PKK terörünün desteğinde giderek gücünü arttırmakta olan Kürt Siyasi Hareketi, açılım süreciyle teröristbaşı Öcalan’ı çözümün en önemli parçası yapmış ve geri dönülmez bir şekilde başrole yükseltmiştir. BDP’li siyasetçiler yıllardır terör örgütü tarafından ifade edilen talepleri tekrarlamakta ve yerine göre tehditten de geri durmamaktadır. 
Mardin’in Büyükşehir Belediye Eşbaşkan adayı Ahmet Türk, “Bu seçim sadece belediye kazanacağımız seçim değil. Abdullah Öcalan’ın elini güçlendireceğimiz referandum olacaktır” ifadesini kullanarak “Mardin Ortadoğu’nun başkenti olacak. Tek hedefimiz Kürdistan’ın demokratik özerkliğe kavuşturulmasıdır” diye konuşmuş.
BDP lideri Selahattin Demirtaş ise oluşabilecek tepkileri yumuşatmak ve toplumu kendince bir süre daha uyutmak adına tevil yoluna giderek konuşmuş. “Biz demokratik özerklik inşa edeceğiz derken, kültüre, dile, inanca saygılı, halkın iradesine saygılı, yereldeki bütün halkın karar alma mekanizmalarına katılabileceği öz yönetimden söz ediyoruz. Öz erk demek zaten yani özerk demek, öz yönetim, öz güç demektir. Kusura bakmasınlar biz özerklikten geri adım atacak, korkacak değiliz ama öyle ‘30 Mart’tan sonra özerklik ilan edilecek, başka bir şeye dönüşecek, dönüştürülecek’ gibi paranoyalarla seçimi, tabanı, kitleleri yönlendirmeye dönük hamleleri de çok çirkin buluyoruz. Özellikle cemaat medyası kendisine şunu sorsun? Özerklik, BDP’nin resmi projesidir. Biz elbette ki özerkliği savunuyoruz, sonuna kadar da savunacağız ama ‘30 Mart akşamı özerklik ilan edilecek, bilmem gizli hazırlıklar var, gizli kapaklı işler yapılıyor’ gibi konuyu çarpıtarak vermenin de iyi niyetle hiçbir alakası olamaz. Bizim özerklik dediğimiz şey; paralar ayakkabı kutusuna doldurulmasın. Kimse tek başına bu ülkeyi yönetmeye kalkmasın. Bir Başbakan çıkıp tek başına bir cümleyle ülkenin kaderini belirlemesin. Biz işte buna özerklik diyoruz. Kimse başka türlü anlamlar yükleyerek ‘Efendim Türkiye bölünüyor, işte bunun karşısında bir milliyetçi cepheyi, milliyetçiliği kaşıyarak örgütleyelim, bunu fırsat bilip faşizmi hortlatalım” diye düşünüyorlarsa o da kendi bilecekleri iştir. Halk artık bu yalanları da yutmuyor” diyerek cevaplamış.
1991’de başlayan Körfez Savaşıyla Irak’a giren ABD ordusu, zamanın Irak lideri Saddam’ı devirerek Irak’ın kuzeyinde sözde 36.ncı paralel adıyla özerk bir Kürt Bölgesi oluşturmuştu. Bu oluşumun güçlendirilmesi için görevlendirilen Çekiç Güç’e Türkiye de taraf olmuş,  her türlü ikmal, iaşe ve destek bizim üzerimizden aktarılmıştı. Neticede isteklerini alan ABD,eskisinden çok daha beter bir Irak bırakarak çekildi. Kuzey Irak hariç yoksulluk içindeki Iraklılar sefaletleriyle, hastalıklarıyla, ve canlarıyla faturasını ödüyorlar.
ABD’nin İslam coğrafyasında hesabı bitmediğinden Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında operasyonlarına devam ediyor. Bir ülkeyi doğrudan işgal etmek ekonomik, askeri ve siyasi  açıdan yüksek maliyetli olduğundan, kullanabilecekleri işbirlikçiler veya etki ajanları vasıtasıyla içerden karıştırmak tercihe şayan bir yöntem olarak benimsendi. Bunu sağlamak için adına “Arap Baharı” denen bir fırtına yaratıldı. Arap Halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleriyle ortaya çıkan toplumsal ve siyasi bir hareket olan Arap Baharı, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün, ve Yemen’de büyük çapta mitingler, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalarla bazı diktatörleri devirmiş fakat oralarda toplumsal barışı bozan yeni kaoslara yol açmıştır. Özellikle Suriye’de olduğu gibi çok kan dökülen bir iç savaşa dönüşmüştür.
Suriye’deki iç savaş sonucu Kuzeyde bir Özerk Kürt Bölgesi ilanına zemin yaratılmış, kendi deyimleriyle dört parçalı Kürdistan’ın ikincisi tamamlanmıştır.
30 Mart yerel seçimleriyle ilgili olarak yazının girişinde bahsettiğimiz ifadeleri bu kapsamda değerlendirdiğimizde “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olurmuş” sözünü hatırlamamak elde değil.
Türkiye üzerinde küresel güçlerce yürütülen sinsi plan son on senede belli bir aşama kaydetti. Amaçları belli, olaylar herkesin gözü önünde oluyor. Fakat millet geçim derdine düşmüş ilgisiz bir şekilde yuvarlanıp gidiyor.
2002’den bu yana Milli direnç gösterebilecek yapıları ve kişileri tasfiye ederek, “Milli Görüş” ile“cemaatçi anlayış” birlikteliğiyle oluşturulmaya çalışılan “milli birliği islam esasına göre oluşturma” ve “Ilımlı İslam Devleti” inşa çabaları, sonuç vermediği gibi bir kısım insanımızı ötekileştirerek, daha derin çatlakların oluşumuna sebep oldu. 2002’de sıfıra inmiş olan terör, yıllar içinde tırmanarak, hükümeti açılıma zorlamıştır. Bunu topluma kabul ettirebilmek için kullanılan sihirli kelime “Barış”tır, ama neye rağmen ve neye karşılık olduğu hiç konu edilmez. “Analar ağlamasın” derken, şehitlerimizin analarını, çocuklarını, eşlerini ağlatanları unutabilirmiyiz? Oslo’da PKK/KCK ile, İmralı’da Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerde “özerklik anlaşması“ imzalanmış olduğu ve Öcalan’ın yeniden yargılanıp serbest bırakılmasının yasal zemininin hazırlanmakta olduğu iddiaları, bunca şehidi boşuna mı verdik dedirtmektedir. Bir yanda okullardan andımız kaldırılırken, öte yandan Türklüğe karşı bir tavır geliştiren hükümet, doğal müttefiki olarak gördüğü cemaat yapılanmasıyla 17 Aralık yolsuzluk operasyonu sonrası girdiği savaş nedeniyle sıkıntı yaşamakta. Ortaya dökülen dinleme kayıtları ve gizli kamera görüntülerini seçimler yaklaştıkça yenilerinin takip edeceği iddiaları bu kritik süreçte hükümeti sıkıntıya sokuyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayız inşallah.