Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 8 Kıbrıslı Rum’un Ada’nın kuzeyindeki taşınmaz mallarına ilişkin olarak Türkiye aleyhinde yapmış oldukları başvuru hakkında “kabul edilmezlik” kararı vermiştir. Çıkan haberlerde ve yapılan yorumlarda, AİHM’nin “KKTC’de kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu (TMK) ‘etkin iç hukuk yolu’ olarak kabul ettiği; bundan böyle Rumların TMK’ dan geçmeden doğrudan AİHM’ne başvurmaları halinde iç hukuk yollarının tüketilmiş sayılmayacağı; bu sebeple de başvuruların kabul edilmeyeceği; Ankara’ya karşı açılmış 1500’ü aşkın Rum mülkiyet davasının da ‘iç hukuk yolları henüz tüketilmediği’ gerekçesiyle mahkemenin gündeminden düşeceği; bu tarihî emsal kararla KKTC’de işleyen bir hukuk düzeninin mevcudiyetinin ve bunun uluslararası hukuka uygunluğunun AİHM tarafından teyit ve KKTC’deki bir otoritenin meşruluğunun kabul edilmiş olduğu; bu sebeple kararın bir zafer teşkil ettiği” gibi, okununca veya dinlenince insanı Kıbrıs “millî davamız” bakımından sevindiren hususlar yer almıştır. TV’de, bazı düşünürler, Kararın “KKTC’nin dolaylı olarak tanınması anlamına geleceğine” ve “bu Karar sayesinde Kıbrıs sorununun mülkiyet gibi çok karmaşık ve zor konusunun rahatlıkla çözülebileceğine” dair görüşler dile getirmişlerdir. Haberlerde, ayrıca, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talât’ın “bu tarihî ve çok önemli karar yürüttüğümüz doğru politikanın zaferidir” şeklindeki sözleri öne çıkarılmıştır. Dışişleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Davutoğlu’nun Kararı “1974’den bu yana kazandığımız en büyük diplomatik zaferlerden birisi” olarak nitelediği ve “KKTC’nin hukuki egemenliğini ve yetkinliğini teyit eden bir karardır” dediği bildirilmiştir. Dışişleri Bakanlığınca yapılan açıklamada da, diğer hususlar meyanında Kararın “KKTC makamlarının tasarruflarının uluslararası hukukta tanınması ve Avrupa standartlarına uygunluğu anlamına da geldiği” vurgulanmıştır. AİHM’nin başvuruyu “iç hukuk yollarının tüketilmemiş olduğu” gerekçesiyle reddetmiş olması görünüş itibariyle Türkiye ve KKTC için olumlu bir gelişmedir. Karar emsal nitelikte olduğu için, KKTC’deki TMK’na başvurulmadan AİHM’ne yapılmış olan bütün müracaatlar da düşecektir. Mahkeme, davacıları öncelikle TMK’na yönlendiren bu emsal kararı alırken, kuşkusuz kendi dava yükünü hafifletme amacını da gütmüş bulunaktadır. Bununla beraber, çok uzun olan Kararın ingilizce metnini incelediğimiz zaman, daha başlangıç paragraflarında, dava ile ilgili olguların, Mahkemenin daha önce Loizidou’nun başvurusu hakkında 18 Aralık 1996’da aldığı Karara da atıfla, o Karara esas teşkil eden ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıs konusundaki görüşlerine ve iddialarına arka çıkan siyasî nitelikteki unsurlardan oluşturulduğunu görüyoruz. Bu unsurları, “Kıbrıs’ın kuzeyinin Türk Silâhlı Kuvvetlerinin işgali altında olduğu; Güvenlik Konseyi’nin 541 sayılı kararıyla KKTC’nin ilânını hukuken geçersiz saydığı; uluslararası topluma KKTC’nin tanınmaması çağrısında bulunduğu; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de 1983 Kasım ayında ‘Kıbrıs Cumhuriyet’ ni Kıbrıs’ın tek yasal Hükûmeti olarak tanımayı sürdürdüğünü belirten bir karar kabul ettiği; bu kararda, ayrıca, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve birliğine saygı gösterilmesi çağrısının yer aldığı” şeklinde sıralamak mümkündür. Kararın Kıbrıslı Rumları adanın kuzeyindeki mülkleriyle ilgili olarak AİHM’de açacakları davalarda öncelikle KKTC’deki TMK’na başvurmaya yönlendirdiği doğrudur. Bununla beraber, Kararın mahiyetinin kamuoyumuzca daha iyi anlaşılmasına yardımcı olma arzusu ile Karardan bazı alıntılara aşağıda yer vermekte ve bunlara ilişkin sorularımızı kaydetmekte yarar görüyoruz: a) “Mahkeme… Sözleşme’den kaynaklanan haklara vaki ihlâllerin düzeltilmesi için davalı Hükûmet’in attığı adımları memnunlukla karşılamaktadır.” b) “Mahkemenin gözlemine göre, bütün tarafların savları Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasında Kıbrıs adasının geleceğine ve mülkiyet sorununun halledilmesine ilişkin uzun ve yoğun siyasî bir ihtilâfın mevcudiyetini yansıtmaktadır.” Soru: Türkiye ve KKTC Kıbrıs sorununun Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir sorun olduğunu kabul etmekte midir? c) “Türkiye pek çok davada ‘KKTC’ (tırnak içinde yazılıyor) varlığındaki (entity) makamların işlemlerinden ve ihmallerinden sorumlu tutulagelmiştir. Aksi takdirde Mahkeme davacıların davalı Devlet hakkında kuzey Kıbrıs ile ilgili olarak yaptıkları şikâyetleri inceleme yetkisine sahip olamazdı. ‘KKTC’ makamlarının veya kurumlarının işlemleri sonucunda ortaya çıkan iç hukuk yolu 35. maddenin 1. fıkrasının amaçları bakımından Türkiye’nin iç veya millî hukuk yolu kabul edilmelidir. 67/2005 sayılı kanunun ve TMK’ nın, Xenides-Arestis kararı uyarınca Türkiye’den etkili koruma sağlayacak olan bir hukuk yolu ihdas edilmesinin istenmesi üzerine ortaya çıktıkları da hatırlanmalıdır. Hukuk yolunun işlevsel mevcudiyeti Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’ta uluslararası plânda tanınmış bir egemenlik kullandığı anlamına gelmez.” Soru: Türkiye, Kıbrıs politikasının temel esasları dikkate alındığında, sanki bir işgal gücüymüş gibi, KKTC’nin işlemlerinden ve ihmallerinden sorumlu tutulmayı kabul edebilir mi? d) “Türkiye’nin kuzey Kıbrıs toprağının tamamını kontrolü atında tutması ‘KKTC’ nin politikalarından ve işlemlerinden sorumlu olmasını gerektirir ve bu politikalardan ve işlemlerden etkilenenler, Sözleşme’nin 1. maddesinin maksatları bakımından Türkiye’nin yargı yetkisinin (jurisdiction) altına girerler. Bunun sonucunda da o toprakta (KKTC toprağı) Sözleşme’den kaynaklanan hakların ihlâlleri bakımından Türkiye sorumluk taşır ve bu hakların korunmasını sağlamak için müspet adımlar atmak mecburiyetinde olur.” devamı yarın....