Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır.-Gazi Mustafa Kemâl Atatürk -( 1925) Seçildiği andan itibaren Müslümanlık ve özellikle Türkiye aleyhtarı beyanları ile gündeme gelen Roma Katolik Kilisesinin ruhani lideri Papa 16. Benediktus'un Almanya ziyareti sırasında Regensburg İlahiyat Fakültesinde akademisyenlere hitaben yaptığı konuşmadaki olay yaratan sözleri bardağı taşırdı. Bütün İslam âlemi, açıklamalarıyla adeta bir haçlı savaşı başlatan papayı şiddetle protesto etmeye başladı. Önümüzdeki günlerde Papaya karşı yürütülen muhalefetin şiddetini arttıracağını ve dalga dalga büyüyeceğini söyleyebiliriz. Katolik kilisesinin başındaki Papa başta olmak üzere Hıristiyan dünyası Müslümanlığı tanımadıklarını açıkça dile getiriyorlar. Bizler ise hala dinler arası diyalog aldatmacasının peşinde sürükleniyoruz. Papanın sözleri gündemde tazeliğini korurken ülkemizdeki artan Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine dikkat etmemiz gerekiyor. Bin yıldır Müslüman Türklerin vatanı olan Anadolu topraklarında bugün din kisvesi altında siyasi entrikalar çevriliyor. Misyonerlik faaliyetleri giderek artıyor. Siyasi emellere alet olmuş, kara cübbeli, kara vicdanlı din adamı görüntüsünde birtakım karanlık yüzlü insanlar, sapık ve sapkın kişiler milletimizin saf ve temiz dini duygularından istifade ederek onları gizli oyunlarına alet etmek için Anadolu'da cirit atıyorlar. Bu insanların kullandıkları sloganlar da çok masum ve insancıl görünüşlü. "Dinler arasında diyalog kurmak istiyoruz ve değişik dinlere mensup insanlar arasında hoşgörü ortamını geliştirmek istiyoruz" diyorlar. Bunlar emirleri doğal olarak Vatikan'dan alıyorlar. Bilindiği gibi Papa ile emrindeki Vatikan memurları, Milenyum adı verilen üçüncü bin yılı sapkın bir fikir olarak değerlendirdikleri Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya hasretmişlerdir. Kendi ifadelerine göre her Katolik din görevlisi tabii bir misyonerdir. Hepsinin Hıristiyanlığı yaymak ve herkesi Hıristiyan yapmak gibi dini vazgeçilmez görevleri vardır. "Dinler arası diyalog ve hoşgörü" sloganlarıyla dünyayı Hıristiyanlaştırma ve kilisenin köleleri haline sokma projesi planlandığı gibi hızla uygulanmaya devam edilmektedir. Biz şimdi radikal söylemleri yüzünden yeni Papa'ya kızıyoruz ama bundan öncekinin fikirleri de bundan başka türlü değildi. Ölen Papa II. John Paul'un milenyuma girerken 24 Aralık 1999'da yayınladığı tarihi mesajdaki şu ifadeler dikkat çekici idi; "Birinci bin yılda Avrupa, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıracağız." Bu açık ifadeden de anlaşılacağı gibi Vatikan'ın bu bin yıldaki hedefleri büyüktür. Hedef dünya nüfusunun yarısından çoğunu üzerinde bulunduran Asya'dır. Ve ilk hedefleri de doğal olarak Asya'nın giriş kapısını tutan Türkiye'dir. Vatikan yöneticileri Türkleri Müslüman dünyasının güneşi gibi görmekte ve Türk toplumundan kazanacakları her Hıristiyan'ın diğer Müslümanlara da örnek olacağı fikriyle hareket etmektedirler. Vatikan yönetimi ve bunların ülkelerdeki temsilcileri her fırsatta "Hazreti Muhammed'in peygamberliğini kabul etmediklerini, Kuran'ı Kerim ile İslam dinini yok saydıklarını üzerine bastırarak ifade etmektedir. Ülkemizde dini konulardaki açık oturumlarda cüppeleri ile boy gösteren bu kişilerin İslam'ı kabul etmeyen fikirlerine pek çok kereler şahit olduk. Aslında böyle kişilerin toplumun tümüne açık televizyon programlarına katılmasına izin verilmesi dahi İslam'ın getirdiği büyük hoşgörü ortamının tipik bir yansımasıdır. Çünkü hiç bir Hıristiyan ülkesinde hiçbir Müslüman din adamı; " Ben sizi tanımıyorum. Ama siz bizimle diyalog kurmak zorundasınız" diye konuşamaz. Çünkü buna müsaade etmezler. Ama bu efendiler yetmiş beş milyon Müslüman Türk'e "Ben sizi tanımıyorum. Ve ben seni Hıristiyanlaştırmak gibi kutsal bir görevi yerine getiriyorum" diyebiliyor. Diyalog, birbiri ile eşit ve birbirini tanıyan unsurlar arasında olur. Adamlar bizi yok sayıyor ve sonra da bizleri "Niye kendisi ile diyalog kurmuyoruz" diye suçluyorlar. Müslümanlığı aşağılayan Papa'nın emrindeki Katolik kilisesi'nin yürüttüğü dinler arası diyalog faaliyeti bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu görev aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. Onların inancına göre Tanrı (Allah); Mesih vasıtasıyla bütün insanları kendine çağırmakta, vahyinin ve sevgisinin mükemmelliğini onlarla paylaşmak istemektedir... Konuyu biraz açalım; 1964 yılında 2nci Vatikan Konsili sırasında Papa VI.Paul'ün direktifleri ile 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreterliği' kurulmuştur. 1973 yılında sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterliğin yayın organı Bulletin' deki bir yazısında, diyalogdan ne kastettiğini şöyle açıklamıştır. "Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilisenin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer almaktadır." Yani bu görevin sahibi biziz demektedir. Diyalog kavramının savunucu Hıristiyan din adamları tarafından Müslümanlık bütünüyle yok farz ediliyor. Oysa Müslüman Türkler asırlarca tebaası durumunda bulunan Hıristiyanların kilise ile ilgili iç işlerine, Protestanların veya Süryanilerin dini vecibelerini yapmalarına, Musevilerin şeriatlarını uygulamalarına hiç karışmamıştır. Biz onlara tam bir dini özgürlük getiriyoruz. Ama onlar tanımadıkları İslâm'a karışıyorlar. Bu konuda Vatikan başta olmak üzere yıllardan beri kapalı kapılar ardında pek çok gizli toplantılar yapılıyor, şer planlar ve programlar hazırlanıyor, insanlar görevlendiriliyor, çok ciddi meblağlara ulaşan paralar harcanıyor. Kendilerine yardımcı olabilecek kişi ve kuruluşlar için her türlü desteği vermekten kaçınılmıyor. Bu faaliyetlerin İslâm ülkelerinin ve Müslüman halkın yararına yapılmadığı kesindir. Çünkü onlar bizim dinimizi kabul etmiyorlar ki bizim iyiliğimizi istesinler. Biz onların dinini, peygamberini, kitabını aynen kabul ediyoruz ve kendilerine saygı gösteriyoruz. Çünkü Kur'an böyle emrediyor. Aslında onlar, hoşgörü adı altında bizi Hıristiyanlaştırmak için yaptıkları çalışmaları hoş görmemizi, gözlerimizi kapamamızı, onların çalışmalarına diyalog adı altında yardımcı olmamızı istiyorlar. Biz Müslümanlar, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa'ya peygamber olarak inanıyoruz. Ama onlar bizim Peygamberimizi tanımıyorlar. Böyle bir inkâr ortamında ne dinler arası diyalog ve ne de hoşgörü olur. Hoşgörü zaten Müslüman olmanın en önemli vasıflarından biridir. Ne yazık ki içimizdeki bazı safdiller ve fikir yoksunu garip cemaat üyeleri eliyle "Dinler arası diyalog ve hoşgörü"nün gönüllü havariliği yapılmaktadır. Bu şer güçlere yeni hareket alanları açılmakta ve korunup kollanmaktadır. Şimdi, milli ve manevi değerlerimizi hiçe sayan bu gafiller sürüsü ile etkin bir şekilde mücadele etmenin ve bunların maskesini yırtarak halkı bunlara karşı koymaya ve verilecek mücadelede saf tutmaya çağırmanın zamanı gelmiştir. Şimdi artık doğruları halka anlatma ve onları bu büyük tehlike karşısında uyarıp bilinçlendirme zamanı gelmiştir. Bilelim ki, Haç ve Siyon yanlıları Türkiye'de ve İslâm dünyasında saf ve temiz Müslüman istemiyorlar. İslam'ı bütün sadeliği ilke yaşayan mütedeyyin çoğunluk onları rahatsız ediyor. Onlara nüfus kâğıdında Müslüman yazan, domuz eti yiyen, içki içip kumar oynayan, İslam'ın yapılmasını menettiği her türlü günahı işleyen, ama hoşgörülü (!), kendilerine benzetilmiş, milli değerlerine yabancılaştırılmış sulandırılmış sahte fakat çağdaş görünen Müslüman kalabalıklar lazım. İşte şimdi bunu yaratmaya çalışıyorlar. Sonuç olarak milletçe büyük bir tehdit ile karşı karşıya bulunuyoruz.