İnsana güvenmek. Onu kendin gibi görmek. Sevmek. Günahı ile sevabıyla. Dert ortağı olmak. Ekmeğini paylaşmak. Karşılıksız. Olduğu kadar. Ya sonra.! Bir çırpıda unutuluvermek.
Sokaklarda kedi köpek besleyenleri, hayvan ta öteden görüp o insana doğru koşmasını ibretle izlerim çoğu kere. Karnını doyuran insana o müthiş sevgisini sergilemek için ne şaklabanlıklar yaparlar. Onları sevmeden duramazsın. Kendilerine has çıkarmış oldukları seslerle minnettarlıklarını gösterirler. Her gün aynı yerde o saatlerde beklerler.
Sadece karın doyurmak değil mesele. İş hayatında paraya sıkışana yardım etmek. Adam çekleri yazıldığından çek karnesi alamıyor. Sıkışık vaziyette. Hatır çekleri veriyorsun. Keşide tarihi geldiğinde parasını tamamlayamıyor. Kendi paranla kendi çekini ödüyorsun. Bunları hep yaşadık. Kredi alamayanlara kefil olduk. İnsanlar ve aileleri mağdur olmasın diye. İnsanlık adına hep yaptık. Enayi pozisyonuna düştük. Bir bayramda bile aranmaz olduk! Sanki kötülük ettik. Çoğul konuşuyorum çünkü benim gibi böyle niyeti sadece insanlara yardımcı olmak isteyen çok insan var.
Bir akşam üstü fırının önünde duruyorum. Genç ve temiz yüzlü bir bayan geldi karşıma : "Adapazarı'na gideceğim yol parası olarak 10 lira verirmisin?" dedi. Hadi bakalım, şimdi ne yaparsın? Kadın hanım hanımcık. Hava karardı kararmak üzere. Çıkardım 20 lira verdim. Ertesi günü öğreniyoruz ki o kadın bir iki kişiyi daha çarpmış. Bugün de olsa o an yine aynı şekil de davranırım. Başkalarının nezdinde enayi durumuna düşsek te...
Eskiden söz senet yerine geçerdi. Biz öyle yetiştik. O terbiye ile yetiştiğimiz için kendimizi bundan soyutlamamız zor oluyor! Babalarımız dürüst ilişkiler kurarlardı. Bir telefon yeterli idi. Ertesi günü mal kamyonla gelmiş kapının önünde. Çocukluğumda iyi biliyorum, un parasını babam bizzat elden öderdi. Öyle çek, senet falan yok. Tiko para. "Çalışanın parasını sırtı kurumadan mutlaka verin." derdi bize, hesap adamıydı velhasıl! Kağıt-kalem konusunda son derece titizdi. Şöyle derdi: "Birisi içeri girdi size küfür etti; Önce yaz sonra ne yapacaksanız yapın."
Tanıdık müşterilerimden hanımefendi geldi "ne olur bana gece hasta-yaşlı bakıcılığı bul, maaşım yetmiyor. Çok zor durumdayım." dedi. Üniversitede okuyan kızı var. Kocasından iki yıl önce ayrılmış. Ev kira falan filan anlayacağınız zor durumda. İnsanlık damarımız kabardı. Yardım ettik. Elimizden geldiğince sıkıntılarında yardımcı olduk eş dostlarla beraber. Nereye kadar? Baktık işin sonu yok. Hiç bir sosyal güvencesi yok. Rahatsız ama her gün  bir paket sigarası var. Biz musluğu kıstık. Kötü kişi olduk. Sonra bizi tanımaz oldu. Bazen kafe de başkalarıyla takıldığını gördüm. Yalancı olduğunu geç anladık. Keriz durumuna düştük! Pişman değilim desem ne derece doğru olur bilemiyorum. Biz insanlığımızı yaptık. Allah nasıl bilirse öyle yapsın. Beddua etmiyorum.
Bektaşi'nin iki öküzü varmış.Sarı öküzü az yemesine rağmen çok seri ve çalışkanmış. Kırmızı öküzü ise doymak bilmeyen ama işe geldiği vakit, çok ağır ve tembelmiş. Erenler bir gün canına tak etmiş "Allahım şu kırmızı öküzün canını al, beni de kurtar" demiş. Ertesi sabah ahıra vardığında sarı öküzün cansız vaziyette yattığını görmüş. Dışarı fırlayarak sokaktaki küçük çocuğu çağırmış ve onu ahıra götürmüş. Çocuğa öküzlerin rengini sormuş. Çgcukta "yerde yatan sarı, ayakta duran kırmızı öküz" demiş. Bektaşi ellerini açarak "Yarabbim bu renkleri nasıl birbirine karıştırırsın" demiş.