Türkiye Cumhuriyetinde muvaffakiyet elde etmek isteyenler, parlak ışıklı bir istikbal, servet ve makam düşleyenler yolun dindar görünmekten yada dindarlık kisvesi altında kimliğini ‘’Türkiye düşmanlığı üzerinden kurmuş olanların izinden gitmekte olduğunu düşünmüş olmalı hayli zamandır… 
Amaca giden o yollardaki Piramidin katmanlarının adı; Ağabeyler, Ablalar ve İmamlar olmuş. Hizmet hareketi içerisinde kendine yer edinip, sadakat testlerinden geçmiş biat edenler ordusu; “Cemaatten, Camialara kimi zamanda Camialardan Cemaate” sızıntı yapmış…
Dile kolay 40 yıl! Köy köy, cami cami, kasaba kasaba gezilmiş. Hizmete, “himmet desteği de’’ gelince holdingler, basın kurumları, okullar, üniversiteler, hastaneler, cemaat vakıfları, kurulmuş…
Türkiye sınırları aşılmış. Zamanla  bu hizmet hareketi Gülen hareketi veya Gülen Cemaati adı altında faaliyet alanlarını ve sınırlarını genişleten  tehlikeli bir güç olmuş. 
Birkaç yıl öncesine kadar sempatizanlarının, en önemli temsilcilerinin kimler olduğu biliniyordu. Onlarda bunu saklamıyorlardı. Dışarıdan bakınca onlar “kendilerini gerçekleştirmiş”, başarılı ve güçlü olmuş, dini bütün, başarılı futbolcular, profesörler, gazeteciler, holding sahipleri, ceo’lar, iş adamları ve sanatçılardı.
Ancak madalyonun görünen tek bir yüzü vardı. Onlar Cemaatin görünen yüzü, vitrini, imajıydı. 
Birleştirici, ilime, sanata, önem veren ve değerleri destekler görünen  bu yapı aynı zamanda son derecede dışa kapalıydı. Madalyonun karanlık olan  yüzü işte burada saklıydı. Dünyanın dört bir yanından ülkemize gelen çocuklar Türkçe dil olimpiyatlarına katılıyordu. Gözleri parıldıyordu sevgi ve inançla. Ve evet çok güzel şiirler okuyor, şarkılar söylüyorlardı… Ayna isimli TV programları ile her hafta dünyanın çeşitli ülkelerindeki okullarını tanıtıyorlardı. Bu ülkede görevli olan “Hicret” nedeni ile orada bulunan hocalar temiz yüzlü, dini bütün, sözde kendilerini İslam’ı yaymaya ve ilime adamış olan parlak zihinlerdi.
Ne de olsa fakir fukaranın çocuklarının pilotluk, komutanlık, öğretmenlik gibi çok saygın mesleklerin sahibi olmalarına vesile oluyorlardı. Ancak onlar aslında vaizin en büyük hayalini gerçekleştirecek olan alt yapıyı kendisinin göz yaşlarıyla, duygulanarak anlattığı özlemi; “Altın nesli” yetiştiriyorlardı...
Onlar bir tarikattan daha ziyade bir Cemaat olarak değerlendirilirdi. Tarikatları ritüelleri olurdu. Bunların sohbetlerin ve o sohbetlerde genç talebelere ağabeylerince okunan, tercüme edilen anlatılan risaleleri vardı.
Bir de; hareketin lideri Gülen’in vaazlarının izlendiği video kasetleri …
Video yerini değişen zamanla birlikte internette bıraktı…
Kitap bireysel bir şeydi. Kişi ile yazarı arasında bir yoldu .
İtirafçıların anlattıklarına göre; “Bu videolar ileri ve geri sarılır, kalabalık olan sohbet denilen toplantılarda detaylı anlatımlarla izlenirdi’’.
 Okuma alışkanlığı olmayan bir toplum için görsel ve işitsel medya araçlarını kullanmak pratik bir zeka işiydi… Himmet denilen Hizmet için para toplama işi ise nüfuzlu ablalara veriliyordu.
İnternet gelişti zamanla ve video kasetlerin devri sona erdi. 
Bilgi parmaklarımızın ucundaydı. Uzaklar ise pek  yakındı…
Haki renginde cüppe giyerek kitleye verilen mesajlarla nokta atışları yapılıyordu. Biz iletişimcilerin “Subliminal veya bilinçaltı mesaj “dediği tekniklerle, bir nesnenin bir objenin içine gömülerek verilen işaretler aracılığı ile mesajlar veriliyordu. Bilinçli bir dikkat tarafından fark edilmeyen medyada en çok reklamcılık ve propaganda alanlarında kullanılan bu planlı tekniği ilk bakışta pek çok zihin anlayamazdı. Propaganda ile kendini anlatıp, kendinden menkul olanı kavratıyordu. Vaatler propaganda aracı olan medya ve internet üzerinden yapılırken; algı kısa sloganlarla, mağdurluk ajitasyonlarıyla  yönlendiriliyordu. (kapatılan yada el konan radyo tv kanaları ve o gazetelerin yöneticilerinin haklarında yapılan suç duyuruları neticesinde yargılanması karşılığında “Özgür basın susturuluyor’’. Mazluma darbe vs…) kitlelerce yada farklı cenahtaki taraflarca bile basın özgürlüğü adına  destekleniyordu. Hasımlara karşı şantaj ve gayri ahlaki tuzaklar ve sözler söylemekten asla kaçınılmıyor, aleyhte yıpratmalar söz konusu ise sınır tanınmıyordu…. Kumpas ve şantaj davalarının ise ardı arkası kesilmiyordu…
ÖSYS’de onların dershanelerinde eğitim görmüş çocuklar ilk sıraları alırdı. Futbol dünyasının gol kralı olmuş, yoksul ailelerinin eğitimi yetersiz ancak sporla köşeyi dönen, voleyi bulan parlatılmış çocukları hareketin  imamları yada ağabeyleri oluyor; Yoksul gençlere rol model oluyorlardı. Köylerden, kasabalardan ve çoğunlukla yoksul mahallelerden seçilmiş, ders notları parlak, genç zihinler Işık evleri denilen talebe yurtlarında himaye ediliyor ve beyinlerinin yıkandığı katı bir doktrin eğitimine tabi tutuluyordu. Bu çocukların çoğunlukla okur yazar bile olmayan ve hayal kurmayı çoktan unutmuş anne ve babaları çocuklarına uzatılan el ile hayal kurmayı, onların geldikleri yüksek makamlarla iftihar etmeyi öğreniyorlardı. Çocuklar çalışkandı istikballer  teminat altına alınmıştı… 
Bu çocuklara bilhassa ordu ve yargıda hizmet edecek bir gelecek tasarlanıyordu. Onlara verilen mesaj şuydu: Sadakat testlerimden geçersen ve amaca giden yolda görevini eksiksiz yerine getirirsen… Camianın çıkarlarına hizmet edersen örgütlenme içindeki hiyerarşik yapıda yerini alacaksın. Varlıklı muhafazakar güçlü ailelerin kızlarıyla evlenmen uygun görülecek. Makam ve güç sahibi olacaksın.
Belki de toplum tarafından sevilen, saygı duyulan  bir kanaat önderi olacaksın. Ancak önce güven kazanacaksın. 
Sevileceksin.. Çocukların, gençlerin halkın zihninde hayatına başarılarına öykünülen efendi bir kahraman olacaksın..
Akşam haberlerinde insanlar   samanyoluna bakıp milyonlarca küçük yıldız görürlerdi. Gelecekte  o yıldızlar parıldayacaklardı.. Varlığı alenen bilinen ancak içe dönük yapısından dolayı kapalı bir kutuda olan  bu yapı aynı zamanda kanser gibi  sinsi ilerliyordu.. Başlangıçta Işık  evleri ile başlayan hareket  amaçlarını  en çok basın ve eğitim üzerinden  beslenerek gerçekleştiriyordu.
Neden böyle bir yol izlediklerini tahmin etmek elbette ki zor değil…Bir devletin eğitim sistemine, ordusuna ve medyasına egemen olmak demek zafer demekti.
Basın, yazılı ve görsel basın yani medya bir güçtür. Elinde güçlü bir silah vardır. 
Bu silahın adı nedir?
Manipülasyon…
Bu silahı iyi kullanan kişi kimdir?
Manipülatör…
Manipülasyon nedir ,ne yapar, nelere sebep olabilir?
Algıyla oynanabilir. Nefret edileni sevdirir. Üzüntü, sevinç, öfke gibi duyguları kolaylıkla harekete geçirilebilir. Geçen 1 aylık süreçte okullara ve kurslara yapılan baskınlarla ,itirafçıların da deklare ettikleri sonuçlar neticesinde görünen odur ki; El değmemiş tertemiz ve bomboş bir zihni olan çocuklar, sevimli çizgi filmlerle, şarkılarla, Dil Olimpiyatları ile sempati, ve hoşgörü kisvesi altında sevgi ve bağlılıkla; Rahle–i tedrisilerinden geçen çocuklara ise ceza yöntemi olan falaka ile korku ve saygı duygularını enjekte edip makineleştirebilmişlerdi.
Geçmişin Gülen cemaati bu günlerin ve yarınların biz ve bizden sonraki nesillerin de nezdinde FETÖ/PDY (Fethullahçı Terör Örgütü, Paralel Devlet Yapılanmasıdır…) Camialar, cemaatler, güçler gelir geçer. 
Tek gerçek Vatanımızın birlik ve beraberliğidir.
Bizlerin hürriyetidir.
Çocuklarımızın dini ağırlıklı bir eğitim almasını istiyorsak şayet Türkiye Cumhuriyeti devletinin MEB’na bağlı ilgili okullarında ve İlahiyat Fakültelerinde tüm olanaklar eksiksiz yerine getirilerek eğitim alabilmeliler.’’ İnanç bir mukaddestir.’’
Ancak bu ve bu tarz toplulukların  çıkarlarına hizmet edecek bir nesil yetiştirmeyi düşünüyorsak çok büyük bir yanılgıya düşeriz. Yaşananlar, tasfiyeler ortada. 
Piyonları “Vaizin kurtarabilecek bir kudreti olduğu düşünülebilir mi’’? 
Millet bir kez meydanları doldurdu. Ben şahsım adına sürü psikolojisi ile hareket eden bir halk değil, cumhuriyetine sahip çıkan bir arada huzur isteyen, coşkulu, mutlu ve renkli bir ulus gördüm…
Gelinen noktada menfaatler uğruna cemaatin has adamı olup, sistemin boşluğundan sızan ve Milletvekili olan TBMM’de namusum ve şerefim üzerine ant içerim diyen kifayetsiz muhterisler şimdi nerede?
Nereye Kaçtılar.. 
Bu adamların birer vatansever olduğunu düşünebilir miyiz?
Bir düşünün bu insanlar bu mertebeye layık mıymış?
Bazıları şerefiyle ölür… Ölüme meydan okur ve kahraman olur.
Bazılarıysa kuru canlarının derdine düşüp kaçarlar.
Onların karakterlerinde ne vatan sevgisi, ne millet aşkı vardır. 
Allah ile arana koyduğun ona inanmak yerine putlaştırdığın vaizin emirleri ile şerefinden arda kalan son kırıntıları da yitirdiğini bizlere gösterirsin…
“İster Pensilvanya’da ol, ister Torina’da meselenin özü şudur ki;
 “Bu Dünyada ne ekersen onu biçersin’’.