Özgecan’ın hunharca katli ile ayağa kalkan Türkiye bu menfur vahşeti kadını ile, erkeği ile iktidarı ve muhalefeti ile bütün medya ve hepimiz en yüksek dozda kınadık. Ve tabii bu konuda bütün kirli çamaşırlar da ortaya döküldü. Anlaşılıyor ki, karnemiz hiç de iyi değil.

2014 yılında şiddet gördüğü gerekçesi ile 118 bin kadın polise başvurmuş, 257 kadın da uğradığı şiddet ve tecavüz sonucu hayatını kaybetmiş. Ve ne yazık ki bu sayı, her yıl katlanarak artıyormuş.

Bu katlanarak artan faciaların ardından uzun süren mahkemelerin verdiği kararların da kamuoyunu hiç tatmin etmediği apaçık ortada. Örneğin son 15 yılda kadına tecavüzden yargılanan 400’ü aşkın kamu görevlisi beraat etmiş. Hiç biri ceza almamış.

Bir de ölüme kadar varmayan tecavüz ve şiddet olayları var ve bunların büyük bir bölümü korku, utanç ve aile baskıları nedeni ile gizli kalmış. Bilinmiyor.

Devletin koruma altına aldığı kadınların pekçoğunun, korunmaları gereken kişiler tarafından şiddete maruz kalmaları artık vukuatı adiyeden sayılıyor.

Muhtelif kılıflar uydurularak geçiştirilen olaylar herhalde şimdi mercek altına alınıyor. Bir haftadır alınacak önlemler tartışılıyor, daha da tartışılacak. Bakalım Anayasa’mızın kadınların ve ailenin korunmasına ilişkin hükümleri çerçevesinde, alınması gereken tedbirler süratle yasal hale getirilip, bu konularda yetkili mahkemelerin karar almalarını sağlayacak önlemler, bu seçim sahtı mailinde hayata geçirilebilecek mi?

Bu beklentiler yanında ülkemizin kuralsız, kaidesiz bir kabile hayatı içinde olduğu da hem söylenemez hem de kabul edilemez. Ancak sistemlerin, kural ve kaidelerin ve yasaların kendi başlarına yeterli olamayacakları da unutulmamalıdır.

İyi sistem, kötü sistem veya iyi kanun, kötü tartışmaları arasında “iyi uygulama”nın tabii ki her zaman önceliği vardır. Gördüğü şiddet sonucu koruma altına alınan kadınları, alınan tedbirlerin koruyamadığı hep şikayet konusu. İdare’nin “Benden ancak bu kadar” anlayışı yerine, etkili yeni önlem ve uygulamaları ile şikayetlerin önlenmesinin mümkün olacağı değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin ve toplumumuzun 21nci yüzyıla yakışmayan bu tür vahşetten bir an önce kurtarılması halen en halisane beklentisidir.