Memleketimizde otobüs ve dolmuş kültürü çok olmadığı için yirmi yaşlara kadar bu kültürden mahrum kaldığımı söyleye bilirim. 
Gerçi iyi ki de kalmışım da!!!
İstanbul’un trafik çilesi artık değil Türkiye’nin dünyanın bile gündeminde. Bu şehirde arabanız olsa da bir anlam ifade etmiyor. İllaki toplu taşıma araçlarını kullanmak zorundasınız. 
Ancak bu toplu taşıma araçları neredeyse kontak kapamadan hizmet verdikleri için dönem dönem sıkıntılara giriftar olmanız kaçınılmazdır.
Örneğin, ilk duraktan binmişsiniz şehrin en sıkış tepiş otobüsüne. Gururlusunuz, mutlusunuz. En arka cam kenarına yayılmışsınız, bir elinizde mp3’nüz, diğer elinizde... Neyse bulamadım şimdi, boş olsun diğer el. 
Yavaş yavaş dolar otobüs, artık ayakta dizilmeye başlar gelenler. Arka cam kenarında oturmanın ve ineceğiniz yere gelene kadar kalkmayacak olmanın da verdiği güvenle "eh eve gidene kadar kestireyim bari biraz" deyip "Neşet’ten verirsiniz gözüne gözüne, Mühür Gözlüm, Zahidem ”  eşliğinde gözleri kaparsınız. Dış dünyayla iletişimi kesmişsinizdir artık…
Neşet Ertaş’ın  o büyülü sesiyle hayallere dalmış bir haldesiniz... "Zahidem gurbanım ne olacak halim" derken dakikalardır otobüsün hareket etmediği fark edilir birden. Gözler açılır ve hayal meyal otobüsün boş olduğu görülür. "Vayyyy" nidasıyla son bir umut kendini dışarıya atar insan. Ulan bir Allah’ın kulu da haber vermez mi ? Dakikalardır bütünleşip ısıttığınız koltuğunuzda. Hop! O da nesi! "abiler, ablalar yandaki araca geçebilir miyiz acaba?"
Birden bir hareketlilik, istemeye istemeye kendinizi oturacak koltuk kapma yarışında bulursunuz. Çanta kucakta, otobüsün eski sakinlerinin acıyan gözlerle baktığı bir mülteci grubu ile birlikte girersiniz diğer otobüse. Artık o bir önceki otobüste 20 dakikada oluşan huzur dolu, sıcak ortam yerini soğuk ve rahatsız bir kalabalık yığına bırakmıştır. Ezik büzük ayaktasınız. Artık ev sahibi değilsinizdir. Adana Demirspor deplasmanına gelmiş ürkek rakip takım taraftarısınızdır artık. Etraftan "ah yazık, otobüsleri bozulmuş” nidaları yükselir.
 Sağlam otobüs kalkmak üzeredir. Eziciler "lan? ben önceki otobüse binen ilk insandım" bakışıyla (o nasıl oluyorsa artık) otobüse giriş yapılır. Tahmin edileceği üzere tek bir boş yer bile yoktur, "ahahah bu önceki otobüste arka cam kenarında yayılan adam değil mi? 
Ahahah" bakışıyla cevap verir oturanlar, ayakta zavallı bir halde mp3 player dinlenmeye çalışılır, olmaz, kulaklık düşüp durur, ama vazgeçmez insan... En sonunda "eee başlarım böyle bir işe" denilir.
Ancak otobüsten diğer otobüse aktarılınca  aralarına, bozulan otobüsle hiç alakası olmayan parazitlerin de karıştığı bahtsız bedevi topluluğudur. Zaten aktarma otobüsüne başları önde ezik bir ifadeyle bindikleri yetmiyormuş gibi, yolcuların aktarılanlara haksız da olsa "beleşçi lan bunlar" bakışları... 
Onlar ki otobüsün zencileridir. Otobüste yerleşik hâkim sınıflar tarafından alaycı ve üstün gören bakışlarla taciz edilir. Ufak çaplı bir ezilenler sınıfıdırlar otobüste. Diğer otobüsten gelen göçebe kavimdirler. Eski vatanlarını terk etmişler ve kendilerine yeni bir dünyanın, mercedes benz'in kapıları açılmıştır. Yerleşik otobüs halkı ile iyi geçinmeleri pek beklenemez. Bazıları bir kaç durak sonra iner ve bu yeni vatanda da fazla kalamaz. 
Kalanlar ise bu yerleşik halka karışıp zamanla benliklerini yitirir, asimile olurlar. 
İçlerinden bazıları, bir süre sonra önemli mevkilere oturma başarısını gösterip yeni bir otobüs toplumu oluştururlar. Sanki aktarılan otobüsün sakinleri acımış da almış gibi. Aktarılan kişi sadece siz olduğunuzda daha derinden hissettiren ezikliktir. Grup halinde aktarılsan en azından ezikliği paylaşırsın.
Velhasıl kelam zordur otobüs değiştiren toplulukta olmak. 
Lütfen onlara acıyan gözlerle bakmayın. 
Unutmayın bir gün sizin de yolculuğunuz "yandaki araca geçebilir miyiz" cümleleriyle zehre dönebilir. Cümlelerimi ünlü bir şairin sözleriyle noktalıyorum: "mahrur olma yolcum senin de otobüsün yarı yolda kalır."