başarı hikayesinin, yani halkın rızasına dayalı yönetim. Bunlar bir dönem, özellikle Davos’tan ve Mavi Marmara’dan sonra özellikle Batı’da İsrail yanlısı çevrelerde böyle bir kanaat yaygın bir şekilde yer aldı. İsrail’e yakın batılı basın yayın organları çok ciddi kampanyalar yürüttüler. Hatta bu kampanyalar Arap dünyasında bile etkili oldu belli ölçülerde. Türkiye’nin benimsediği ve ilkesel olarak savunduğu fikirler -ki bunda hiçbir zaman biz sözümüzü sakınmadık- bu tür çevrelerde bir rahatsızlıklar doğurdu. Türkiye’ye dönük mesela son dönemde Türkiye’nin DEAŞ’la işbirliği yaptığına dair iddialar, hiçbir delile dayanmayan bu iddialar, o kadar çok Batı basınında işlendi ki yanlış bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Burada hedef açıktı."

IŞİD'e destek iddiaları

Türkiye'nin IŞİD'e destek verdiği yönündeki iddialarında kesinlikle gerçeği yansıtmadığını ifade eden Davutoğlu, "Herkes bilir ki DEAŞ benzeri ülkelerden en fazla rahatsız olacak ülkeler komşu bir ülkedir. Türkiye’nin DEAŞ’den ne menfaati olabilir ama bunu yayarak Türkiye’nin ve Türkiye’de halkın iradesiyle iktidara gelmiş bir yönetimin uluslararası alanda meşruiyetini sarsmaya çalıştılar ve bu tür algı operasyonları hep gündeme geldi" değerlendirmesinde bulundu.

Bu tür olayların Türkiye için yeni olmadığını belirten Davutoğlu, 2003’ten bu yana AK Parti iktidara geldiği ilk andan itibaren bugüne kadar birçok kez içeride ve dışarıda bu tür hesaplar içinde olanlar, bu tür komplolar içinde olanlarla mücadele ederek bu günlere geldiklerini vurguladı. Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Ama burada önemli olan bizim başarı hikayemizin temel sırrı halkın hükümetimize verdiği destek ve halkımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz büyük kalkınma, ekonomik kalkınma, uluslararası itibarımızdaki yükseliştir. O bakımdan birileri belki Türkiye’yi hedef listesine koyabilir veya bu yönde çabalar sarf edebilir ama kendi halkına güvenen bir yönetimi ve halkla bütünleşmiş bir yönetimi herhangi bir şekilde etkisiz kılmak mümkün değildir. Dediğim gibi bunların Suriye’de oluşan veya  Suriye’de IŞİD’e, DEAŞ’ye karşı oluşan koalisyonlarla ilgisi olduğu kanaatinde değilim."

Bölgesel çatışmalar 

Davutoğlu, bölgedeki etnik ve mezhep çatışmalarına değinerek, bütün sıkıntıların kaynağının bu sorunlar olduğunu belirtti. Ortadoğu bölgesinde o kadim kültürden gelen, çok eski kadim kültürden gelen bir özellik olduğunu vurgulayan

"Bizim bölgemizde hiçbir şehir, hiçbir mahalle tek ırka, tek mezhebe dayanmaz. Her şehrimizde ister bu İstanbul olsun, ister Bağdat olsun, ister Kahire olsun, ister Şam olsun, ister Kudüs, çok değişik ırkların, değişik kültürlerin bir arada yaşadığı şehirlerdir. Bu yüzyılda böyle olduğu gibi geçen yüzyılda da böyleydi, bin yıl önce de böyleydi" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Şimdi Batı'daki kavmiyetçilik ve tek tip ulus oluşturma çabası maalesef bizim şehirlerimizi, ülkelerimizi, bizim bölgemizi böldü. Buralar Türklerin, buralar Arapların, buralar Kürtlerin diye birçok bölge, İranlıların birçok bölge aslında birbirleriyle iç içe geçmiş şehirler birbirlerinden koparıldı. Bu şehir Sünni yoğunluklu, bu şehir Şii yoğunluklu, bu şehir Arap şehri, bu şehir Türk şehri diyerek asırlarca bir arada yaşamış olan kavimler, milletler, ırklar birbirlerinden koparıldı."

Türkiye'nin idealinin tekrar bu çok kültürlü Ortadoğu bölgesini oluşturmak ve korumak olduğuna dikkati çeken Davutoğlu,  "Bizim zenginliğimiz burada. Batıda hiçbir zaman Avrupa’da bu tarz kadim eski şehir gelenekleri olmadı" dedi.  Bugünlerde yazdığı bir kitabın Kahire bölümü üzerinde çalıştığını anımsatan Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Bizde ise her zaman Kahire’ye baktığınızda, bugünlerde bir kitap yazıyorum Kahire bölümünü bitirmek üzereyim, bugün sabah Kahire’yi yazdım. kültürleri medeniyetle ilişkisi bağlamında ele alıyorum. Bir bölümünde İstanbul, bir bölümünde ise Kudüs’le Kahire’yi birlikte ele aldığım bir bölüm var. Şimdi Kahire’de hangi ırkı öne çıkarabilirsiniz? Kahire’de her ırkın katkısı var. Hatta Kahire’ye ilk bakan olarak gittiğimde El-Ahram’a bir makale yazmıştım. El-Ahram’daki o makalede 1517 tarihine de atıfta bulunmuştum. Böyle bir televizyon programında bana şunu sordu çok aydın bir sunucu: ‘Siz nasıl cesaretle 1517’den bahsettiniz. Halbuki 1517 bizim için işgal tarihidir’. Dedim, ‘Eğer 1517 sizin için işgal tarihiyse Kahire’nin tarihi kalmaz’ çünkü ben Kahire aşığıyım, Kahire’yi çok severim. Osmanlılar’dan önce orada Memlükler vardı, Kahireli değildi, Mısırlı değildi. Osmanlılar’dan önce Eyyübiler vardı Mısırlı değildi. Biri Kürt, biri Türk, biri Çerkez, ondan önce Fatimiler vardı Mısırlı değildi, ondan önce Tolunoğulları vardı Mısırlı değildi, ondan önce Abbasiler vardı Mısırlı değildi, ondan önce Bizans vardı Mısırlı değildi, Roma vardı Mısırlı değildi. Böyle gidersiniz geriye doğru. Bu şey için de böyledir, Bağdat için, Şam için, İstanbul için. Bizim tarihimiz çok kültürlüdür. Bir müsamaha tarihidir. Şimdi bizim bu kültürü tekrar inşa etmemiz lazım. Halbuki dediğiniz gibi şehirleri bu şehir Sünni şehridir, bu şehir Şii şehridir, Basra Şii’dir, Musul Sünni’dir dediğinizde Basra’nın da Musul’un da ruhuna ihanet etmiş olursunuz."

Bu duruma karşı herkesin isyan etmesi gerektiğini, hiçbir şehrin tek bir ırka münhasır kılınmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, Türkiye'ye 2002 yılında bir milyon Arap turist geldiğini şimdi ise bu rakamın 4,5 milyona yaklaştığını söyledi.

Davutoğlu, "Biz İstanbul’u hepimizin şehri olarak görüyoruz. Buyursunlar bütün Araplar bütün şehirlerimize gelebilirler. Nasıl Şam, Kudüs, Bağdat, Kahire hepimizin şehriyse. Bakın İstanbul’un kapalı en büyük pazarlarından birinin adı Mısır Pazarı’dır, Mısır Çarşısı’dır. Asya tarafındaki en büyük caddenin adı Bağdat Caddesi’dir ve Bağdat’a kadar gittiği düşünülür. En büyük saraylardan birinin adı Hidiv Kasrı’dır" dedi.

Mezhep ve ırk ayrımcılığı

Mezhep ve ırk ayrımcılığının Arap ülkelerini yönetir hale geldiği noktasına değinen Davutoğlu, burada Türkiye'de bir vizyon farkının bulunduğunu belirtti. Söz konusu ayrımcılığın büyük bir tehlike olduğuna işaret eden Davutoğlu, "Bakın 5 sene önce biz Suriye ile vizeleri kaldırdığımızda, hala hatırladıkça üzülürüm, çok büyük bir hüzün dolar içime, Velid Muallim’le imzaladık. Geldik sınırda sınır taşını kaldırdık. Sınır kapısını açtık. Benim düşüncem şuydu: Bütün Suriyeliler kimlik bile göstermeden Türkiye’ye girebilsin. Bütün Türkler de kimlik bile göstermeden Şam’a gidebilsin ve bu kurulmuştu. Ta ki Beşşar Esed kendi halkına zulmedene kadar" diye konuştu.

Aynı kapıdan mültecilerin Türkiye'ye geldiğini kaydeden Davutoğlu, bir tek mülteciye bile kapıda, "sen Arap mısın, Kürt müsün, Türkmen misin, Sünni misin, Şii misin, Hristiyan misin" diye sorulmadığını vurguladı. Davutoğlu, şunları söyledi:

"Çünkü bizim içi o sınır iki devletin sınırıdır ama Antep’le Halep tarih olarak kardeştir. Hatay’la Lazkiye tarih olarak kardeştir. Kobani, Ayn el-Arap ile Suruç kardeştir. Biz bu sınırlara saygı gösterelim, hep bunu ben anlattım Arap dünyasında, her yerde, bu sınırlara saygı gösterelim ama aynen Avrupa’da olduğu gibi, nasıl bir Alman Berlin’den Paris’e hiç pasaport göstermeden gidiyor, Türkler ve Araplar da gitsinler gelsinler. Bakın biz bunu Gürcistan’la yapıyoruz. Gürcistan’dan Türkiye’ye girenler pasaport kullanmıyorlar Karadeniz’de. Batum’dan Trabzon’a geliyor, Trabzon’dan Batum’a giderken kimlikle geçiyorlar. Biz bunu Ortadoğu’da yapabilirdik ama şimdi maalesef bizim siyasi olarak yapamadığımız bu olayı terör grupları, milisler böyle geçer hale geldiler."

Artık bölgeye vizyoner liderler gerektiğini ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Hep beraber gelelim bu bölgeye yeni bir şekil verelim ama sadece şu mezhepten diye kimse bir zalimi desteklemesin. Sadece benim ırkımdan diye kimse bir zalime sahip çıkmasın. Benim ırkımdan değil diye mazlumu sahipsiz bırakmayalım. Benim mezhebimden değil diye mazlumu merhametsiz şefkatsiz bırakmayalım. Burada ilkeleri tekrar ortaya çıkarmak gerekiyor. Bizim tarihimiz, ortak tarihimiz ne kadar zengin ve güzelse cemilse sizin dediğiniz gibi, geleceği de yine biz kendimiz kuracağız. Başkası bize bir gelecek kuracak değil. Biz kardeşiz, tartışsak, kavga etsek bile nihai kertede omuz omuza vermek zorundayız."

Yük gibi görmedik

"Suriyeli sığınmacılara şimdiye kadar 4 milyar dolar harcadınız. Vatandaşlarınızın iş fırsatlarını azaltmak, devlete maddi, siyasi ve güvenlik yükü oluşturmakla suçlanıyorsunuz. Suriyeli sığınmacılar Türkiye için bir yük oluşturmuyor mu?'' sorusuna, Davutoğlu şöyle cevap verdi:

"Şimdi bir kere şunu görmemiz lazım. Türkiye içinde bile 2 milyon insan bir bölgeden diğer bölgeye gitse birçok problem çıkar. Aynı ülke içinde veya başka bir ülkede de. Fakat gönlünüz genişse ve o insanları kardeşiniz olarak görüyorsanız bunu bir yük gibi telakki etmezsiniz. Ancak Türkiye’de Suriyeli mülteciler dolayısıyla birçok tabii ekonomik, sosyal sorunlarla karşı karşıyayız. Fakat bizim hükümetimiz hiçbir zaman Suriyeli kardeşimizi bir yük gibi görmedi. Allah’ın bize bir emaneti olarak gördük. Bir ensar olarak onlara yaklaştık. Onlar muhacirdir, biz ensarız. Dolayısıyla 4,5 milyar doları aştı bizim yaptığımız harcamalar, ekmeğimizi paylaştık, aşımızı paylaştık. Biz büyük petrol zengini değiliz, büyük doğal kaynaklarımız yok. Halkımızdan aldığımız vergilerle Suriyeli kardeşlerimize yardımcı olmaya çalışıyoruz. Fakat halkımızdan şimdiye kadar da hiç kimse 'yanlış yapıyorsunuz' demedi."

Bu konuda bazı itiraz edenlerin çıktığını, ciddi sosyal sorunlara da sebebiyet verdiğini ifade eden Davutoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Mesela Kilis şehrinde şu anda Suriyeliler'in sayısı Kilis’in gerçekte orada oturanlardan daha fazla. Gaziantep’te yarısına yaklaşıyor. Oradaki sosyal doku da tabii bundan etkileniyor. Sadece kamplarda okula giden Suriyeli sayısı 70 bin, Suriyeli öğrenci sayısı. Dışarıda giden 450 bin. Şimdi düşünün her biri okula gidiyor. Biz kamplarda hiç kimseyi okulsuz bırakmadık. Sebep, eğer bu iş uzarsa Suriye’de bir neslin kaybolmasını istemiyoruz. Ne yaptık, kamplardaki Suriyeli öğretmenleri maaşla okullara hoca yaptık. Onlar kendi öğrencilerine ders verdi, biz onlara maaş ödedik. Suriyeli kamplarında hiçbir Suriyeli, kendi onuru zedelenmesin diye, Biz Suriyeliler'e ilk anlarda yemek veriyorduk şimdi yemek vermiyoruz, ellerine her ay kişi başına bir çek veriyoruz. Gidip pazardan kendisi malzemesini alıyor, yemeğini kendisi yapıyor ve o çeki aldığında onun izzeti korunuyor. Bir dilenci gibi muamele etmiyoruz. O parayı alıyor kendi aile hayatını sürdürecek şekilde devam ediyor. Evleniyorlar. 10 binlerce Suriyeli bebek doğdu Türkiye’de. Hatta Cenevre-2 Konferansı’nda Velid Muallim bana, yani orada komşu ülkelerde teröristler var dediğinde kendisine söyledim. ‘Doğru Türkiye’de 27 bin, o zaman öyleydi, 27 bin bebek terörist doğdu’ dedim. Bunlar kaçan, sığınan insanlar. Biz elimizden geldiği kadar kardeşlerimize yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bakınız üç günde 138 bin kişi girdi Ayn el-Arap’tan. Bir haftada 200 bin kişi. Kimisi akrabalarının yanına gitti, kimisini biz kampa aldık. Akrabalarının yanına gidenlere maddi katkıda bulunduk. 36 bin, sadece bu Sünnilere ya da Müslümanlara değil. 36 bin Yezidi geldi Türkiye’ye. Onlara da bakıyoruz Irak’ta.''

Başbakan Davutoğlu, gazetecinin "Irak’ta şu an yaklaşık 2 milyon Sünni Iraklı mülteci var. Birkaç bin Ezidi için bütün dünya harekete geçerken bu Sünni sığınmacılar insan yerine sayılmıyor ve onlara neredeyse bakan yok" sözleri üzerine, şu ifadeleri kullandı:

"Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir açıklama yaptığında, Yezidiler ve Hristiyanlar diye sadece açıklama yaptı. O zaman aradım daimi üye dışişleri bakanlarından birini. 'Çok yanlış yapıyorsunuz' dedim. 'Yezidiler ve Hristiyanlara sahip çıkmak bizim görevimiz. Fakat Müslümanları dışladığınız anda Birleşmiş Milletler’in Müslümanların dertleriyle dertlenmediği, Müslümanların ölümlerinin kıymetli görülmediği gibi bir kanaat hâsıl oluyor' dedim. Maalesef uluslararası toplumun hassasiyetleri belli dönemlerde ve belli kesimlere yönelik daha fazla oluyor. Bizim için ise Yezidi, Hristiyan, Şii, Sünni hiçbir ayrım olmaz. Biz kapıya gelen misafire Tanrı misafiri deriz bizim geleneğimizde. Kim gelirse 4,5 milyar değil daha da fazla olsa masrafımız üzerimize yük, elimizden geleni yapacağız. Fakat bütün dünyanın da bunu görmesi lazım. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Gutteres Türkiye’deki kamplara geldiğinde 'mükemmel' dedi."

Suriyeliler için geçici çalışma izni

Suriyeli öğrencilere tanınan imkanlara ilişkin, Türkiye’de üniversiteye girmenin çok zor olduğunu, ancak Suriyeliler başvurursa imtihan yapılmadan girdiklerini aktaran Davutoğlu, Suriyeliler'e, kendi helal rızıklarını kazanmaları için geçici çalışma izni vereceklerini belirterek, "İnşallah Suriye’ye barış geldiğinde evlerine dönerler. Sonra da Türkiye’ye dua ederler diye ümit ediyoruz. Fakat bugün iş adamlarından biri öyle söyledi. Türkiye’de bu kadar işsiz varken, Türkiye’de işsizlik yüzde 9-10, bu yükü, bunu nasıl yapacaksınız diye sordu bugün işadamları bir toplantıda. Biz şuna inanıyoruz: Mazluma uzanan el Allah tarafından bereketlendirilir. Belki de Türkiye’nin ekonomik kalkınmasında mazlumlara uzattığımız elin hissesi vardır. Biz her şeye maddiyat içinde bakmayan bir kültürden geliyoruz. İnşallah bu yaptığımız harcamalar bizim kendi vergilerle elde ettiğimiz hazinemizi bereketlendirecek. Eğer onlara kapımızı kapatırsak Allah’ın yardımından da bereketinden de nasibimizi keseriz diye düşünüyoruz. Onun için muhacir Medine’ye geldiğinde ensarın malı eksilmedi. O sabırla o ensar daha sonra aralarından çok büyük zenginler çıktı. Fakat önemli olan muhacire kapısını açabilmek" şeklinde konuştu.

Suriyeli öğrenciler gibi Mısır'da darbe rejimi tarafından okullarından atılan öğrencilere de yardımcı olmaya çalışacaklarını dile getiren Davutoğlu, Türkiye'de yabancı öğrenciler için programların olduğunu, söz konusu programlara başvurmaları halinde ırkına, milletine bakılmayacağını söyledi.

Davutoğlu, "New York Times Gazetesi'nin Ortadoğu'daki devletlerin, küçük devletlere bölündüğünü gösteren haritayı yayımlamasının, Ortadoğu ve özellikle, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Suriye, Libya ve hatta belki Türkiye için çizdiği plandan bir sızıntı mıydı?" sorusunu şöyle yanıtladı:

"New York'ta oturup böyle bir harita çizmek kolay. Bölgede böylesi haritaların yol açtığı veya yol açabileceği acıların bedelini ise bölge halkları öder. Bana sorarsanız, 100 sene önce bölgemiz fazlasıyla bölündü ve gayri tabii sınırlarla bölündü. Birbiriyle, bir arada yaşayan halklar, işte bugün Türkiye sınırında olduğu gibi en yakın akrabalar, amca çocukları birbirinden koparıldı. Irak-Suriye sınırında ya da diğer sınırlarda olduğu gibi, bu bölünmelerin üstüne yeni bölünmeler ortaya çıkarsa, yani Suriye ikiye üçe bölünürse; bu bölünmelerde aileler parçalanacak, şehirler parçalanacak. Irak da aynı şekilde diğer yerler de aynı şekilde. Onun için biz kesinlikle bölge haritasının bu anlamda değişmesine karşıyız. Bir yolla bölge haritası aynı kalmak suretiyle mahiyeti değişebilir; o da Avrupa Birliği'nde olduğu gibi. Yani herkes kendi ülkesinde yaşar, herkes kendi ülkesinin sınırlarını bilir. Fakat biz öyle iyi ilişkiler geliştiririz ki ölçek büyüterek bölge bütüncül bir yapıya dönüşür. Yani pasaportların da kalktığı şekilde ülkeler birbirine seyahat ederler Avrupa Birliği'nde olduğu gibi. Yani haritanın bütünleştirici bir harita olmasına evet, parçalayıcı, bölücü aileleri ve en yakın akrabaları birbirinden koparan acı dolu parçalanmış haritaya kesinlikle 'hayır' dememiz lazım. Bu büyük bir tuzaktır. Bu tuzak, şu ana kadarki acılardan çok daha büyük acılar yaşanmasına sebebiyet verebilir. Onun için New York'ta veya herhangi bir yerde üretilecek haritalar bizim kaderimiz olamaz. Bu bölgenin kaderi bu bölge halklarının elinde olmalıdır."

Yine New York Times'ın, Irak’ın da 3 bölgeye bölünmüş haritasını yayımladığı ve bunun gerçekleştiğinin hatırlatılması üzerine  Davutoğlu, "Irak'ta açık söylemek gerekirse biz Türkiye olarak her zaman federalizme bile karşı çıkmıştık. Irak'ın birliğini hep savunduk. Ancak son gelişmeler baktığımızda Irak'ın birliğini korumak için Irak'ın gelir ve gücün paylaşıldığı bir yapıda yeniden şekillenmesine ihtiyaç var. Bu ihtiyaç Irak'ın bölünmesi anlamına gelmemeli. Aksine herkes birbirine saygı duyarak belki daha fazla adem-i merkeziyet, daha fazla şehirlere, vilayetlere yetki vererek Irak'ı da bir arada tutmanın yollarına bakmak lazım" değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye olarak Irak veya Suriye'nin bölünmesini istemiyoruz

Davutoğlu, Irak ile ilgili açıklamalarına şöyle devam etti:

"Başkaları Irak'ın bölünmesini isteyebilir. Biz komşu olarak, Türkiye olarak Irak veya Suriye'nin bölünmesini istemiyoruz. Ancak herkesin Irak'ın kaynaklarından istifade etmesini istiyoruz. Irak'ta, Suriye'de veya herhangi bir ülkede eğer toplumun yüzde 12'si Suriye’de olduğu gibi toplumun yüzde 80-90'ını kontrol ederse bu ülkenin birliğini koruması mümkün değil veya ekonomik kaynakların çoğunu kontrol ederse. Olması gereken herkesin katıldığı bir siyasal sistemin kurulması. Biz bunu daha önce Irak ve Suriye yönetimine anlatmaya çalıştık ama maalesef olmadı. Ümit ederiz, Sayın İbadi, Irak Başbakanı bu yeni dönemde bu birliği ve beraberliği sağlayabilir. Suriye'de ise rejimin bu politikası ile Suriye halkının ve Suriye'nin bütünlüğünün sağlanması çok zor. Suriye halkının kendi içinde bu bölünme ve parçalanma ihtimaline karşı Irak'ın toprak bütünlüğünün ve birliğinin korunması lazım. Bu bizim temel ilkemiz. Belli kesimler Irak'ın mali kaynaklarından. Yani baktığımızda neden Musul bu hale geldi? Musul çok büyük bir şehirdi ve çok büyük kaynakları vardı, ama Musul'a bütçeden ayrılan pay, normalde ayrılması gerekenin çok gerisinde kaldı. Musul halkı kendini Irak'ın siyasal sisteminin bir parçası olarak addedemedi. Erbil, belli bir federal yapı içinde hızlı bir gelişme kaydetti. Türkiye de destekledi. Biz Musul'u da aynı şekilde desteklemek isterdik. Fakat Musul'da, Anbar'da, Tikrit'te Selahaddin'de, bütün bu Sünni bölgelerde Şii ve Kürtlerin sahip olduğu güce ve kaynaklara sahip olmamak Sünni kesimi siyasetin dışına itti. Keşke bu olmamış olsaydı."

Davutoğlu, "Biz hiçbir zaman Sünnileri terk etmedik. Iraklı Sünniler bunu çok iyi bilirler. Ben en tehlikeli zamanda Musul'a gittim, 2009'da bombalar patlarken. Kürtlere yardım edebilmemizin sebebi Kürtlerin kendi bölgelerinde yönetimi idame edebiliyor, kontrol edebiliyor olması. Eğer Musul Valisi de Sayın Barzani gibi kararlar alıp uygulama gücüne sahip olsaydı aynı yardımı orada da yapardık" diye konuştu.

"Şii bölgelerinde de Necef Valisi yakın dostumuzdur" diyen Davutoğlu, şunları söyledi:

"Oraya Türk şirketler gittiler, ellerinden geldiği kadar Irak ekonomisine katkıda bulundular. Biz bu anlamda Irak'ta hiç bir kesimi dışlamadık. Ama maalesef Amerikan işgali sonrasında Saddam Sünni olduğu için ve sistemde Sünniler sorumlu görüldüğü için Irak'ın bu yeni döneminde Sünniler sistemin dışına itildiler. Biz bunu defalarca kez söyledik. Hâlbuki Irak'ın birliğinin ana omurgalarından birisi Sünni Araplardır. Çünkü Arap olduğu için Şii Araplarla bir ortaklığı var, Sünni olduğu için de Iraklı Kürtlerle bir ortaklığı var. Türkmenler de Sünni ve Şii unsurlar barındırdığı için bu çimentonun bir parçası. Eğer Sünni Araplar sistemin içerisinde tutulabilselerdi bir tutkal bir Irak'ı bir arada da tutabilirdi. Ama maalesef Maliki döneminde bütün Sünni siyasilerin sistem dışına itilmeleri Irak’ta bu parçalı siyaseti ortaya çıkardı."

Biden’in, Türkiye'den özür dilemesi

Davutoğlu, "İbadi ile ABD Başkan Yardımcısı Biden’in Türkiye ve Arap Körfez ülkelerinden özür dilemesini garipsediği yönündeki açıklamasını görüştünüz sanırım doğru mu" sorusunu şöyle yanıtladı:

"Doğrusu o açıklamayı görmedim ama hata yapan Türkiye'den özür diler. Bunu da herkes bilmeli. Biden Türkiye'den özür dilemeliydi. Çünkü Türkiye'ye haksız bir ithamda bulundu ve özür de diledi. Bir telefon görüşmesi ve üç kere özür diledi. İsrail de Türkiye'den özür diledi. Çünkü bize haksızlık yapandan özür talep etmek bizim hakkımızdır. Ve hiçbir şekilde izzetimizi ve onurumuzu çiğnetmeyiz. Sayın Abadi'nin böyle bir şey demiş olması ihtimali olduğunu düşünmüyorum. Telefonda da görüştük. Ama böyle bir açıklaması varsa son derece yanlış bir açıklamadır. Biz Irak halkının dostuyuz. Irak halkının izzeti bizim izzetimizdir. Türkiye'nin izzeti de Irak halkının izzeti olması gerekir. Türkiye'yi herhangi bir şekilde itham eden bir şekilde kim olursa olsun özür dilediğinde bundan Irak Başbakanının memnun olması gerekir. İsrail özür dileğinde eminim bütün İslam dünyası da memnun olmuştur. Türkiye, kimseye yalan söylemez. Türkiye, kimseye çifte standart uygulamaz. İlkeli bir politika takip eder. Bu ilkeli politikası sebebiyle de yanlış bir politika gördüğünde özür talep eder. Sayın Biden'ın özür dilemesi de bu anlamda kendisi açısından doğru bir adım olmuştur. Aksi takdirde tabii Türkiye'nin bu konudaki tutumu çok açık olurdu, olmuştur."

Çözüm Süreci

"Türkiye’nin içinde birçok önemli konuda mücadele veriyorsunuz ancak bunun belki en önemlisi Çözüm Süreci olsa gerek. PKK lideri Öcalan’dan gelen bir mesajda Çözüm Süreci'nde günler içinde adım atılmadığı takdirde bitirileceği yönünde duyumlar çıktı. Çözüm Süreci müzakerelerini ne zaman yeniden başlatacaksınız" sorusu üzerine Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bakınız, bölgede birçok ülke, birçok komşu ve dost ülke kendi içerisinde etnik ve mezhebi parçalanma yaşarken Türkiye Çözüm Süreci üzerinden kendi içindeki 30 yıllık bir meseleyi çözme iradesi gösterdi. Çözüm Süreci şu anda Ortadoğu'nun en önemli ve tek başarı hikâyesidir. Çünkü teröre doğrudan yönelen bir etnik problem bu Çözüm Süreci suretiyle aşılmaya çalışılıyor. Bu konuda güçlü bir irade sergiledik hükümet olarak ve bu güçlü iradeyi devam ettiriyoruz. Ama bu Çözüm Süreci konusunda hiç kimse herhangi bir tahkik, sınır ya da müddet koyamaz. Hükümet olarak biz tüm taahhütlerimizi yerine getiriyoruz. Bu çerçevede de Çözüm Süreci'nin en önemli meselemiz olduğunu Başbakan olarak hükümeti kurar kurmaz yaptığım ilk açıklamada da Sayın Cumhurbaşkanımız da Cumhurbaşkanlığı açıklamalarında Çözüm Süreci en temel meselemizdir dedik."

Kürtlerle uzlaşı süreci tehlike altında olmadığını söyleyen Davutoğlu, "Öyle bir başarısızlık söz konusu değil. Tabii Çözüm Süreci'nden rahatsız olan gruplar var. Son olarak Kobani'de yani Ayn el-Arap'daki gelişmeleri bahane ederek Türkiye'de kargaşa çıkarmak isteyen gruplar oldu. Biz Meclis'e tezkere gönderdiğimiz gün Çözüm Süreci mekanizmasını da ilan ettik benim imzamla. Yani bunla şunu ilan ettik: Bunu belli bir takvim içinde en kısa zamanda nihai noktaya getirmek istiyoruz. Önemli olan Türkiye'de etnik bir çatışma yaşanmaması ve Çözüm Süreci takviminin doğru bir şekilde işlemesi" dedi.

"Şimdi de bizim belirlediğimiz bir yol haritası var. Eğer bütün taraflar bu konuda özellikle de Çözüm Süreci'nin muhatabı olan kesimler üzerine düşeni yaparlarsa en kısa zamanda, önümüzdeki birkaç ay içerisinde istenilen mesafeye, noktaya gelinebilir" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bizim tutumumuz açık ve nettir. Bu konuda atılacak adımları attık, atmaya da kararlıyız. Ama tabii bu tür süreçler tek taraflı yürüyen süreçler değildir. Diğer taraftan da aynı adımları aynı kararlılıkla görmek bizim açımızdan sürecin sağlığı bakımından elzemdir, gereklidir. Burada özellikle Türkiye'de kamu düzeninin ve Türkiye’deki istikrarın korunması bakımından herkesin mutabık kalması ve adım adım bu sürecin işletilmesi lazım. Eğer Suriye ve Irak'taki gelişmeler yaşanmasaydı daha kısa sürede bunu bitirebileceğimiz kanaatindeydik. Ancak Suriye ve Irak'taki gelişmeler, özellikle son dönemde yaşanan gelişmeler tabii ki Türkiye içinde atılacak adımlar konusunda bazı sıkıntılar ortaya çıkardı. Ama nihai kertede bunu en kısa sürede bunu tamamlama konusunda kararlıyız."

Davutoğlu, "Cumhurbaşkanı, anamuhalefet partisi başkanını ağır bir şekilde eleştiriyor. Ülkedeki karışıklıktan sorumlu tutuyor, vatan hainliğine kadar gidebilecek ithamlar yöneltiyor. Durum bu kadar vahimse eleştirmek yerine neden ülkenin iç güvenliğini tehlikeye atanları yargı önüne çıkarmıyorsunuz" sorusu üzerine şunları belirtti:

"Türkiye bir hukuk devleti. Türkiye'de yargılama ve bir suçu takip etme belli kurallara bağlı. Türkiye'de son Kurban Bayramı'nın üçüncü, dördüncü gününden başlayan gösterilerde, şu ana kadar 35 vatandaşımız vefat etti. İkisi de polis bunların. 531 sivil araç, 631 resmi araç 1211 bina tahrip edildi. Bunların 214 tanesi okul. Burada bir vandalizm var. Benzer olaylar Londra'da, Paris'te 2005 yılında Londra'da gözüken ve yaşanan türde olaylar bunlar. Tabii bu vandalizm ve terörü yapanlar hesaba çekilecekler.  O günden bugüne kadar bin 200'e yakın kişi gözaltına alındı ve yaklaşık 150'si de tutuklandı. Kim bunları organize ediyorsa kim bu tür kanunsuz eylemlere girerse hukuk devletinin gereği olarak önce gözaltına alınırlar, sonra tutuklanırlar. Eğer mahkeme tutuklarsa. Şu anda yaklaşık 150 kişiyi mahkeme tutukladı. Ama Türkiye hukuk kuralları içinde bu olaylara yaklaşır, delil olduğu zaman gerekli cezalandırmalara gider. Yani yargılama süreci zaten başladı. Bu konuda kesinlikle taviz vermeyiz ancak hiç kimseyi de işlemediği bir suçtan ötürü cezalandırmayız."

Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkiler

Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkilere de değinen Davutoğlu, "Her şeyden önce şunu söylemek isterim: Ben Mısır'da doktora tezini yaparken 1988'de Kahire'de yaşamış biri olarak demin de söylediğim gibi Kahire'ye aşığım. Mümkün olsa hayatımın bir kısmını Kahire'de geçirirdim. Mısır'ı da insanlık tarihinin en büyük medeniyet merkezlerinden biri olarak görürüm. Kahire sokaklarının her birini de tek tek bilirim" diye konuştu.

Mısır'daki darbeye karşı tutumlarının halka, ülkedeki hiçbir kesime hatta görev alan bürokrasiye veya görevlilere olmadığını belirten Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Türkiye'de de darbeye karşıydık. Bize karşı da darbe teşebbüsleri oldu. Türkiye'de darbe sebebiyle 1960 yılında başbakan idam edildi. Bir başbakan, iki bakan idam edildi. 1980'de biz darbe yaşadığımızda ben üniversite öğretim üyesiydim. Hepimiz büyük tehlikelerden geçtik. Biz darbelerin ne getirdiğini bilen bir nesiliz. Cumhurbaşkanımız hapis yattı, yine böyle bir olağanüstü darbe döneminde. Hepimiz büyük çileler çektik. Onun için biz Türkiye'de seçilmiş bir yönetimin her ne surette olursa olsun, bir askeri lider veya komutan tarafından görevden alınmasına tolerans gösteremeyiz. Bu bizim için ilkesel bir konu. Mısır açısından bakıldığında bu Mısır’ın içişleri olarak görülebilir. Ama Türkiye açısından."

Mısır rejimine karşı tavırlarının Müslüman Kardeşler’i desteklemek olmadığını, bilakis darbe prensibine karşı olduğunu kaydeden Davutoğlu, bununla ilgili şu örnekleri dile getirdi:

"Bununla ilgili çarpıcı bir hatıramı nakledeyim: Halk arasında Türkiye demokrasi değil de Müslüman Kardeşler yanlısı diye bir algı var. Dostum olduğu için bakınız, çok sevdiğimiz Arap dostlarımız bizi ziyarete geldiler geçen sene Mısır darbesinden sonra. Mısır'daki yönetimi yani darbeyi bir şekilde meşru görmek veya ilişki için bu sözü söylediler: 'İhvan-ı Müslimin'i desteklemeniz halinde Araplar arasında Türkiye itibar kaybeder. Niye İhvan'ı destekliyorsunuz?' Onlara şunu söyledim. Gelenler arasında liderler de olduğu için. Biri benim çok yakın dostumdu: İyad Allavi. Dedim ki: 'Sayın Allavi, Irak'ta 2009 yılında seçimi kazandığınızda biz sizin yanınızda durduk. O yüzden Maliki ile ilişkilerimiz bozuldu. Siz İhvan mıydınız? Değildiniz. Şii bir Müslüman olarak saygı duyduğumuz bir devlet adamıydınız. Seçimi kazanmıştınız, sizin yanınızda durduk. Sayın Fuad Sinyora ile de birlikteydik orada. Lübnan'da en zor zamanlarda Türkiye Sinyora'nın yanında durdu. Sinyora İhvan mıydı? Değildi ama seçim kazanmıştı. Ve Lübnan'da en zor zamanlarda Sayın Sinyora'nın arkasında durduğumuzu herkes bilir.

Başdanışman olarak çok mesaj götürdüğünü bildiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Eğer Mısır'da seçimi Mursi değil de ki Sayın Mursi'yi biz seçildikten sonra tanıdık ama diğer adayları, cumhurbaşkanlığı adaylarını daha önceden beri tanıyorduk. Eğer onlardan biri kazansaydı ve o yönetimden alınsaydı ona da karşı çıkardık. Bir İhvan darbe yapmış olsaydı ona da karşı çıkardık. Bizimkisi ilkesel ve Mısır'daki bütün özgürlükçü aydınların, ister Müslüman Kardeşler mensubu olsun, ister Müslüman Kardeşler dışında herhangi bir sol, milliyetçi, liberal kesimden gelmiş olsun, hepsinin Mısır'da özgürlüğü savunmalarını bekleriz. Ha, Mursi yönetimi ile yakın dosttuk. Emin olun başka biri Mısır cumhurbaşkanı olsa onunla da aynı ölçüde dost olurduk. Ama Sayın Mursi'nin haklarını savunmak, seçilmiş bir liderin hukukunu savunmaktır bizim için. Mısır için doğru olan neyse onun olmasını isteriz. Şunu da kabul ederiz: Bakınız, hepimizin açık ve dostça bunu konuşmamız lazım. Ben 2011 yılında Tahrir Devrimi sonrasında Mısır'a gittiğimde bütün o gençlerin gözlerinde büyük bir heyecan vardı, onur vardı, izzet vardı. Amerika'da ya da değişik yerlerde Mısırlıları gördüğümde kendilerine bir güven vardı. Aynı heyecanı şu an Mısır'da görebiliyor muyuz? Nereye gitti o heyecan."

Mısır hakkında tek düşüncemiz Mısır'ın iyiliğidir

Mısır'ın en büyük gücünün insan olduğunu, Mısır'ın da Türkiye'nin büyük doğal kaynakları olmadığını anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Biz bu açıdan Mısır'a benzeriz. Mısır'ın da Türkiye'nin büyük doğal kaynakları yok. Coğrafyası var ve insanı var. Mısır halkı kendi insanını kaybetmemeli. Onlarca yıldır, ta 1930'lardan beri Mısır toplumunun bir parçası olmuş olan Müslüman Kardeşleri külliyen terörist ilan ederseniz o insanl