Şubat ayı küçük,

İstanbul büyüktür bu gezegende.

Yine akşam olmakta, koşturmakta bu şehrin insanları.  Önüne gelen metrobüs özlenen bir sevgili gibidir. Kapılar açılır, boş yer varsa oturursun yoksa ayaklarını bastığın yer kıymetlidir senin için.  Hiç tanımadığımız insanlarla yan yana omuz omuza akar gider bu yolculuklar.

Yine kapılar açıldı.  Koltukta oturan bir genç yüzüme baktı. Biraz gözlerini kaçırdı.  Bir durak sonra kalktı, yer verdi.  Teşekkür ettim. Aynı durakta. Altı yaşında yeşil gözlü bir erkek çocuğu bindi, annesi ve ablasıyla. Bir mahalle gibiydi.  Çocuk tam yanımdaydı.

Çocuğa sordum:

- İstersen ben ayakta gidebilirim. Sen oturabilirsin, dedim.

Altı yaşındaki çocuk, yanıt verdi.

- Ben metrobüste yorulmam, dedi. Dokundum, yanaklarına. Ellerini tuttum. Bir sevgi seli aktı, ellerinden ellerime

-Adın ne senin?

-Tahir Enes. Bana Tahir diyebilirsin, dedi.

-Tahir okula gidiyor musun? dedim

-Anaokuluna gidiyorum.

-Sınıfınızın adı ne?

-Parlayan Yıldızlar, dedi. İçini çekerek devam etti. Sınıfımızın adını öğretmenimiz koydu.

-Çok güzel bir isim, dedim. Tahir ile sohbet ederken, annesi ateşi var mı? diye alnını yokladı. Biraz kırgınlık vardı üzerinde. Tahir tekrar aynı cümleyi söyledi.

-Öğretmenim koydu, sınıfımızın adını.

- Çok güzel bir isim dedim. Tahir parlayan bir yıldız gibi uzaklardan bakıyordu dünyaya.

Belli ki sınıfına bir isim düşünüyordu. “Parlayan Yıldızlar” yetmiyordu.

-Tahir, sınıfının adının ne olmasını istersin ya da hangi adı koymak isterdin?

Tahir yüzüme bir baktı. Gözünü kırpmadan tek kelimeyle yanıt verdi.

-ATATÜRK

O minicik yüreğindeki Atatürk sevgisiyle hızla ilerledik. Milyonlarca kalabalık arasında parlayan bir yıldızdı Tahir. Gözlerim doldu. Kucakladım. 3- 5 dakikalık zaman süresi yetti bize. Atatürk’ü anlamaya.

Tahir’in öğretmeni Tahir’e yakışır bir sınıf adı koymuş.  Yüzlerce, binlerce parlayan yıldız var aramızda.

Bu güzel duyguları öğreten, öğretmenimize saygılar.  Nice parlayan yıldızlar büyütmesi dileğiyle...

Teşekkürler öğretmenim. Teşekkürler Ata’m…