Dünden Devam...
Hükümeti kurup, iktidarı ele geçiren Milli Görüş yani siyasal İslam kendinden başka iç tehlike olarak telkin edilenlere tıpkı daha önce kendilerine de davranıldığı gibi davranıyorlar. Ancak hükümet o cemaatlerin, kitlelerin kendisiyle uyumlu duranlarına mali destek sağladığı ileri sürülüyor. Siyasal İslam her zaman tepeden inmecidir. Yaparım bir kanun herkes Müslüman olur zanları vardır.
Bir zamanlar herkesin İslam’a aç olduğu, kimsenin din adına bir şey bilmediği günlerde medreselerden yetişen, ya da kendini yetiştirmiş yarı bilgili insanlar, tam bilgili olsa bile usul (metod) bilmeyen kişiler Türkiye’de dini bilgiler veriyorlardı. ‘Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder’ deyimi o günler içindir. İşte o günlerde 1949’da İlahiyat Fakültesi açıldı. Celal Ökten hoca canını dişine takarak, İlim Yayma Cemiyeti desteğinde İmam Hatip okullarının açılmasını sağladı. O günler için metodik din eğitimi veren bu okullar o günler için çok önemliydi ve iyi bir proje idi.
Ancak bu okullardan çıkan insanlar her şeyi bildiklerini zannederek eski din görevlilerini cahil olarak telakki ettiler. O yıllarda çok sayıda diyanette görevli olan resmi okul eğitimi olmayan ama medrese eğitimi olan Süleymancılar ile imam hatipliler karşı karşıya geldi. Tabi mücadeleyi imam hatipliler kazandı. Süleymancılar resmi eğitimlerini dışarıdan yaparak ayakta kalabildiler. Uyum sağlayamayanlar da piyasadan çekildiler.
O gün için çok gerekli ve yerinde olan bu proje bugün için son derece duygusaldır. Eskiye özlemden başka bir anlamı yoktur. Ama başbakan bu projeyi tekrar canlandırmak istiyor ve son derece devasa, gösterişli imam hatip binaları yaptırıyor.
Başbakan siyasal İslam ve milli görüş politikacısıdır.
Karşısına aldığı cemaate bakıldığında Cemaatin özelliklerin görmek gerek.
Cemaat üç ana damardan birisi. Bilindiği gibi İslam’ın bugüne kadar geliş seyrine bakıldığında üç ana damar olduğu tespit ediliyor.
Birincisi iman ibadet ve ahlak Müslümanlığı, ikincisi yönetim talebi olan Müslümanlar, üçüncüsü de yönetime doğrudan girmeyip iman ibadet ahlak Müslümanlığı esas olmak üzere insanlara mali yardımla birlikte dünya barışı arayışında olan Müslümanlar.
Bu üç ana damardan siyasal İslam yani yönetim talebi olanları Başbakan temsil ediyor. İman ibadet ahlak Müslümanlığını Said Nursi nurculuk ve diğer tarikatler temsil ediyor. Fethullah Gülen cemaati, hizmet cemaati ise insanlara mali yardım ve dünya barışını hedefleyen kitleyi temsil ediyor.
Kavga hizmet cemaati ile hükümet arasında seyrettiğinden özellikle cemaatin ne olup olmadığına bakmak gerekiyor.
Devletlerin ve milletlerin dost veya düşman bildikleri ülkeler ve devletler olabilir. Ama siz dünya barışını hedef alan bir sivil toplum hareketi iseniz devletin ve milletin sebebini ve hakikatini bilmeden dost veya düşman belledikleri sizi çok bağlamaz.
Cemaat Said Nursi’den, Nur risalelerinden istifade etmelerine rağmen oradan ayrılmış ama oradan kaynaklanmış bir harekettir. Amaçları da farklıdır.
Said Nursi ve nur risaleleri bir projedir. Said Nursi’nin şahsına ait bir projedir. Devlet bu projeye her zaman engel olmuş, cezalandırmış, Said Nursi’nin Kürt kökenli oluşunu hep bir ayıp olarak öne sürmüştür. Buna rağmen Said Nursi ‘Ben Hicaz’da olsaydım bile Türkiye’ye gelirdim. İslam’a kılıçdar olmuş Türklerin imanını kurtarmak isterdim’ anlamında sözler söylemiş. Said Nursi böyle derken Fethullah Gülen niçin Amerika’da yaşıyor diye soruyordu yaşlı bir nur talebesi. Soru haksız değildi ama Said Nursi ile Fethullah Gülen’in amaç ve hedefi aynı olsaydı.
Said Nursi yerli bir projedir. Kişisel bir projedir. Osmanlı’nın dağılmaması için yapılan MAH çalışmaları boşa gitmiştir. Yeni devletin kurulması için Teşkilatı Mahsusa çalışmaları da ortaya çıkan devletin aldığı şekil bakımından emek verenleri hayal kırıklığına uğratmıştır.
Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Mehmet Akif, Said Nursi her birinin beklentileri başka başka olmakla birlikte hepsi de çıkan sonuçtan mutlu olmamışlardır.
Said Nursi Barla’ya zorunlu ikametle gönderilmiş, devletin her türlü zorlaştırıcı baskıları karşısında Risale-i Nurları yazarak tek tek insanların iman sahibi olmasını hedeflemiş, İslamın bayraktarlığını yapan Türk insanının cehenneme gitmesini önlemeye çalışmıştır. Kendisi de iman ibadet ve ahlakta bir zirve olmuştur.
Özetle Said Nursi’nin ve risale-i nurun tek hedefi vardır. İman kurtarmak.
Fethullah Gülen Said Nursi ve Risale-i Nura bağlı, oradan kaynağını alan ama başka hedefleri olan bir insan ve proje sahibi.
Fethulah Gülen Müslümanların dinlerini yaşayabilmek için biraz maddiyata ihtiyaçları olduğunu gören insandı. Şehir hayatında ele güne muhtaç olarak yaşayan insanın çok da dini görevlerini yerine getirebilmesi mümkün olamıyordu.
Ağzı laf yapıyor ve aldığı medrese eğitimiyle İslami ilimleri çok iyi kavramış bir insandı. Diyanet kadrosunda görevliydi, halkla karşı karşıya onlara hitap ediyordu. Müslümanları şirket kurmaya, birlikte iş yapmaya, başkalarının yarasını sarmaya teşvik eden konuşmalar yapıyordu. Evlenmemiş, o da üstadı gibi kendini hizmete adamıştı. 70’li yılların başı.
Türkiye kapalı bir toplum, telefon 20 yılda alınabiliyor, televizyon tek ve resmi kanal. Sermaye birkaç aileden başka kimsede yok. Dünya Türkiye’yi tanımıyor, harita üzerinde bile kimse Türkiye’nin yerini bilmiyor. Devletin paralel yapılarından her birinin bir takım hedef ve amacı vardı ve kimileri de Türkiye’nin açık toplum haline gelmesini, dünyada bilinen, tanınan, sözü geçen bir Türkiye olmasını istiyordu. Türkiye uluslar arası kurullarda müttefiki ne derse ona kafa sallayan bir devlet.
Fethullah Gülen’i keşfeden yapı onunla usulünce görüşüp ‘yürü desteğim seninle’ demiş olabilir. Ya da bu görüşmeyi yapmadan destek vermiş ve gelişmeleri yönlendirmiş olabilir.
Bütün ülkelerin Türkiye’de okulları var, hastaneleri var, şirketleri var, Türkiye’nin uluslar arası mütekabiliyet esasına rağmen hiçbir ülkede hiçbir şeyi yok. Devletin içindeki bir yapı bundan ızdırap duyuyor ve çare arıyordu. Fethullah Gülen bu işi yapabilirdi.
Çünkü dünya barışı, varlıklı ama iman ibadet ve ahlak sahibi Müslüman hedefi güzel bir hedefti.
O yıllarda Sebil Gazetesi’nde çalışıyordum. Gazetenin sahibi ve sermuharriri Kadir Mısıroğlu gazete içindeki sohbetimizde şöyle yakınıyordu.
‘Yahu ben İstanbul’dayım bana kimse bir şey vermiyor, Fethullah Gülen İzmir’den geliyor İstanbul’a bir toplantı yapıyor, zenginler servetlerini ayağının önüne atıyorlar’
Ben de genç ve cüretkâr bir üniversiteli gazeteci olarak ‘Ama o bekar, hayatını İslam’a hizmete adamış, sen ailenin geçiminin peşindesin’ dediğimde ‘öyle değil mi?’ deyip susuyordu. Kadir Mısıroğlu o günden beri Fethullah Gülen düşmanlığını karakter haline getirmiş aleyhte kitaplar yayınlayıp tazminatlar ödemiştir ama sonunda siyasi sağlam iradeyi Fethullah Gülen’e savaş açmaya ikna etmiş görünüyor.
Devlet Fethullah Gülen hareketine her zaman destek vermiştir. 2010 yılına kadar her renk siyasetten hükümetler, başbakanlar Gülen hareketini desteklemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet olarak yapamadığı Hizmet hareketi tarafından sivil toplum kuruluşu sayesinde, onların marifetiyle yapılmak istenen yapılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin 150 kadar ülkede okulları, hastaneleri, şirketleri var. Türkçe’yi öğrenmiş nesiller Türkiye’den giden iş adamlarıma rehberlik yapıyor. Gülen okullarından mezun olan insanlar bürokraside, devlette. Türkiye’ye karşı minnet yüklü. 150 ülkede İstiklal Marşı çalınıyor, İslamiyeti bir folklor olarak bile tanıyorlar.
Ama işler, siyasal İslam’ın düşman bellettiklerini düşman bilmeyen hizmet cemaatinin arası açılıverdi. Seçim kampanyasında da hedefe konacak bir düşman gerekiyordu.
Hedefi dünya barışı olan bir hareket İsrail ile senin kapışmanı istemez. Amerika ile de kapışmanı istemez. Daha doğrusu hedefi dünya barışı olan bir kitle senin düşman bellettiklerini düşman bellemez. Bu sana ters gelir ve onları Amerikan uşağı, İsrail uşağı diye suçlarsın. Ama yanılırsın Halkı da yanıltırsın. Onlar İsrail’in Amerika’nın uşağı olduğundan değil, dünya barışı hedeflerinden dolayı seninle ters düşüyorlar.